Türkiye Cumhuriyeti - Olgunlaşma Çağı
Türkiye, yüz yıllık tarihinin üçüncü dönemine giriyor. Çok kutuplu ROGUE dünyasında, Yakın Doğu'nun hakim gücü olabilir Türkiye bu dönemde.
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
İstediğiniz Paylaş opsiyonu yoksa, doğrudan linki kopyalayıp dilediğiniz yere gönderin.
-+-+-+-+
Bu yazıya 31 Mart 2024 Türkiye belediye seçimleri öncesinde başladım. Seçim sonuçları yazının ana noktalarını destekler gibi görünüyor ama bu kadar da önemli değil. Bu yazıyı yazmadaki esas amacım, bireysel siyasi aktörlerin çabalarını irdelemek değil, benim dünyanın öbür ucundan görebildiğim kadarı ile milletin tarihsel gelişimini kayda geçmek.. Bu tarihsel gelişim içinde seçim sonuçları deniz üstündeki köpük gibi. Derin dip akıntıları köpüklerden daha önemli.
Küresel politikaya ilişkin aşağıdaki kavramlardan bazılarını daha önce tanımlamıştım: mesela, yeni ROGUE çağıyla ilgili ilk mesajım. Elitlerin fikir birliği terimi ve bunun ulusal kalkınma açısından benzersiz ehemmiyeti ise başka bir geçmiş gönderi konusuydu geçen sene. Hatırlamıyorsanız, bu sayfalara tekrar bir göz atmak isteyebilirsiniz.
Bu son yazım, o küresel gelişmeler bağlamında, yeni bir döneme giren Türkiye'yi konu alıyor. Önceki iki dönem şunlardı:
* 1923 - 1980 Konsolidasyon
* 1980 - 2024 Revizyon
Türkiye üçüncü döneminde önemli bir bölgesel güç olarak yükselecek. Bana öyle geliyor. Hepimizi ilginç günler bekliyor. Ama baştan başlayalım.
Konsolidasyon, 1923 - 1980
1. Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsız bir Türkiye'nin bekası tehlikeye girmişti. Mustafa Kemal Atatürk'ün önderlik ettiği yorucu bir askeri harekatın ardından bu tehlike giderildi ama bu ne kadar kalıcıydı. Zafer sonrası kurulan yeni Cumhuriyetin sağlamlaştırılması, Mustafa Kemal ve yoldaşlarının ilk ve en önemli önceliğiydi.
Onlar Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı topraklarından (Yunanistan ve Balkanlar) geliyorlardı. Bu Cumhuriyetin ilk yıllarını anlayabilmek için önemli bir nokta. Bir an kendinizi onların yerine koyun. Ata toprakları olduğunu düşündükleri mekanlarda birden bire top yekün kırım ve sürgüne maruz kaldılar. Halbuki, 500 yıldır orada yaşıyorlardı1. Üstüne üstelik, Savaş sonrası İzmir’den başlayan İngiliz destekli Yunan işgali, Türklerin Balkanlardan sürgününü Türklerin top yekün yok edilmesine dönüştürme tehdidini içeriyordu.
Bildiğimiz gibi, Yunan işgali püskürtüldü ve Temmuz 1923'teki Lozan anlaşmasıyla yeni Türkiye'nin sınırları tanındı. Peki ama taze Cumhuriyet, Lozan’daki muhataplarına güvenebilir miydi? Anlaşmaların yalnızca bir sonraki savaşa kadar sürdüğü o yıllarda, Mustafa Kemal'in ve arkadaşlarının bu soruyu kendilerine sormamış olmalarının imkanı yok.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan bazı uygulamalara sağdan soldan ve bazen ciddi eleştiriler yapıldığını biliyorum. Kurucu zihniyeti tasavvur etmek benim için çok zor. Genç Cumhuriyeti geliştirmek ve korumak için gerekli gördüklerini yaptıklarına inanıyorum.
Dış siyaset
Genç Türkiye, iki savaş arasındaki çok kutuplu dünya döneminde bağımsız tavrını korumaya özen gösterdi. Bugün dünya yeniden çok kutuplu hale geliyor, tarihçilerin 1920'li ve 1930'lu yılların dış politikasını inceleyerek günümüze ışık tutacak dersler çıkaracaklarını umut ediyorum. O dönemde Türkiye, Büyük Güçlerden bağımsızlığını korumaya çalışırken, yeri geldiğinde bölgesel egemenliğini sergilemekten geri kalmıyordu; mesela, Hatay'ın ilhakı. Bazı güncel meselelerle benzerlikler bence yüzeysel değil.
2. Dünya Savaşı ve sonrasında yeni tehditler ortaya çıktı. İki kutuplu bir dünya düzeni şekilleniyordu ve böyle bir dünyada hele Türkiye coğrafyasında artık bağımsız kalmak zordu. Türkiye Batı kampını seçti ve NATO üyesi oldu2. NATO üyeliği 1980'li yıllara kadar Türk Dış Politikasını belirledi.
NATO’ya uyumla belirlenen Türk dış siyasetinde, Kıbrıs bir istisnadır. Önemli bir istisna, çünkü Türkiye'nin bölgesel çıkarlarını korumak için NATO'dan bağımsız hareket etmeye hazır olduğunu (ve hala da hazır olduğunu) gösteriyor.
Yurt İçinde
Bu süre zarfında Lozan’la belirlenmiş yurt sınırları içinde yukarıdan aşağıya yeni bir yönetici elit inşa ediliyordu. Geçen sene, bir ülkenin ilerlemesi için elitlerin fikir birliğinin ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştim. O zaman değinmediğim ama ilgili bir konu toplumun geri kalanına bu elit fikir birliğinin nasıl kabul ettirildiğidir. Burada Gramsci'den geçen kısa bir sapak yapacağım.
Gramsci, elit kültürel ve ideolojik söylemlerin toplumun geri kalanı tarafından nasıl benimsendiğini, elitlerin kendi görüşlerini kültürel norm ve evrensel bir ideoloji olarak halka nasıl kabul ettirebildiklerini açıklamak için hegemonya kavramını önermişti. Elit konsensus mükemmel olduğu zaman, hegemonya öyle kusursuz çalışır ki, halk, elit ideolojiyi kendi doğal ve kaçınılmaz doğrusu olarak kabul eder ve kendi çıkarları ile uyumlu sanar.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda Mustafa Kemal ve yoldaşları küçük bir azınlıktı ama ülke için vizyonu olan tek grup onlardı. Orduyu kontrol ettikleri için iktidarlarını sürdürmediler, en tutarlı vizyonu sundukları için orduyu kontrol ettiler.
Cumhuriyetin ilk on yılı çok zor geçti. Ülkenin yalnızca ayakta kalması değil, aynı zamanda Hitler'in Almanya'sı, Mussolini'nin İtalya'sı veya Stalin'in Sovyetler Birliği gibi bir diktatörlüğe dönüşmeden bunu becermesi, liderliğin kalitesini gösteriyor.
Genç Cumhuriyet kadrolarının önündeki en zor meselelerden biri, elit tabanı genişletmekti. Saltanat yeniden inşa edilemeyeceğine göre, o günün Türkiye'sinde bu ancak, milli bir burjuvazi yaratmakla yapılabilirdi. “Yaratmak” diyorum çünkü Türk burjuvazisi diye bir şey hemen hemen yoktu. Cumhuriyet öncesi sınai ve ticari faaliyetlerin büyük kısmı Osmanlı İmparatorluğu'nun Hıristiyan tebaası tarafından yapılırdı. Bu insanların çoğu menkul sermaye sahibiydi ve Lozan'la birlikte Türkiye'yi terk ettiler. Onların yerini Müslüman Türkler aldı. Sermaye birikimi neredendi bilmiyorum. Cumhuriyet fakirdi ve üstelik Osmanlı'nın borçlarını ödüyordu. Hükümet, Sümerbank, Etibank vb. Kamu İktisadi İşletmeleri (KİT'ler) aracılığıyla ulusal sanayi altyapısını başlatabildi ama özel sektörü teşvik etmek için fazla bir şey yapacak mali gücü yoktu. Sermaye birikiminin kaynaklarından biri muhtemelen köylülüğün sömürülmesiydi. Küçük kasabalarda Cumhuriyetçi Parti'ye (CHP) karşı bugüne kadar süren düşmanlık o günlerde bu nedenle başlamıştır sanırım.
Konsolidasyon dönemine damgasını vuran iki dikkate değer sosyal süreç vardı:
Silahlı kuvvet kadrolarının süregelen idealizmi
Elit tabanının bütün zorluklara rağmen genişletilmesi
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yönetici elit, eski İttihat ve Terakki Cemiyeti geleneğini sürdüren subay ve sivil karmasıydı. İdealisttiler ve kişisel servetle ilgileri yoktu. İdealizm, dünyanın başka yerlerinde de devrimci kadrolar için müstesna bir durum değildir ama, Türkiye için değişik olan şey, devrim yılları geçtikten sonra da, bu idealizmin, komutan kadroların dikkatli bir şekilde yetiştirilmesi yoluyla silahlı kuvvetlerde birkaç nesil boyunca sürdürülmesidir.
Aynı askeri komutanlar Atatürk'ün ordunun siyasete karışmaması gerektiği yönündeki düsturunu da benimsemişlerdi. Cumhuriyetin ilk günlerinden itibaren yönetici elit, sivil gücü artırarak tabanını genişletmek istedi ama bunu ancak ve ancak yeni rejimin temel karakterini koruyarak yapmak istedi. Bu iki amaç birbiriyle zaman zaman çatıştı. Örneğin, 1930'da bir ikinci bir parti olarak Serbest Fırka'nın kurulmasıyla çok partili rejim denendi, ancak yeni partiye desteğin Cumhuriyeti tehdit eder bir hal alması üzerine bu karardan geriye dönüldü ve Serbest Fırka kapandı.
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. madde düzenlenmesi ile orduya rejim koruma görevi verilmesi, Serbest Fırka olayından sonra oldu (Çelik, 2019).
35. madde, ordunun iktidarı ele geçirmesi değildi. Madde, ordu komutanlarına siyasetin üstünde durmaları tavsiye edilirken, siyasetçilerin Cumhuriyetin temellerini tehdit ettiğini düşündüklerinde müdahale ve düzeltme görevi veriyordu.
1946'da çok partili seçimler yapıldı ve 1950'de muhalefet Demokrat Parti olarak iktidara geldi. Demokrat partinin aşırılıkları 27 Mayıs 1960 askeri darbesine yol açtı. Ancak ordu darbe sonrası iktidarda kalmadı ve seçimler yapıldı. Yeni anayasa yazıldı ve bu anayasa içinde devleti siyasetçilerden koruyacak anayasa ve kanun hükümleri icat edildi3. 12 Mart 1971 de tekrar darbe oldu. Sivil siyaset ile rotayı düzelten askeri müdahaleler arasındaki bu gidiş-geliş 1980 yılına kadar devam etti.
1980 darbesi son başarılı askeri düzeltmeydi. Onun için ilk dönemi, Konsolidasyon Dönemini 1980 yılında kapatıyorum. 1998'deki son müdahaleyi başarılı saymıyorum, çünkü bu müdahale AK Parti'nin iktidara gelmesine önemli bir katkı sağladı ve darbecilerin niyetlerinin tam tersi bir etki yarattı.
AK Parti 2002'de oyların yalnızca yüzde 34'ünü almasına karşın parlamentodaki sandalyelerin üçte ikisini elde etti. Parlamentodaki bu orantısız temsil, marjinalleri parlamentonun dışında tutarak istikrarı korumak amacıyla 1980 darbesiyle icat edilen Türk seçim kanunundan kaynaklanıyordu. Bu cunta icadı, halk oylarının yalnızca üçte birini alan İslamcı bir partiye üçte iki çoğunluk sağladı.
Revizyonist Dönem, 1980-2024
1980'lerde iki paralel gelişme Türkiye Cumhuriyeti'nin doğasını dramatik biçimde değiştirdi:
1980'lerdeki Özal reformları, o dönemde diğer kapitalist ülkelerde eş zamanlı yaşanan ticaretin liberalleşmesi, değişken döviz kurları gibi önlemleri içeriyordu. Reformlar ülkenin iç dinamiklerini değiştirdi. Türkiye, ilk Özal hükümetinden 15 yıl sonra ekonomik açıdan çok daha karmaşık bir ülkeydi.
Berlin Duvarı 1989'da yıkıldı. Ağustos 1991'de, Sovyet Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'a karşı başarısız bir darbe girişimi oldu. Bu durum Sovyet rejiminin dağılmasını hızlandırdı ve Sovyetler Birliği 26 Aralık 1991'de resmen dağıldı.
Özal'ın reformları iç güdümlü gibi görünse de uluslararası bir eğilimin parçasıydı. Örneğin Avustralya Aralık 1983'te, Türkiye ile hemen hemen aynı dönemde dalgalı kur uygulamasına geçmiştir.
Her iki gelişme de ordunun Türk toplumundaki rolünün azalmasına katkıda bulundu. Bu rol değişiminin nasıl ilerlediği ilginç ama benim kapsamımın dışında. Önemli olan şu ki, Şubat 1998, askeri komutanların son müdahalesiydi. Müdahale, Erbakan'ın İslamcı hükümetini devirmesi nedeniyle anlık olarak başarılı olmuş gibi görünse de, 2002'de iktidara gelen ve o tarihten bu yana iktidarda olan AK Parti'nin yükselişinin de önünü açtı.
Türk elit revizyonist görüşleri içine alarak yeniden yapılanması 1980'de başladı ancak 2002'de AK Parti'nin iktidara gelmesiyle hızlandı. Süreç böyle anlatıldığında AK Parti için isyan değil elit projesi denilebilir. Bence, AK Parti projesi, Türk elitinin cumhuriyetin kuruluşundan bu yana değişmeyen stratejisinin bir parçasıdır ve amacı şudur: "Cumhuriyetin iktidar tabanını genişletmek".
AK Parti'nin bir sapkınlık ve Cumhuriyetçi statükoya isyan olduğunda ısrarlıysanız, Deniz Baykal'ın 2002'de Erdoğan'a siyasete girmesini engelleyen tedbir kararının kaldırılmasına destek olarak ona neden yardım ettiğini açıklayamazsınız4. Deniz Baykal’ın Erdoğan desteği orada bitmedi. Haziran 2015'te AK Parti'nin meclis çoğunluğunu kaybetmesi üzerine, Baykal tekrar Erdoğan’ın yanına koşup tavsiyelerde bulundu5.
Tüm elitler oligarşinin genişlemesi konusunda hemfikir değildi. 1923'ten bu yana iktidar koalisyonunda yer alan ve içlerinde dindar Anadolu eşrafına karşı Serbest Fırka’dan hatta Menemen’den kalan bir çekince taşıyan laik askerler ve aydınlar AK Parti ile bir arada gözükmek istemediler. AK Parti’yi iktidardan göndermek için mücadele ettiler ama kaybettiler.
Ordunun rejimi koruma ve kollama görevinin kanundan çıkarılması kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi 2013 yılında AK Parti Hükümeti tarafından değiştirildi. Yeni versiyonda, askeri kuvvetlerin sorumluluğu "Türk devletinin harici6 tehdit ve tehlikelere karşı korunması" olarak tanımlandı. MHP ve CHP ise bu değişime karşı çıktılar ve dış tehditleri iç tehditlerden ayıramayacağımızı, ordunun görevinin hepsini kapsaması olduğunu savundular.
Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır.
Bazı yorumcular bunun laik Cumhuriyet'in sonunun başlangıcı olduğunu iddia etti; çünkü ordunun kenara çekilmesi halinde AK Parti'nin Atatürk'ün Cumhuriyeti'nin yerine İslamcı bir rejim kurmasını artık hiçbir şeyin engelleyemeyeceğini düşünüyorlardı.
AK Parti'ye oy verenlerin çoğunluğunun laik Cumhuriyet'e karşı olmadığını düşündüğüm için ben hiç bir zaman bu kaygıları paylaşmadım. Görüşlerim kişisel olarak tanıdığım ve yazılarından bildiğim insanlardan oluşan sınırlı bir örneklemeye dayanıyordu ama bence bu sınırlı örnek çoğunluğu tasvire yeterliydi. İslamcı olmayan bir çok insan AK Parti'yi destekledi çünkü her on yılda bir yapılan askeri darbelerle desteklenen ve hizaya sokulan laikliğin sekter yorumundan bıkmışlardı.
Bu arada, şunu söylemeden geçemeyeceğim. Eğer AK Parti, Cumhuriyetçi elit konsensüsünün bir projesiyse, Gülenci hareket de bir CIA projesi, bir Truva Atıdır. Ak Parti ve Gülenciler ilk başta işbirliği yaptı ancak kısa sürede çatıştılar ve 2016'daki başarısız darbe girişiminin ardından Gülenciler yenilgiye uğratıldı. Fethullah Gülen hareketi, CIA'in Türk eliti içine sızma taktiğinin bir parçası olarak yorumlanabilir ancak bu oyun başarısız oldu.
Şimdi ne olacak?
Revizyonist dönem artık sona ermiştir. Yeni bir elit konsensus oluştu. Bu konsensusun parametrelerinin şunlar olduğunu düşünüyorum:
Türkiye Batılı kimliğini korurken kendi bağımsız bölgesel ve küresel politikalarını geliştirecek
Türkiye, ABD'nin Orta Doğu'dan çekileceğini ve bunun bölgesel güç dinamiklerinde boşluk yaratacağını öngörüyor. Özellikle, Ukrayna’ya karşı kazanacağı Pyrrhus zaferinin ardından Rusya'nın zayıflamasıyla birlikte Türkiye bu boşluğu doldurmayı hedefleyecek.
Revizyonist dönemde elitler arasındaki kıran kırana geçen mücadeleler sırasında yıkılan yargı ve diğer bürokrasinin bağımsızlığı yeniden tesis edilecek7 .
Sermayeden yana politikalar devam edecek
Özal'la başlayan ancak AK Parti'nin popülist politikalarından zarar gören ekonomik liberalleşme yeniden sürdürülecek.
Bu noktaların her biriyle ilişkili ek sonuçlar vardır. Örneğin bölgesel hegemon olma hırsı, Kürtlerle barışmayı ve zayıflamış İsrail'le işbirliği yapmayı gerektirecektir. Bu aynı zamanda ordunun oligarşiye yeniden katılması anlamına da gelecek ama bu sefer hükümeti arada bir sigaya çeken komutan kadrolar olarak değil ABD ve diğer bazı ülkelerde olduğu gibi askeri-endüstriyel kompleksin parçası olarak.
Bir de bu yeni mutabakatı gerçekleştirecek siyasi aktörün kim olacağı sorunu var. Erdoğan bunun kendisi olması için çalışacak kuşkusuz. Ama bence Erdoğan’a biçilen esas misyon, popülizm desteğini kullanıp sert tedbirler alarak ekonomiyi düzeltmesi ve ondan sonra yeni vizyona daha uygun bir kimliğin devr alması. 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefet partilerinin seçimi Erdoğan’a ikram etmelerinin sebebi buydu ve bence bugün bütün söylediklerine rağmen Kılıçdaroğlu da iateyerek ya da mecburen bu kumpasın bir parçasıydı.
Erdoğan hala genç ve sıhhatli olsaydı belki halk desteğini yıkmadan sert tedbirler alıp ekonomiyi döndürmeyi becerebilirdi. İlk başa geldiğinde, Kemal Derviş’in sıkı ekonomi politikalarını nasıl başarıyla uygulamış olduğunu biliyoruz. Artık bunu yapacak gücü olduğunu sanmıyorum; ama, eğer başarılı olursa, 2028 seçimini AK Parti kazanır. Daha güçlü bir ihtimal ise yeniden gençleşmiş bir CHP. Bu gençleşme, partinin tarihsel altı okunun yeniden gözden geçirilmesini gerektirecektir8 bence. Bugün siyaset arenasında başka bir seçenek yok gibi görünüyor ama CHP ve AK Parti'nin merkezin karşıt kanatlarından sekter siyasetlerini sürdürmeleri durumunda ortadan yeni bir üçüncü partinin sıyrılıp serpilmesi her zaman mümkün.
REFERANSLAR
Çelik, S. (2019). Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 35. Maddesi ile Ordunun Koruma ve Velayet Görevi. Sosyal Bilimler Güncel Araştırmalar Dergisi, 9(4), 203-222.
Kısa Kısa
Şişe mantarı üreticilerinin son sığınağı çevreci söylemler
Semafor, 3 Nisan 2024
-+-+-+-+ Beş yıl önce İstanbul'da bir arkadaşla bir şarap şişesi için en iyi kapağın geleneksel mantar mı yoksa vidalı kapak mı olduğunu tartıştığımızı hatırlıyorum9. O zamanlar Avustralya'da vidalı kapaklar yerleşmişti ve yararları iyi biliniyordu. Ancak arkadaşımı ikna edemedim. O günden bu yana tüm dünya Avustralya'nın vidalı kapağının şişedeki şarabı koruma açısından üstünlüğünü kabul etti. Mantarın kala kala tek savunma tezi ağaçta yetişmesi şimdi. Semafor'dan kopyalıyorum:
Şarap üreticileri, çevre için mantar mı yoksa vidalı kapak mı daha diye soruyor. Tartışma, önce hangisinin şarap kalitesini daha iyi koruduğu üzerineydi: Mantar kapaklardan şişeye oksijen girme riski giderilemediği için vidalı kapak bu tartışmayı kazandı. Ancak şimdi karbon atıkları üzerinden tartışma başladı. Mantar ormanları karbon yutaklarıdır, vidalı kapaklar ise alüminyumdur ve teorik olarak geri dönüştürülebilir. Her ikisinin de üreticileri, durdurma yöntemlerinin en çevreci yöntem olduğunu kanıtlamak için çalışmalar ve raporlar yaptırmışlar. Şarap eleştirmeni Jancis Robinson, Financial Times'da şöyle yazmış: "Vidalı kapakların şarap için mükemmel bir mantar kadar iyi olduğuna inanıyorum", ama gezegen için hangisinin daha iyi olduğunu çözemiyorum.”
Derin Jeotermal geri mi dönüyor?
Power, Nisan 2024
-+-+-+-+ Yirmi yıl önce Avustralya'da derin jeotermal enerjinin dünyayı kurtaracağını düşünüyorduk. On şirket hedefe ilk ulaşmak için yarıştaydı. Mebzul miktarda paralar harcandı ve bunların çoğu özel sermayeydi. Netice büyük bir hayal kırıklığı oldu. Derin jeotermal enerjinin temel önermesi, üç ila beş kilometre derinlikteki kayaların dünyanın hemen her yerinde sıcak olması ve eğer bu ısıya erişebilirsek, neredeyse sınırsız bir kaynağın kilidinin açılacağı doğru ancak o zamanlar Avustralya'da bu ısıyı yüzeye çıkarmanın çok pahalı olduğu ortaya çıktı. 2013 yılındaki Avustralya Jeotermal Enerji Konferansı'nda, Avustralya'da kaya sıcaklığı 225 C olan 5 km derinliğindeki kuyularda derin jeotermal enerjinin ticari fizibilitesi için üç koşulu sıralamıştım:
Kuyu maliyetleri = Kuyu başına yaklaşık 15 milyon dolar (Avustralya doları)
%50 daha iyi güç dönüşümü
Akış Hızı = 30-60 kg/s
O zamanlar ilk koşulun başarılması en zor şey olduğunu düşünmüştüm.
On iki yıl sonra, Power dergisinde Sonal Patel, ABD şirketi Fervo Energy'nin sondaj maliyetlerini önemli ölçüde azaltmadaki başarısını bildiriyor. Fervo, Utah, Beaver County'deki Cape İstasyonunda açılan dört kuyuda sondaj maliyetlerini kuyu başına 9,4 milyon dolardan 4,8 milyon dolara düşürmeyi başarmış.
Fervo kuyuları, Geodynamics'in Avustralya Innamincka'da açtığı beş kuyudan daha sığ. Bununla birlikte, gelecekteki kuyularda da kuyu başına 4,8 milyon dolar (7,4 milyon Avustralya doları) maliyetleri sürdürülebilirse, tüm dünyada derin jeotermalde bir canlanma meydana gelebilir.
Dolarınız varsa İstanbul gayrimenkulü çok ucuz
-+-+-+-+ Gayrimenkul danışmanlığı Knight Frank'ın son raporu dünyanın farklı şehirlerinde 1 milyon doları vererek kaç metrekare birinci sınıf mülk satın alabileceğinizi listeledi. Raporda İstanbul’un ismi geçmiyor. REMAX sitesine baktım ve kendi kendime 1 milyon dolara Beşiktaş belediyesi sınırları içinde ortalama 266 m2 alan satın alınabileceğini hesapladım. İşte sol sütunun alt kısmında İstanbul'u benim eklediğim Knight Frank grafiği:
Aşağıdaki REMAX web sayfası verilerine dayanarak 266 m2/1 milyon ABD Doları hesapladım:
Youtube
Sabine Hossenfelder (SH) YouTube kanalının üç yıl önce kurulduğundan beri abonesiyim. Videolarının hepsi ilgimi çekmiyor ama seyrettiklerimin hiç birinde bir yanlışa rasgelmedim. Brian Keating'in Lex Friedman röportajında SH'ye yapılan bir atıfı hatırlıyorum. Bu, YouTube kanalını açtıktan yaklaşık bir yıl sonraydı. Brian, SH’ın Nobel ödülüne layık bir fizikçi olduğunu, video çekmekle yeteneklerini boşa harcadığını düşünüyordu. Lex karşıt görüş bildirmedi.
Bu videoda Dr Hossenfelder neden akademisyen değil de YouTuber olduğunu açıklıyor. Çok samimi bir şekilde yürekten gelen bir sunum. Alman Kurumları hakkında dile getirilen kritik noktalardan bazıları Avustralya üniversiteleri ve araştırma kuruluşları için de geçerli bence.
Üniversite kariyeri ilginizi çekmiyor olsa bile videoyu izlemenizi öneririm. Eminim ilginizi çeken kısımlar bulacaksınız.
Sunumunda SH’ın öğretmenlik konusuna değinmemesi ilgimi çekti. Benim için üniversitede çalışmanın temel nedeni, her zaman ayrıcalıklı bir konum olduğunu düşündüğüm, gelecek neslin eğitimine katılmak olmuştu.
Günlük
-+-+-+-+ Torunumuz Eleanor'a haftada iki gün biz bakıyoruz. İkiden birinde, Salı’ları, haftalık aile yemeğimiz var. Bu, Eleanor doğmadan önce Taylan ve Yi ile başlattığımız bir gelenekti ama artık torun için masada fazladan bir iskemlemiz var. Oturma düzeni, Eleanor ve benim masanın iki ucunda oturmamız şeklinde ortaya çıktı. Meliz, Eleanor'un yanında oturmayı seviyor ve Taylan ile Yi ortada birbirlerine karşılar. Eleanor akşam yemeği boyunca bana düşünceli bir ifadeyle bakmaya devam ediyor, bu bakışlarını "masa başında önemli kişiler oturur, bu gruptaki önemliler ben ve Dedo olmalı" şeklinde yorumluyorum. Bu gözlemimi henüz çocuklarla ve Meliz'le paylaşmadım.
Ayda bir kez salı akşam yemeğinde barbekü yaparım.
Etin hazırlanışından, pişirilmesinden ve yemesinden daha önceki bir yazımda bahsetmiştim. Bugün ertesi günkü temizlikten bahsedeceğim.
Pişen etler sofraya alındıktan sonra ocakları on beş dakika kadar çalıştırarak yağların yakılmasını sağlıyorum. Taylan, bunun çoğu insan için yeterli mangal temizliği olduğunu söylüyor. Ama ben çoğu insan değilim.
Çocuklarla akşam yemeğinin tadını çıkarıyorum ve ertesi sabah demir plakaları ön bahçeye götürerek barbekü temizliğine başlıyorum; önce hortumla yıkarım; daha sonra bulaşık yıkar gibi sünger ve deterjanlı sıcak suda yıkar tekrar hortumla durularım; ve nihayet güneşte kurumaya bırakırım:
Elbette onları gıcır gıcır temizlemek imkansız ama bu yöntem yeterince temiz oluyor.
Dökme demir plakalar kururken altlarındaki alanı temizliyorum:
Yanmış yapışmış yağın isin çıkması imkansız ama yine de süngerle iyice ovalarım.
Dış yüzeyler için standart bir mutfak spreyi kullanıyorum:
Paslanmaz çelik yüzeylere has özel temizleyiciler var ama çevreye daha duyarlı olmaya karar verdim. Sıradan mutfak spreyi ayna gibi parlak yüzeyler yaratmıyor ama bence bu bir sorun değil.
Bu arada demirler kurumuştur. Tekrar yerlerine koyup hafiften yağlarım
Yemek pişirmek için zeytinyağı harici sıvı yağ kullanmayız, bu yüzden barbekü demirlerini yağlamak için de aynı yağı kullanıyorum. Eskiden kağıt havlu ile silerdim ama kağıdın liflerinin yapışıp demirde kalması hoşuma gitmedi. Plastik de istemiyorum. Yukarıda gösterilen ürün tamamen bitki bazlı ve dayanıklı bir dokusu olduğundan lif bırakmıyor. Onu kullanıyorum yağ bezi olarak.
Yağlamadan sonra böyle görünüyor:
Kapağı kapatın ve bir sonraki barbekü için her şey hazır:
Süngerin temizlenmesi için süngeri su ve çamaşır suyu karışımında birkaç saat bırakıyorum.
Süngeri satın almak zor olduğu için atmıyorum. Bu süngerleri yerel süpermarketten değil Bunnings'ten alıyoruz. Coles ve Woolies'teki ucuz süngerler, tüm bulaşıklarını elde yıkayan insanlar için hiç iyi değil.
-+-+-+-+ Geçen kasım ayında bir arkadaşım kalp krizi geçirdi ve açık kalp ameliyatı olmak zorunda kaldı. Şu anda iyi. Geçen Pazar birlikteydik ve ona kalp krizi geçirdiğini nasıl anladığını sordum. Gece saat 2'de uyandığını, tuvalete gitmek zorunda kaldığını ve kustuğunu söyledi; Yatağa geri dönmüş ama sabah saat 3'te tekrar kusma nöbeti geçirmiş; bu ciddi bir durumla karşı karşıya olunduğunu anlamak için yeterli olmalıydı, ama yediği bir şey olduğunu düşünmüş yine yatmış; saat 4'te tekrar kusmak güdüsü ile kalktığında bu sefer karısı uyanmış ve durumu ele almış. Eşine başka ağrı olup olmadığını soruyor ve sol kolun üst kısmında ağrı olduğunu duyunca hemen ambulansı arıyor. Hastane, eğer ertesi güne kadar bekleselerdi adamın muhtemelen ölmüş olacağını söylemiş. Yukarıda da söylediğim gibi şu anda durumu iyi. Sağ bacağındaki bir damarı eksik. Çıkarılıp kalbe hizmet eden atardamarların onarılmasında kullanılmış. Pacemaker yok. Kalbin artık çok sağlamlaştı, ölümün kalpten olmayacak demiş cerrah.
Pascal Hagi
-+-+-+-+ Türkiye gezimize hazırlanıyoruz. Biz uzaktayken bir arkadaşımız Pascal ve Hagi'ile evde kalacak. Pascal ve Hagi'ye yeni oyuncaklar aldık ve onlardan özür dilemek babında kafeslerinin duvarlarına astık:
Okuduğum Kitaplar
Alastair Reynolds'un kitabını yeni bitirdim: Machine Vendetta.
Panoply adlı örgütün üst düzey isimlerinden biri olan Komiser Dreyfus hakkındaki üçüncü ve muhtemelen son kitap. Panoply, Yellowstone gezegeninin etrafında dönen, topluca Parıltılı Bant olarak adlandırılan on bin şehir devletinin ve habitatın güvenliğinden sorumlu bir polis teşkilatı. Yellowstone, Epsilon Eridani yıldızının etrafındaki iki gezegenden biri (NASA web sitesine göre bir gaz devi olan gerçek Epsilon Eridani ile Reynolds’un kitaplarındakı Epsilon Eridani arasında bir ilişki yok) ve Reynolds, o gezegende geçen başka kitaplar da yazdı.
Prefect Dreyfuss serisini okumadan önce Alastair Reynolds'un tüm diğer Epsilon Eridani kitaplarını okumanıza gerek yok. Ama dizinin ilk iki kitabını okumuş olmanız şart. İkinci kitap, Elysium Yangınları’nda, Komiser Dreyfuss iki sahtekar yapay zekayla uğraşıyordu: Clockmaker ve Aurora. İki yapay zeka birbiriyle savaşıyordu ve kitap o iki arasında beraberlikle sonuçlandı. İkisi de birbirlerini alt edemediği için, insanlara da müdahale edemiyorlardı ve bu Dreyfuss için iyi bir sonuçtu.
Bu üçüncü kitapta yapay zekalardan biri diğerini kandırıyor ve etkisiz hale getiriyor. Artık yapay zekanın Epsilon Eridani sisteminde yaşayan insanlık için planları var ve Dreyfuss'un işi zor.
Kitapla ilgili özellikle iki noktaya değinmek istiyorum. Hikaye ilgili yazmayacağım belki okursanız diye.
Hegemon devlet yokken polislik
Parıltılı Bant'taki on bin şehir devletinin hepsi tek tek kendi kendine yeterli. Şehir devletleri kendi enerjilerini, kendi ulaşımlarını (hepsi Yellowstone gezegeninin etrafında döndüğü için kimsenin yol inşa etmesine gerek yok) ve kendi yiyeceklerini üretiyorlar. Sosyal refah yok, bir şehir devleti iflas ettiğinde vatandaşları ya onunla birlikte ölüyor ya da imkanı varsa başka bir yaşam alanına göç ediyor. Merkezi bir devlet olmasa bile şehir devletleri arasındaki barışın sağlanması için merkezi güvenliğe ihtiyaç var ama. Aynı zamanda güvenlik örgütünün fiili diktatör haline gelmesini de istemezsiniz ve ona göre bir düzen tesisi gerekir. Bunlar ilginç sorular ve Reynolds hikayenin arasında bunlara değiniyor.
Saf yapay zeka mı insan yüklemesi mi?
Yapay zekalardan biri, Saatçi, tamamen nir bilgisayar programı. Diğeri ise Aurora, genç bir kızın dijital yüklemesinden türetilen bir yapay zeka. Aurora kendisini bir insan olarak görmüyor ama yine de kıskançlık, kıskançlık ve kibir gibi insani duygularına dair ilginç göndermeler var. Saf yapay zekanın bu tür duyguları yok. Esas olarak insanlara karşı kayıtsız. Aurora ise insanlardan nefret ediyor. İnsan beyni yüklemelerinin mümkün olup olmayacağından emin değilim ama bu gerçekleştiğinde, ilave güçlere de sahip yüklenmiş bir beyin kopyası yapay zeka olarak kabul edilebilir mi?
Bu, Amerikalıların, Amerika kıtasında yaşadığı Columbus'tan bu yana süre ile yaklaşık aynı uzunluktadır.
Türkiye’nin nasıl NATO üyesi olduğu ve üyelik hakkı kazanmak için yaptığı icraatlar çok ilginç aslında. Yazacaktım ama bu yazı çok uzar hiç bitmez korkusuyla imtina ettim.
Mesela, tüm yargı kademeleri, darbeci görüşleri ilelebet muhafaza edecek şekilde yeniden tasarlandı. Anayasa Mahkemesi kuruldu ve bu mahkeme üyelerini junta atadı. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerini atıyor. Bunların üçü bir araya gelip tüm hakim ve savcıların iş ve özlük haklarını belirleyen Yüksek Hakimler Kurulunu atıyorlar. Yüksek Hakimler Kurulu da zamanı gelince Anayasa Mahkeme üyelerini atıyor. Bunu ezberden yazdım, esas mevzuat detaylarda biraz değişik olabilir.
2002 yılında Deniz Baykal CHP'nin genel başkanı idi ve Erdoğan daha önceki bir mahkumiyet nedeniyle siyasetten men edilmişti. Yasağın süresi sonsuza kadardı. Baykal, bu yasağı kaldırıp Erdoğan'ın Meclis'e seçilip AK Parti'yi devralmasını mümkün kılan anayasa değişikliğine destek oldu. CHP desteği olmadan AK Parti'nin oyları yasağı kaldırmaya yetmezdi.
Baykal'ın tavsiyesinin Erdoğan'ı saldırgan bir yola sokma, uzlaşma aramak yerine seçimin tekrarlanması çağrısında bulunma ve Kasım ayında parlamentoda büyük bir çoğunluk ile kazanma konusunda etkileyip etkilemediğini bilmiyorum.
Vurgu bana ait
Bağımsızlık dediğimde, farklı elit gruplar arasında bağımsız olmayı, aksi halde elitlerin fikir birliğine uymayı kastediyorum. Başka bir deyişle bağımsız mahkemeler, yeni elit konsensusuna göre karar verecek.
Bu makaleyi yazarken, altı okun Atatürk'ün ölümünden bir yıl önce, 1937 yılında Türkiye Anayasası'na dahil edildiğini fark ettim. Dolayısıyla bunlar muhtemelen Atatürk'ünkinden ziyade İnönü Cumhuriyet yorumunun bir yansımasıdır. Bu düşünce zincirini takip edecek zamanım yok
Abone olup olmadığını bilmiyorum ama inşallah bu bölümü bir şekilde okur. O zaman mantarın hasletlerini büyük şevkle savunuyordu.
Eline sağlık Halim.