Elitler birlik olup kalkınma kararı vermeden bir millet kalkınamaz
Dercon kitabında, elitlerin fikir birliği ulusal kalkınma için elzem diyor. Katılıyor ve arttırıyorum. Sadece kalkınmak için değil kalkındıktan sonra batmamak için de elit konsensüs gerekli.
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın
Adresi kopyalayıp ( _↑_ Copy Link) WhatsApp grubunuza gönderebilirsiniz.
-+-+-+-+
1971'de üniversiteye başladığımda dünya zengin ve fakir ülkeler olarak iki kampa ayrılmıştı. Emperyalist dediğimiz zengin ülkelerin oyunlarını bozmadan fakir milletler kalkınamaz diyorduk. Biz farkında değildik ama aradaki fark daha o dönemde daralmaya başlamıştı çünkü fakir ülkelerin hepsi bizimle aynı fikirde değildi. Onlar dünya düzeni değişsin diye beklemeden kalkınmaya başlamışlardı. 1990 yılına gelindiğinde zengin ve fakir ülkelerde yaşayanları aynı eksende çizdiğimizde aynı dağda iki tepe haline geldiklerini gördük. Üzerine mavi eğriyi benim eklediğim aşağıdaki şekil, şu sıralar okuduğum bir kitaptan: Dercon, Stefan. Kalkınma kumarı. Kitap, daha öncesi için bir şekil vermemiş ama iki zirve arasındaki vadinin 1970'lerde çok daha sığ olduğunu söylüyor. Bu iddiaya dayanarak, küresel gelir dağılımının muhtemelen 1970'lerde nasıl göründüğünü gösteren mavi eğriyi ben ekledim.
![Number of people by income Number of people by income](https://substackcdn.com/image/fetch/w_1456,c_limit,f_auto,q_auto:good,fl_progressive:steep/https%3A%2F%2Fsubstack-post-media.s3.amazonaws.com%2Fpublic%2Fimages%2Ff59e42c5-c565-4dd1-a4c8-8d5202c79cc5_900x336.jpeg)
Hızla ileri sarıp şimdiki zamana gelelim. Bugün gelir dağılımı artık bimodal değil ve dünyanın zenginleri, fakirleri ve sefilleri tek bir lognormal dağılımda bir arada:
![Number of people by income Number of people by income](https://substackcdn.com/image/fetch/w_1456,c_limit,f_auto,q_auto:good,fl_progressive:steep/https%3A%2F%2Fsubstack-post-media.s3.amazonaws.com%2Fpublic%2Fimages%2Fb6bf9499-917b-40ac-9cdc-bfcef12fbf75_1010x448.jpeg)
1970'lerde bunu beklemiyordum. Kimse beklemiyordu. Hatta 1971 yılında 12 Mart cuntasının Dünya Bankasından transfer ettiği ekonomist Atila Karaosmanoğlu, Türkiye gibi bir ülkenin İtalya düzeyine gelmesinin ancak 2359 yılında olabileceğini öngörmüştü.
Yanılmışız. 2019 grafiğinin gösterdiği gibi, dünyanın fakir ve zengin ülkeleri bugün tek bir dağılım eğrisi içindeler. Bu muhtemelen 1970'ler ile 2019 arasında iki şeyin olduğu anlamına geliyor:
Zengin ülkelerde zengin ile fakir arasındaki ayrım daha da açıldı
Zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurum daraldı.
Gelişme yoksul ülkelerin hepsinde aynı şekilde olmadı. Bazı ülkeler çok hızlı gelişti, bazıları olduğu yerde kaldı, hatta bazıları geriledi. 2008'de bir iktisatçı uzman heyet, kalkınmanın bazı ülkelerde niçin kolay, diğerlerinde niçin zor olduğunu anlamak amacıyla birçok ülkeyi inceledi. Tek bir reçetenin olmadığını buldular. Farklı ülkeler farklı yollar izlemişti kalkınırken (Spence, 2008).
Buna rağmen, teorisyenler kalkınma reçeteleri yazmaya devam ettiler.
Jeffrey Sachs, 2005 yılında yayınlanan The End of Poverty kitabında ve ondan sonra yazdıklarında, kalkınamayan ülkelerin yerel coğrafik ya da iklimsel zorluklardan dolayı ya da paraları olmadığı için kalkınamadığını savundu hep. Onun çözümü daha fazla dış yardımdı.
Poor Economics'te Banerjee ve Duflo da temelde aynı şeyi söylüyorlardı bir nüansla: sadece para yardımı ile kalmayıp dış yardıma eşlik edecek çok adımlı bir müdahale programı lazım diyorlardı. Aksi takdirde paranın boşa gider dediler.
William Easterly'nin ilk kez 2006'da yayınlanan The White Man's Burden adlı kitabı temel olarak, yoksul ulusların yoksul olmasının nedenini yozlaşmış hükümetlere ve başarısız kurumlara bağlıyor ve dış yardımın bu durumu düzeltmek için hiçbir şey yapmayacağını ve hatta işleri daha da kötüleştireceğini söylüyordu.
Goldman Sachs danışmanı Zambiyalı Dambisa Moyo, Dead Aid: Why Aid Is Not Works and How There Is a Better Way for Africa adlı kitabında daha da ileri gitti. Ona göre büyük ölçekli yardımlar Afrika ekonomilerini kalkındırmak bir yana dursun felce uğratmıştı ve hükümetleri dilenci durumuna düşürmüştü. Bedava yardım değil serbest piyasa çözümlerinin merkez alınması gerektiğini savundu.
Joseph Stiglitz, Globalization and Its Discontents kitabında sorunun yardım değil, yardımın yönetimi olduğunu ve küresel yardım ve kredi sisteminde reform yapmamız gerektiğini savundu. Dani Rodrik, The Globalization Paradox: Democracy and the Future of the World Economy (2011) ve sonraki çalışmalarında benzer görüşleri dile getirdi.
Daron Acemoğlu ve James Robinson, Why Nations Fail adlı kitaplarında, başarısızlığın ana nedeni olarak 'kurum' eksikliğini tanımladılar. Tarih tarafından şekillendirilmiş olan bu kurumlar bugünden yarına tesis edilemezdi ve onların varlığı ya da yokluğu günümüzün ekonomik, sosyal ve politik davranışını belirliyordu. Son tahlilde, Acemoğlu ve Robinson, suçu yoksulların üzerine atma konusunda Easterly'den pek de farklı gözükmüyorlar: kalkınmadaki başarısızlığın nedeni fakir milletlerin kendi ulusal tarihleriydi.
Kalkınma Kumarı
Geliştirme literatürünün yukarıdaki kısa özetini Dercon'un kitabından aktardım. Stefan Dercon, tüm bu teorilerin geçerli noktaları olmasına rağmen, bazı ulusların nasıl gelişebildiğini, bazılarının ise gelişmediğini açıklamakta yetersiz kaldıklarını savunuyor. Dercon bana göre nesnel koşullardan ziyade iradeyi öne çıkaran bir açıklama yapıyor:
Başarılı büyüme ve kalkınma, bir kalkınma pazarlığı gerektirir; yani bir ülkenin elit kesimi (toplum, ekonomi ve siyaset yapısı içinde kararlar alan kişiler) büyüme ve kalkınmaya yönelik temel bir yükümlülük üstlenmezlerse kalkınma olmaz.
Successful growth and development requires the presence of a development bargain—that is, an underlying commitment to growth and development by members of a country’s elite (the people within the fabric of society, the economy, and politics who make decisions (Dercon, p 20)
Bu olurken üç şartın sağlanması gerekir:
Toplumun seçkinleri arasında kalıcı bir siyasi ve iktisadi sözleşme
Olgun ve makul işleyen bir kurumsal devlet
Hatalardan ders çıkarıp rota düzeltme yeteneği
Böyle bir yükümlülük altına girmek seçkinler için bir kumardır diyor Dercon çünkü kalkınma değişimdir ve değişim her zaman mevcut ayrıcalıkları tehlikeye atar.
Dercon'un tezi bana makul geldi ve ayrıca çok pozitif buldum. Yoksul ülkelerdeki dürüst politikacıların elleri kolları bağlı olmadığına, kalkınmak için dünya düzeninin değişmesini beklemek zorunda olmadıklarına işaret ediyor. Onlara, kalkınmanın anahtarının ülkenin elitleri arasında bir fikir birliği ve kararlılığın sağlanması olduğunu anlatıyor. Ayrıca onlara, böyle bir kalkınma iradesi üstüne fikir birliği olmadan tüm çabaların başarısız olacağını da söylüyor.
Dercon'un tezinin bence ilave bir sonucu var. Elitlerin fikir birliğinin sadece kalkınma için değil, aynı zamanda bu kalkınmışlığı korumak için de gerekli olduğunu düşünüyorum. Eğer elit konsensüsü bozulursa, çok gelişmiş bir ulusun bile Birleşik Krallık'ta gördüğümüz ve muhtemelen Amerika Birleşik Devletleri'nde görmeye başladığımız gibi zorlanmaya başladığını görüyoruz. İsrail’de de bunu görüyoruz bence ama orada durum çok daha karışık. Becerebilirsem ayrı bir zamanda yazacağım.
Dercon'un kitabı, kalkınma kumarı hipotezini destekleyen pek çok anekdotsal kanıt sunuyor. İktisat adı verilen bu kasvetli bilimde herhangi bir hipotezi titizlikle kanıtlamak veya çürütmek zordur ve anekdot niteliğindeki kanıtlar başka kanıtlar kadar geçerlidir bence.
References
Acemoglu, D., and J. Robinson. 2012. Why Nations Fail. London: Profile Books.
Banerjee, A., and E. Duflo. 2011. Poor Economics. New York: Public Affairs.
Dercon, Stefan. Gambling on Development. Hurst Publishers. Kindle Edition.
Easterly, W. 2006. The White Man’s Burden: Why the West’s Efforts to Aid the Rest Have Done So Much Ill and So Little Good. Oxford: Oxford University Press.
Moyo, D. 2009. Dead Aid: Why Aid Is Not Working and How There Is a Better Way for Africa. London: Allen Lane.
Sachs, J. 2005. The End of Poverty: How We Can Make It Happen in Our Lifetime. New York: Penguin Press.
Spence, M. 2008. World Bank Growth Report
Sitglitz, J.E. 2002. Globalization and Its Discontents. New York: Norton and Norton
Kısa kısa
Florida şirketi Duke Energy, güneş enerjisiyle üretilen hidrojeni gaz türbinlerinde kullanacak
Power Magazine, 16 Kasım 2023, Sonal Patel
Fazla elektriğin hidrojen olarak depolanması ve hidrojen yakan bir türbin kullanılarak ihtiyaç duyulduğunda tekrar elektriğe dönüştürülmesi konsept olarak basit. Teknik zorluklar var. GE Vernova (eskiden sadece GE General Electric denirdi), Duke Energy ve danışman mühendislik firması Sargent&Lundy, 2024'ün sonlarında Duke Energy'nin Florida'daki DeBary enerji santralinde dünyanın ilk pik (peaking) hidrojen türbinini başlatmayı planlıyor. Bu santralde şunlar var şimdi:
74.5 MWe Güneş PV
692 MWe gaz (altı GE 7B ve dört GE 7E turbini)
Plug Power'dan alınan iki adet 1 MW'lık PEM elektrolizörü %65 verimle saatte 36 kg H2 üreteceklermiş.
SAĞLAMA - Verimlilik, çıktının girdiye oranıdır. Çıktı, hidrojen ısıtma değeri (MJ/kg) ve üretim hızı (m, kg/s) çarpımıdır. Üretilen hidrojen gaz türbininde yakılacak. Bu nedenle Alt Isıtma Değeri (LHV) kullanılmalıdır: LHV=120 MJ/kg; m=36/3600 kg/sn. Girdi, PV dizisinden gelen elektrik = 2 MWe. Dolayısıyla verimlilik %60'tır:
Haberde yazılandan daha düşük bir verimlilik hesaplıyorum. Farkın nedenini bilmiyorum. Kendi sonucuma daha çok güveniyorum.
Makale tasarlanan türbin verimliliğini belirtmemiş. Tipik pik (açık çevrim) gaz türbini verimleri %35-40 civarındadır. Hidrojen türbininin benzer verimliliklere sahip olacağını varsayarsak, gidiş-dönüş verimliliği (elektrik çıkışının elektrik girişine bölümü) %60 x %40 = %24 olur. Bu çok düşük. Türbin bir şebeke hizmeti (talebe göre güç sağlayarak elektrik şebekesinin istikrarına yardımcı olmak) sağlarken elde edilecek yüksek fiyatlara rağmen, bunu ticari olarak kazançlı bir teklif olarak görmekte zorlanıyorum.
._._._._
You Tube
Bu video yolsuzlukla mücadele kampanyası yürüten bir diktatör hikayesi anlatıyor. Hikayenin amacı, oyun teorisi dinamiklerinden bazılarını kullanarak bir ülkede olabilecek şeyler üzerine bir alegori oluşturmak.
The New Enlightenment with Ashley adlı bu kanalın abonesiyim. Çok aboneli bir kanal değil. Ben seçilen konuları genellikle ilginç buluyorum. Bu videoyu da ilginç bulduğum için buraya yazdım. Bahsettiği hileler, birçok ülkede bir taşla iki kuş vurmak, hem kitlesel muhalefeti yatıştırmak hem de siyasi rakipleri ortadan kaldırmak için kullanılıyor.
Günlük
Düzenli çimlerimizi biçen ve bahçeyi düzenleyen John isimli emekli ve bahçıvanlık işleri ile para kazanan bir arkadaşımız var. Bahçe işleri arasında kahve yapardım, kahve ve bisküvi eşliğinde sohbet ederdik. Meliz mizah zevklerimizin aynı olduğunu ondan iyi anlaştığımızı söyler. Maalesef John üç hafta önce kalp krizi geçirdi ve ameliyat ettiler. Şu anda iyi ve yakın zamanda daha iyi olacağını umuyorum. Ancak %100 iyileşse bile, özellikle Brisbane'in yaz sıcağında çim biçme gibi oldukça yorucu işler yapmasının onun için artık uygun olmayacağını düşündüm. Daha iyi olduğunda bahçe düzeni için geri döner inşallah ama çim biçme işini artık benim devralmam gerektiğine karar verdim. İki hafta önce bir çim biçme makinesi aldım ve geçen hafta da kenar kesme makinesi aldım. İkisi de pille çalışıyor. Eskiden 5 Ah pillerle çalışan bir Makita üfleyicimiz vardı. Biçme makinesi ve düzeltici için de Makita'yı seçtim. Hepsi aynı tür pilleri kullanınca daha kolay oluyor.
Çim biçme nispeten basit ama çimenin betonla buluştuğu kenarları dönen ipli bir kesiciyle kırpmak daha önce hiç yapmadığım bir şeydi. Birkaç yerde çimleri darmaduman ettikten sonra artık öğrenmeye başladığımı düşünüyorum. Kenar yapmak (sınırları temizlemek) için ipin dikey bir düzlemde dönmesine ve beton kenardan olan mesafeye dikkat etmeniz gerekir. Kenara yaklaşırsanız ipiniz çok çabuk aşınıyor. Betondan uzaklaşınca çimlerinizde çirkin oyuklar açılıyor. Sanırım doğru ayarı buluyorum artık.
Son biçmede fotoğraf çekmeyi unuttum. Bir sonraki Günlük yazısına inşallah.
Brisbane yakınlarındaki Cunningham Otoyolu'nda geçen hafta bir kamyon devrildi ve bir kamyon dolusu donmuş tavuk yola döküldü. Binlerce tavuğun bulunduğu kutular yola dağıldı. Trafik altı saat durdu.
Acaba trafikte sıkışan arabalar inip tavukları toplayıp eve götürmüşler midir?
Pascal ve Hagi
Bugün sıcaklık gölgede 30 derece idi. Aşağıda sıcakta miskin miskin oturan Pascal ve Hagi:
Hortumu alıp onları serinleteyim dedim. Önce Pascal,
sonra ikisi birden:
Ben içeri girerken peşimden gelmek istediler ama ıslak ıslak klimalı serin yerde hasta olurlar diye içeri sokmadım.
Bir kitap
Gareth Powell’in Embers of War kitabını okudum en son.
Powell İngiliz bir yazar ve sanırım Iain Banks okuyarak büyümüş. Powell evreni, Banks’ın meşhur Kültür’üne benziyor. Ancak bu kitapta insanlık bu ileri teknolojileri kendi başına bulmamış. Başka yıldız ırklarından yardım almış. Gerçi buradaki yıldız yabancıları daha iyi niyetli. Brin’in Uplift romanlarında kurmaya çalıştığı bir emperyalist ve sömürge ülke analojisi yok Powell’da. Hikayeden bahsetmeyeceğim çünkü birkaç cümleyle açıklamaya çalıştığınızda tüm bilimkurgu olay örgüleri saçma görünüyor. Okumak lazım. Eğer Iain Banks'i sevdiyseniz Gareth Powell'ı da seversiniz diye düşünüyorum. Bu bir serinin ilk kitabı. Sanırım serinin diğer kitaplarını da okuyacağım ama önce en sevdiğim güncel Avustralya yazarı ve üstelik Brisbane’lı hemşeri Trent Dalton'un yeni kitabı var sırada: Lola in the Mirror.
Zika İstatistikleri
Aşağıdaki grafik Zika fırınından aldığım ekşi maya çavdar ekmeğinin yükseklik ve ağırlığının nasıl değiştiğini gösteriyor:
Sıfır (0) : 4 Ekim 2023. Bu grafiğe niçin başladığımı burada anlatıyorum.
Empirik veriler, kalkınma için demokrasinin gerektiği yolunda değil. Demokratik ülkeler de kalkınmış, demokratik olmayanlar da. Aksi de aynı derece doğru. Bence elitlerin kalkınma taahhüdüne girmesi her zaman riskli bir karar. O yüzden bir çok ülkede elitler böyle bir kumara girmiyorlar.
Türkiye'de şu anda elitlerin neyi istediği konusunda benim kafam net değil. Türkiye gerçekten çok karmaşık bir ülke. Basit tahlillerle açıklamak imkansız.
Fakir ülkelerin çoğu aynı zamanda demokratik olmayan yönetimlerin sultasında. Elitler idarecilerle işbirliğine girmezse statü ve varlıklarını riske atmış oluyor. Misal Türkiye.