Avustralya ve Türkiye geleceklerini arıyorlar
ROGUE çağında yerini yeniden tanımlamaya çalışan iki ülke
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
Abonelik bedava. Abone olun ki her posta doğrudan size gelsin. İlk önce siz okuyun. Aboneliğin bir sıkıntısı yok. E-posta adresiniz kimse ile paylaşılmayacak.
-+-+-+-+
Türk siyasi yorumlarını fazla izlemiyorum. Bunun iki nedeni var. Birincisi, zaman sınırlı ve ne okuyacağıma seçici yaklaşmak zorundayım. İkincisi, Türkiye’deki siyasi yorumların çoğu günlük siyasete odaklı; siyaseti bir seyir sporu gibi izlemeyi sevmiyorum. Aslında, bu yazıyı yazarken fark ettim ki Avustralya’daki siyasi yorumları da pek okumuyorum. Her Cumartesi Weekend Australian gazetesi alıyoruz, ama esas nedeni Pascal ve Hagi’nin kafes zeminini kaplamak için geniş sayfalara ihtiyaç duymamız. Mamafih, gazeteyi almışken, Paul Kelly ve Greg Sheridan’ı, arada da David Kilcullen’ı okuma fırsatım oluyor.
Takibe aldığım Türk ve yabancı yazarların Substack gönderilerini okumaktan keyif alıyorum. Bu yazının ilham kaynağı da, substack’da Çağla Bingöl’ün paylaşımı ile fark ettiğim üç ay önce T24’te çıkan ve geçen hafta Mirmir-Mind mahlaslı Substack sayfasında verilen bir Evren Balta makalesi oldu. Daha önce Profesör Balta’nın adını duymamıştım. T24 sitesinin azgın reklamlarından fırsat olduğunca diğer yazılarına baktım. İlginç başlıklar var. En merak ettiğim Çin konusunda bir yazı göremedim.
Her ne ise, bahsi geçen yazının başında Balta, 1970’lerde Türkiye’de geçen çocukluğunu anlatıyor. Sol ve sağ arasında ilan edilmemiş bir iç savaşın yaşandığı bir ülkede, ‘iyi ya da kötü bir grubun kontrol ettiği bir bölgede yaşamanız, hayatınızı “normalmiş” gibi sürdürebilmenizin en mümkün yoluydu.’ Kendisiyse tarafsız bir mahallede büyümüş, çocukluğu başlarının üzerinden vızlayan kurşunlar altında geçmiş. Bu gözlemden yola çıkarak, artık tek hegemonun korumasına güvenilemeyen yeni çok kutuplu çağda dünyanın nasıl tehlikeli bir yer hâline geldiğine bağlanacağını sandım. Benim için bu konunun önemini, sürekli olarak bu temaya değindiğimi uzun süreli okurlar bilir. Ben bu yeni dönemi ROGUE olarak adlandırıyorum: Renaissance On Globe with Upheavals Everywhere – yani her yerde çalkantılarla gelen küresel bir Rönesans.
Ne yazık ki, Balta bu umutvar başlangıcı bir kenara bırakıp, çok tekrarlanmış bir çizgiden devam ediyor ve “beyaz yaşlı erkeklerin” dünyayı nasıl kasıtlı olarak yok etmeye çalıştığı tezine yöneliyor:
“Karşı karşıya olduğumuz şey sadece küresel olayların öngörülemezliğinden kaynaklanan kontrolsüz bir çöküş ya da belirsizlik değil, kasıtlı ve sistematik bir yıkım iradesi.”
Bu ‘kasıtlı ve sistematik yıkım iradesi’ni yönlendiren motivasyon açıklanmıyor. Yine de Profesör Balta’nın yazısı, okunmaya değer ve beni Türkiye’de Erdoğan ve Avustralya’da Albanese hükümetlerinin son dönemde başlattıkları iki farklı iki önemli açılım hakkında düşünmeye sevk etti. İki icraat ilk bakışta bağlantısız gibi görünebilir: Türkiye’nin Kürtlerle barış arayışı ile Avustralya’nın Çin’le bozulan ilişkileri onarma çabası arasında ne ilişki olabilir. Ama her ikisi de tek kutupluluğun çöküşüyle karşı karşıya kalan orta ölçekli güçlerin yeni dünya düzeninde yer arayışlarının tezahürleri bence.
Ben Ne Bilirim?
Çok da bir şey bildiğim yok. O yüzden akıl yürütmeye çalışırım.
Daha önce elit mutabakatı üzerine yazmıştım. Bir ülkede elitler arasında geniş çaplı bir fikir birliği varsa, onların rasyonel ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini varsayarım. Bu yaklaşım, ABD’de olduğu gibi, elit mutabakatının çözüldüğü yerlerde işe yaramaz. O tür durumlarda öngörüde bulunmak için yerel bilgi gerekir. Bende o yok. Bu yüzden hâlâ mutabakatın sürdüğü ülkelere bakabiliyorum ancak.
Bu arada, anti parantez, elit mutabakatı derken entellektüeller arasında bir fikir birliğinden bahsetmiyorum. Daha önce böyle anlayan bir arkadaş itiraz ettiği için açıklama gereğini gördüm. Bir kere, entellektüeller hiç bir zaman bir fikir birliğine varamaz. Ayrıca varsalar da, kıymet-i harbiyesi olmaz. Benim elit mutabakatı ya da elit konsensüs dediğim şeye başkaları derin devlet diyor. Ben derin devlet kavramını benimsemiyorum çünkü sözünü ettiğim ‘elitler’ sadece devlet kadroları arasında değil. Hatta Türkiye gibi karmaşık ve oldukça ileri bir ekonomiye sahip ülkelerde bu elitlerin çoğu memur değil kapitalist. Bu elit mutabakatı nasıl oluşturuluyor derseniz, Gramscinin hegemonya kavramını hatırlayın. Yazımızın konusu bu değil, parantezi kapıyorum.
Türkiye’de Barış Açılımı
İki dünya savaşı arasının çok kutuplu dünyasında , Türkiye titizlikle bağımsız bir yol izledi. Kurtuluş Savaşı’nda (1919–1922) askeri gücünü kanıtlayan ülkeyi bölgede tehdit eden bir güç kalmamıştı. Cumhuriyet hükümetleri, barışçıl ama gerektiğinde kararlı (örneğin Hatay’ın Fransız mandası altındaki Suriye’den alınması) bir dış politika izledi. Bu süreci daha önceki yazılarımda anlatmıştım.
Cumhuriyet’in Aşil topuğu yani en zayıf olduğu nokta hep Kürt meselesi oldu. Kuruluşundan beri Türk elit mutabakatı, Kürt milliyetçiliğine karşı mesafeliydi. Önceleri farklı kulvarları zorlayabiliyorken, Haziran 2015 seçimlerini kaybettikten sonra elit mutabakata boyun eğen Erdoğan’ın AKP–MHP koalisyonunun Kürt siyasetçilerine karşı gösterdiği umarsız tavır (örneğin Demirtaş) bu yüzden şaşırtıcı değildi.
Asıl şaşırtıcı olan, geçen Ekim sonunda yaşanan politika değişim oldu. Bahçeli’nin, PKK lideri Abdullah Öcalan’a kısmi af önererek başlattığı sürecin amacı, görünüşte silahlı çatışmaları sona erdirerek barışa kapı aralamaktı.
Bu Değişiklik Neden?
Kısa cevap, Suriye. Geçen yıl Suriye rejimi aniden çöktü. Ortaya çıkan boşluğu doldurabilecek bölgesel güçler İran, Türkiye, İsrail ve kısmen Rusya. Bu güçler arasında en avantajlı olan Türkiye.
Ama burada bir sorun var: Türkiye Kürtlerle savaşırken Suriye’de etkin bir güç olamaz. Kürtlerle barış süreci bu yüzden kaçınılmaz hâle geldi. Bu görüşümü geçen Aralık ayında yazmıştım.
ABD’nin Çekilmesi
Bütün bunlar konuşulur hale geldi, çünkü, Amerika Orta Doğu’daki hegemon rolünü terk ediyor. Artık enerji güvenliği için bölgeye ihtiyacı yok. Oradaki varlığını sürdürmeye yetecek gücü de hızla azalıyor. Süreç henüz tamamlanmadı; hem yerleşik çıkar ağları hem de İsrail meselesi erken ricatı engelliyor. Ama artık durdurulamaz. Brisbane’den bunu görebiliyorsam eğer, Türkiye’de bu işlerle ilgilenenler bunu çok daha net görüyorlardır ve bu yüzden yeni duruma uygun pozisyon belirliyorlar.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye, Sovyetler’e karşı öncelikle kendi gayreti ile ABD şemsiyesi altına girdi. Artık bu gereklilik ortadan kalktı. Rusya, Sovyet mirasının silik bir kalıntısı sadece ve Türkiye için gerçek bir tehdit değil. ABD koruması da geri çekiliyor. Bu şartlar altında, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak kendi yolunu çizme arayışlarına girmesi kaçınılmaz. Hem jeopolitik şartlar hem de imparatorluk geleneği bu yönde zorluyor. Ama Kürtlerle barış olmadan bu imkânsız.
Osmanlının bölge yönetiminde Kürtler önemli bir rol oynardı. Dolayısıyla bu barış süreci başarıya ulaşırsa, aslında bir kırılma değil, Türk-Kürt ittifakının yeniden inşası olacaktır.
Ama Öte Yandan…
ABD artık olayları kontrol edecek güce sahip değil, ama hâlâ başkalarının planlarını bozabilecek kadar güçlü. İsrail dahil tüm bölgesel aktörler, Türk-Kürt ittifakının yeniden kurulmasına karşı. İsrail lobisi, Netanyahu’nun politikalarını savunmanın zorluğu nedeniyle ABD’de zayıflamış olabilir. Bu da ABD’nin sürece aktif karşı çıkmamasına yol açabilir. Ama yine de emin olunamaz.
Albanese Çin’de
Avustralya Başbakanı Albanese, 12–18 Temmuz 2025 tarihlerinde Çin’deydi. Altı gün süren seyahat sırasında, Pekin, Şanghay ve Çengdu’yu ziyaret etti; Başbakan Li Qiang ve Devlet Başkanı Xi Jin Ping (Şi Cinping) ile görüştü, iş toplantılarına katıldı, Çin Seddi’ni gezdi, Panda barınaklarını ziyaret etti.
Ziyaretin uzunluğu ve Çin tarafının sıcak misafirperverliği, ABD’nin Çin karşıtı telkinlerine karşı Avustralya’nın mesafeli bir duruş sergilemek istediği şeklinde yorumlandı.
Türkiye’nin aksine, Avustralya’nın hiçbir zaman bağımsız bir dış politikası olmadı. 20. yüzyılın ilk yarısında Britanya’yı izledi; İkinci Dünya Savaşı sonrası ise ABD’ye bağlandı. Dolayısıyla Albanese hükümetinin sergilediği bu küçük bağımsızlık emaresi bile çarpıcıdır—ve ABD hegemonyasındaki gerileme olmasa mümkün olmazdı. Bu konuya girmişken, AUKUS’dan bahsetmemek olmaz.
AUKUS’un Geleceği?
AUKUS, Eylül 2021’de imzalanan nükleer denizaltı anlaşmasıdır. Buna göre, Avustralya 2030’larda ABD’den üç Virginia sınıfı denizaltı satın alacak (ve iki tane daha alma opsiyonu olacak). Daha sonra, ABD ve İngiltere desteğiyle, 2050’lerde sekiz adet SSN-AUKUS denizaltısı inşa edecek. Toplam maliyet: yaklaşık 300 milyar Avustralya doları.
Bu anlaşma dönemin başbakanı Scott Morrison tarafından diplomatik bir zafer olarak lanse edilmişti, ama ben hep bunu bir vasalın hegemona ödediği haraç gibi gördüm. ABD için daha kârlı bir anlaşma olduğu açıktı. Bu yüzden Trump hükümetinin anlaşmayı gözden geçirme ve hatta iptal etme planlarını duyunca şaşırdım.
Neden? Muhtemelen ABD, Avustralya’nın savunma harcamalarını şimdi yapmasını, 2050’lere bırakmamasını istiyor. Çünkü herkes biliyor ki ABD–Çin gerilimi 2050’ye kadar çoktan çözülmüş olacak—ya
Çin’in iç çöküşüyle, ya
ABD’nin ekonomik iflasıyla, ya da
Açık bir askeri çatışmayla.
Bu üç senaryoda da, 2050’lerde nükleer denizaltılara sahip güçlü bir Avustralya, zayıflamış bir ABD için potansiyel bir sorun teşkil edebilir.
-+-+-+-+
İstanbul - Brisbane fiyat kıyaslaması - AT endeksi
Temmuz ayında, Avustralya (AU)-Brisbane Coles süpermarket ve Türkiye(TR)-Istanbul Migros süpermarket fiyatlarını karşılaştırmak için AT endeksi diye bir sepet yapmıştım. Bu sepet için 22 Temmuz fiyat kıyaslaması aşağıda Türk Lirası olarak resmediliyor. Avustralya fiyatlarını Türk lirasına çevirirken, döviz kuru olarak 1AUD=26.34TRY kullandım. İstanbul’da et ve pirinç, Brisbane’dan hep daha pahalı oldu karşılaştırma süresi boyunca. Yumurta fiyatları iki ülkede hemen hemen aynı. Yumurta türleri çok fazla olduğu için tam emsalleri bulup kıyaslamak kolay olmuyor.
Ne zamandır Türkiye’de kuru soğan ucuz gidiyor.
Aşağıdaki grafikteki y-ekseni, İstanbul ve Brisbane fiyatları oranını, yani AT indeksinin tersini, gösteriyor.
Trend (kırmızı çizgi) başta yükseliyordu, yani 5 Temmuz 2024'ten sonra yılın geri kalan kısmında ortalama Türkiye fiyatları ortalama Avustralya fiyatlarına daha yaklaşıyor gibiydi. Ancak son bir kaç ayda TR fiyatları Avustralya fiyatlarına göre alçalmaya başlamış. Bunun nedeni döviz kurlarındaki değişim olmalı çünkü Türkiye’de enflasyon devam ediyor.
Sepetteki ürünlerin toplam maliyetinin ayrı ayrı her iki ülkede yerel para ile 5 Temmuz 2024’den beri nasıl değiştiğini aşağıda görebilirsiniz.
Maaşlar
Avustralya’da asgari ücret, saat başı olarak ifade ediliyor ve 3 Haziran 2025'te saati 25 Avustralya dolarına yükseltildi. Bir ayda 160 saat çalışılır dersek, aylık ücret olarak 4000A$'a denk geliyor. Asgari ücret alan Avustralyalı işçiler yaklaşık 2,6 milyon veya toplam Avustralya iş gücünün yaklaşık %18'i.
Buna kıyasla, Türkiye'deki asgari ücret ayda 26.000 TRY. Mevcut döviz kuruna göre bu, ayda 1018A$'a denk geliyor.
Kullandığım veri tabanı ve yazılımları github’dan indirebilirsiniz isterseniz.