Paris Olimpiyat Açılışını Niçin Beğenmedim?
Paris Olimpiyatları sorunlu bir olimpiyat olarak geçecek olimpik tarihine. Açılış seremonisi ile başladı sorunlar. Belki Fransızlardan çok daha iyisini beklediğim için hayal kırıklığına uğradım.
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
Abonelik bedava. Reklam falan da yok burada. Yani bana para getirmeyecek ama abone olarak şevkimi arttıracaksınız. Manevi desteğinizi esirgemeyin.
İstediğiniz Paylaş opsiyonu yoksa, doğrudan linki kopyalayıp dilediğiniz yere gönderin.
-+-+-+-+
Paris, geçmiş olimpiyatlardan farklı bir açılış seansı yapmak istedi. Etkinliği bir stadyum sahası içine sıkıştırmak yerine, tüm şehri mekan olarak aldılar, diğer olimpiyatlarda sahaya yürüyerek gelen ulusal takımlar, nehirde yüzen teknelerle geldi. Seine Nehri boyunca dağılmış sergiler ve sahne gösterileri, önceki olimpiyatlardaki stadyum içi gösterilerin yerine geçti.
Paris Olimpiyatları açılış töreninde güzel anlar yok değildi. Bunlardan birisi mesela, olimpiyat meşalesinin sıcak hava balonunu ateşlemesi idi. Ancak, bir bütün olarak, seremoni beni etkilemedi. Seyrederken canım sıkıldı.
Neden beğenmedim? İlk başta, bir spor etkinliğini tamamen TV eğlencesine dönüştürdükleri için beğenmediğimi sandım. Geçmiş Olimpiyat açılış törenlerinin de dünya televizyonlarında yayınlanabilir gösteriler olarak tasarlandığını biliyorum ama yine de onlar bir spor mekanında cereyan ederdi. Mekan, gösterinin özünde bir spor müsabakası olan Olimpiyatlarla ilgisine çıpa olurdu. Bu çıpa Paris Olimpiyatlarında kaybolmuş gördüm.
Ama birkaç gün düşündükten sonra, tepkimin nedeninin bir spor etkinliğinin bozulmasına karşı bir sadeci (pürist) serzenişin ötesinde olduğuna karar verdim. Hoşuma gitmemişti çünkü sunulan şey darmadağın bir karmaşaydı ve bence karmaşanın nedeni mekan seçimi (yani mekan kullanmama seçimi) idi.
Tek mekan sadece spor referansını canlı tutmakla kalmayıp, aynı zamanda etkinlik tasarımcılarının yaratıcı zihinleri için bir çerçeve sunup fikirleri o çerçeve içinde yoğunlaştırmaya yarıyordu gibi geliyor bana. Tüm etkinlik bir stadyumda olacaksa, mekanın dayattığı fiziksel sınırlar içine ilginç bir gösteri sıkıştırmak için daha akıllı olmak gerekir. Mekanınız şehir olduğunda ise, hemen hemen sınır yoktur ve programınıza her şeyi koyabilirsiniz. Sınırsız bir tuval, sınırsız çeşitliliği teşvik ediyor olabilir ancak korkarım ki, en azından mevzubahis olayda, sıkıcı bir ürünle sonuçlandı.
Kısıtlamaların yaratıcılığı körletmeyip bilakis teşvik etmesi alışılmadık bir durum değildir. Sanat dünyasında bunun örnekleri çoktur. İyi bilinen bir örnek Japon Haiku şiiri mesela. Haiku, 5, 7 ve 5 veya toplam 17 hece sayısına sahip üç satırlık bir şiir tekniğidir. Format kısıtlaması, şairleri anlamı ve duyguyu bu çok sınırlı format içinde yoğunlaştırmaya zorlar. Başka bir örnek ise renkleri kısıtlayarak ruh halinin ve duygularının derinliklerini daha iyi yansıtabileceğini düşünüp paletini mavi ve mavi-yeşil tonlarıyla sınırlama kararı alan Picasso'nun mavi dönemidir.
Daha iyi bildiğim bir alan olan mühendislik tasarımında, başlangıç noktası her zaman kullanıcının ihtiyaç ve beklentilerine dayalı bir şartnamedir. Tasarımcı yaratıcılığını bu şartname çerçevesinde yoğunlaştırır. Bu şartnamenin sunduğu sistem tanımı tasarımcının daha yaratıcı olmasına yardımcı olur. Bunun iyi bir örneği Tiny Homes tarzı mesela. 20. yüzyılın sonlarında başladı bu mimari akım ve ana tema 40-50 metrekarelik ev tasarımıydı. Bu alan sınırlaması, mimarları ve mühendisleri çok işlevli mobilyalar ve yaratıcı inşaat biçim ve yöntemleri kullanarak en üst düzeyde kullanışlı ve estetik ürünler çıkarmaya itti bence.
Formatları uygun şekilde sınırlayarak nasıl daha yaratıcı ürün çıktığını gösteren başka örnekler de var ama uzatmak istemiyorum. Olimpiyat bahsini kesmeden önce başka bir noktaya değinmek istiyorum.
Olimpiyatlar ve Siyaset
IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) Rus ve Belaruslu sporcuların kendi ulusal bayrakları altında yarışmasını yasakladı.
Kayda geçsin, Rusların Ukrayna şehirlerini askeri ve sivil hedef ayrımı gözetmeksizin bombalamasını iğrenç buluyorum. Birçok insanın benim gibi düşündüğünü biliyorum (farklı düşünen başkaları da olabilir). Yine de, Paris'te yarışan başka diğer uluslar da iğrenç uygulamalarda bulunuyor. Örneğin, soykırım benzeri savaş suçlaması ile Uluslararası Adalet Divanı'nda yargılanan İsrail var. Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin (IOC) bazı cinayetleri haklı bulup hoş görürken bazılarına karşı tavır alması bir çelişki.
Yine kayda geçmesi açısından ve İsrail hükümetinin her türlü eleştirisini antisemitizm olarak etiketlemeye hevesli fanatikler için yineliyorum: 7 Ekim ve Hamas cinayetleri korkunç ve alçak bir terörist eylemiydi. Bu blogun düzenli okuyucuları Hamas saldırısı sonrası ve İsrail'in Gazze'ye saldırmaya karar vermesinden sonra yazdığım yazıları hatırlayacaktır.
IOC, sporcuları hükümetlerinin eylemleri nedeniyle cezalandırmamalıdır. IOC bu tür konularda hem yargıç hem jüri olamaz. Tüm sporcular, Ruslar, Belaruslular, İsrailliler, Olimpiyatlara kendi ulusal bayrakları altında katılabilmelidir.
Kısa Kısa
-+-+-+-+
Yenilenebilir enerji yatırımlarında Çin atağı
Semafor, 23 Temmuz 2024
Yenilenebilir enerji kullanımı en hızlı Çin'de artıyor. 2023 yılında yapılan yenilenebilir enerji yatırımlarının %63'ünü Çin yaptı. Zengin ülkeler yenilenebilir enerjiden vaz geçmiş değil ama elektrik talepleri artmıyor ve bu yüzden yatırım oranları düşük. Avrupa Birliğinde 2024'ün ilk altı ayında 2023'e kıyasla elektrik kaynağındaki değişimi gösteren aşağıdaki grafik oradaki durumu çok açık gösteriyor:
Biraz fazla güneş, rüzgar ve hidro ve biraz daha az kömür ve gaz var ama gösterilen rakamlar yaklaşık 2800 TWh olan AB toplam yıllık güç talebi yanında çok küçük kalıyor. Toplam AB talebi 2024'ün ilk altı ayında sadece 9 TWh yani %0,3 artmış.
Afrika ve Çin harici Asya’da talep artıyor ama oralarda fosil yakıt santralları hala ilk tercih. O yüzden, dünyadaki yenilenebilinir enerji artışı büyük ölçüde Çin’deki artıştan kaynaklanıyor.
Çin için yenilenebilir enerji yatırımlarının yalnızca iklim değişikliğiyle mücadelenin bir parçası değil, aynı zamanda bir endüstri politikası olduğunu belirtmem gerekiyor. Endüstri politikası, vergi teşvikleri veya diğer hükümet sübvansiyonları yoluyla belirli bir sanayi kolunu diğerlerine karşı kayırmaktır. İki yıl önce çökene kadar inşaat sektörü idi Çin ekonomik büyümesinin ardındaki itici güç. Çin hükümeti bu rol için şimdi yenilenebilir enerji yatırımlarını denemek istiyor.
Avustralya'da, endüstri politikası önerileri, hükümetin kimi kayıracağını seçmesi olarak anlaşılır ve küçümsenir. Genellikle avukatlar ve muhasebeciler tarafından yönetilen Avustralya hükümetleri, hangi sanayiinin ileride güçleneceğini seçme becerisine sahip olmadıkları için öyle bir işe girişmezler.
Endüstri politikalarına kategorik olarak itirazın sorumsuz ve yanlış olduğunu düşündüm her zaman. Bu nedenle, inşaat harcamalarını yenilenebilir endüstrilere yapılan yatırımla değiştirme konusunda Çin'in bu deneyinin sonucuyla çok ilgileniyorum..
Çin'in yenilenebilir rüzgar ve güneş santralleri inşa etme kapasitesine yatırım yaparken, daha düşük maliyetlerle daha verimli yenilenebilir jeneratörler inşa etmeyi öğrenmesi, dünyanın geri kalanı için de önemli. Eğer deneyimlerini bizimle paylaşmalarına izin verebilirsek, Çin’in bu çabaları hepimizin yararına olacak.
-+-+-+-+
İki kat fazla harcamaya rağmen daha sağlıksız
Kişi başına sağlık harcamalarının en yüksek olduğu ülke ABD. Aşağıdaki grafik, bazı ülkelerin kişi başına düşen sağlık harcamalarını kişi başına düşen GSYİH'ye göre gösteriyor. Benzer gelir seviyesindeki ülkelere nazaran iki kat daha fazla harcayan ABD bu grafikte küme dışı aykırı ülke olarak gözüküyor :
Bu yüksek harcamaya rağmen, ABD vatandaşları için sağlık sonuçları, emsallerinin hepsinden daha kötü. Yeni doğan çocuklar için beklenen yaşam süresini gösteriyor aşağıdaki grafik:
ABD kişi başına sağlık harcaması Avustralya'nın iki katından fazla olmasına rağmen 1921'de doğan ortalama bir Avustralyalı bebeğin aynı yıl doğan bir Amerikalı bebeğe göre yedi yıl daha uzun yaşaması bekleniyor.
ABD deki harcamaların gelire göre nasıl dağıtıldığını görünce bu çelişkinin nedenleri anlaşılıyor:
Bu şekil her şeyi açıklıyor. ABD nüfusunun yarısına giden sağlık harcamaları, toplam yekünun yalnızca %3'ü; en yüksek gelire sahip %1 ise, %24 alıyor. ABD’de zenginlerin yaşam beklentisi muhtemelen 100 yılı buluyordur ama çok az ücretli sağlık hizmeti alabilen onu da her zaman bulamayan en alttaki %50'nin hastalıkları ülke ortalamasını düşürüyor. Yukarıdaki grafiği gördükten sonra, ABD'de doğumda ortalama yaşam beklentisinin hala 77,2 yıl kadar yüksek bir rakam olmasına şaşırdım.
-+-+-+-+
Başka bir hüzünlü hikaye
1985'te Labtam'da çalışıyordum, Avustralyalı bir bilgisayar ve bilimsel alet üreticisi (artık faaliyet göstermiyor). Tecrübeli bir yazılımcı, ona Senor Alvarez diyelim, gelip kendisi için bir işimiz olup olmadığını sormuştu. Senor Alvarez Venezuela'dan Avustralya'ya yeni göç etmişti ve iş arıyordu. O zamanlar işler durgundu ve ona yeni eleman alma planlarının olmadığını söyledim. Neden Venezuela'dan ayrıldığını sordum. Sebep olarak Venezuela ekonomisini gösterdi. Venezuela parasının hızla değer kaybetmesi nedeniyle ömür boyu biriktirdiği paranın birkaç yıl içinde değerini kaybettiğini ve ülkenin geleceğine olan güvenini yitirdiğini söyledi. Onun tahmin ettiği gibi Venezuela o zamandan beri iyi durumda değil. Chavez iktidarı sırasında kısa dönem göreceli bir iyileşmeyi, Chavez öldükten sonra çok hızlı bir çöküş izledi.
Venezuela’nın zengin petrol kaynakları var ama bu kaynaklar ülke için nimet değil musibet oldu. Yine de bu musibetin ülkeyi bu kadar kötü duruma düşürmesi gerekmiyordu bence. Tamam, ABD'nin arka bahçesinde yer aldığı için ve etrafında dolanan Amerikan petrol köpekbalıklarına karşı hamisinin bulunmaması yüzünden bu petrol zenginliğini yönetmek hiç bir zaman kolay olmayacaktı. Ama, Venezuela'nın sıkıntılarını açıklamaya Amerikan etkisi yetmiyor. Elbette ki Amerikan şirketlerinin Venezuela petrolünde gözü var. Ama dünyada farklı ülkeler ABD şirketlerinin açgözlülüğüne karşı farklı koruma mekanizmaları geliştirebildiler. Venezuela'daki şaşırtan ve üzen durum şu ki Amerikan entrikaları sonunda ne işbirlikçi bir rejim iktidarı ele geçirdi ne de tutarlı bir ulusal tepki oluşabildi. Her iki seçeneğin de dışında, iktidar eşkiya ve hırsızların eline geçti. Venezuela elitleri ya ülkeyi terk ettiler ya da eşkiyalara katıldılar.
Diş kronu yapabilen robot
Popular Science, 31 Temmuz 2024
Diş muayenesinde bu robotun kullanılabilmesi için henüz resmi izin yok ama bir kaç sene içinde izin çıkacak sanılıyor. O zaman dişlerinize dolgu yapmasına razı olur musunuz?
-+-+-+-+
Günlük
Hızlı yaşarken sanki zaman daha yavaş akıyor
İstanbul'dan döneli iki ay oldu. Zihnimdeki saate göre Brisbane'de günler daha hızlı geçiyor. Bunun nedeni, günlük hayatımızın burada daha düzenli olması. Her sabah saat 6'da uyanıp gece 11 civarında uyuyorum. Salı ve Cuma, Eleanor'a bakıyoruz. Perşembe günleri üniversiteye gidiyorum. Cumartesi sabahı haftalık alışverişimi yapıyorum ve Pazar sabahları Çiftçi Pazarı'na gidiyorum. Salı geceleri akşam yemeğimizi Taylan ve Yi ile birlikte yiyoruz. Her gece yaptığım Wim Hof nefes egzersizleri rutinime bile geri döndüm1. Başka gün ve saatlerde farklı rutinler de var ama sizi sıkmayacağım. Demek istediğim, günler birbirini takip ediyor ve zamanın ne kadar hızlı aktığını fark etmiyorsunuz.
Buna karşılık, seyahatte iken her gün farklı bir gün ve günlük değişkenlik öznel olarak zamanı yavaşlatıyor. Tatilde geçirdiğimiz bir hafta içinde, evde geçirdiğimiz bir aydan daha fazla değişkenlik yaşarız. Sizin nasıl hissettiğinizi bilmiyorum ama bana göre içine daha fazla deneyim sıkıştırılmış dolu dolu bir haftanın hissedilen uzunluğu, sıradan bir aydan daha fazla.
Paradoksal olarak, tatil bittiğindeyse kısa geliyor2.
Olumsuz taraf, zengin deneyimlerle dolu olan bu iki aylık Türkiye seyahatinde iki kilo almam. Bu kiloları vermek Brisbane'de bir iki ay daha sürdü. Yüksek yoğunluklu deneyimler ve değişkenlik hoş gibi gözükse de, rutin ve düzen, sağlık için daha iyidir denilebilir. Ancak bir benle sınırlı bu tek kişilik seyahat örneğinden bu sonucu çıkarmak yanlış olur diye düşünüyorum. Kilo almamın nedeni kuşkusuz rutin eksikliğinden ziyade artan yiyecek ve alkol tüketimiydi.
Seyahat endüstrisi için burada bir fırsat var bence: Çeşitli yoğun ve birbirini tekrarlamayan deneyimlerin ardışık günlere sıkıştırıldığı, ancak yiyecek ve içeceklerde aşırıya gidilmeyen bir seyahat paketi. Bu, en azından bazı yaşlılar için çok cazip bir ürün olabilir.
Dana rosto tarifi
Taylan ve Yi için geçen Salı, fırında dana yaptım. Yıllar içinde farklı tarifler denedim dana fırında için. Sonunda karar kıldığım tarifi burda yazacağım:
Ya antrikot (Avustralya: rib fillet, ABD: rib eye) ya da bonfile (Avustralya’da eye fillet); ABD: tenderloin) satın alırım.
Eti sığ bir fırın tepsisine koyuyorum.
Bazen etin yan tarafında kasap hatası derin kesikler olabilir. Bunlar pişirme sırasında deformasyona neden oluyor. Bu nedenle, gerekli ise eti Kasap İpi ile bağlıyorum. Servis öncesi ipi kesip almayı unutmayın ama.
Pervaneli bir elektrikli fırınımız var. "Fan Plus" seçip 230 C'ye ayarlıyorum.
Fırın ısınırken, etin üzerine bol zeytinyağı sürüyorum. Yağı ete yedirmeye çalışarak ovalarken tek kullanımlık eldiven kullanıyorum.
Tepsiyi örtmeden, fırın 230 C'ye ulaştığında, orta rafa koyuyorum. 230 C'de 15 dakika pişiyor. Açıp bakmaya gerek yok, Fırını soğutmayın.
15 dakika sonra, fırın sıcaklığını 180 C'ye düşürüyorum ve pişirmeye devam ediyorum. Bu ilave pişme süresini şöyle hesaplıyorum:
20 dk/500 g az pişmiş için,
25 dk/500 g orta pişmiş için
Tek değil bir kaç parça et varsa, onları tartıyorum ve fırının saatini yukarıdaki hesabı en küçük parça için kullanarak ayarlıyorum.
Zaman bitince, tepsiyi çıkarın, büyük parçaların iç sıcaklıklarını bir et termometresi kullanarak kontrol edin. Sıcaklığı kenarlara yakın değil, ortada ölçeceksiniz. İstediğiniz pişkinliğe göre, sıcaklıklar şöyle:
Az pişmiş için 60-65 C
Orta pişmiş için 65-70 C
Küçük parçalar bu noktada her zaman 70 C veya daha yüksek sıcaklığa erişmiş oluyor. Bu muhtemelen pişirme sürelerinin daha kısa olabileceği anlamına gelir ama denemedim.
Pişmiş (küçük) parçaları çıkarıp kalanını tekrar fırına koyuyorum. Fırın hala 180 C'de bu anda. Hedef sıcaklığın altında her santigrat derece için 1 dakika gerekiyor.Örneğin, 58 derecelik bir et sıcaklığı ölçtüyseniz ve 65 dereceye çıkarmak istiyorsanız 7 dakika daha fırında ateşte tutun.
Fırını kapatın, tepsiyi çıkarın, alüminyum folyo ile örtün ve tekrar sıcak fırına koyun. Dilimleyip servise başlamadan önce 15 dakika dinlendirin.
Dana etini yapmak kolay. Yanında yenecekleri hazırlamak zor ve şükür ki bu iş Meliz'e ait. Geçtiğimiz hafta fırında sebze (kabak ve kırmızı biber) ve patates (tatlı ve normal patates karışımı) yaptı:
Meliz ayrıca karabiber sosu da hazırladı. Taze malzemelerden hazırladığı bu sos her zaman restoran versiyonundan çok daha lezzetli oluyor.
Netice olarak, güzel bir akşam yemeğiydi. En iyi yanı, Eleanor'un artık yemeğin ve muhabbetin tadını çıkaracak kadar büyümüş olmasıydı. Hem eti hem sebzeleri çok sevdi. Meliz, karabiber sosunun çok baharatlı olabileceğini düşünerek onun için özel olarak satay sosu hazırlamıştı, etini onla yedi.
You Tube
Arada sırada sırtımın alt tarafında sızı oluyor. Farklı "tedaviler" denedim, örneğin bir bardan aşağı serbestçe sarkmak veya yerde yüzüstü yatarken sırtımı tersine eğmeye çalışmak. Bu ağrıyı hissedilen bölgedeki kasların zayıflığına yorardım hep. Öyle değilmiş.
Bu YouTube videosunda önerilen egzersizi yaptım. Yardımı oldu, sızı çok hafifledi. Bir kaç gün sonra da geçti. Ayrıca ağrı nedeninin sırt kasları değil kalça kasları, yani glütler olduğunu öğrendim. Bu videoyu, benim kadar cahil olanlar varsa diye paylaşıyorum:
Taylan'a bahsettim, bana bir lastik bant verdi. Yere yan yatıp, streç bandı baldır üzerinden geçirip, bacaklarımı bandın direncine karşı makas gibi açarak egzersiz yapıyorum. Değişik kasları çalıştırıyor.
Pascal Hagi
Pascal ve Hagi genellikle kendi başlarına giriyorlar uyku moduna. Gece olduğunda, marul yapraklarını kemirdikten sonra önce Hagi kafese girer ve Pascal birkaç dakika sonra onu takip eder. Bu fotoğraf tam o zamandan önce:
Bazı günler ise huzursuz oluyorlar veya uyumak istemiyorlar. O zaman onlara ‘Dandini dandini’ diye bir ninni söylüyorum ve ondan sonra rahatlayıp kafese giriyorlar:
Okuduklarım
Carpathians, Paul Dixon
Bu kitap 2023'te yayınlandı. Amazon algoritması bu kitabı önerene kadar Paul Dixon'ı tanımıyordum. Biyografisine göre, Dr. Paul A. Dixon, Biyolojik Oşinografi alanında doktora yapmış, Boston merkezli Singularity Energy şirketinde İklim Teknolojisi alanında çalışan bir bilim adamı.
Hikaye, günümüzden 1100 yıl sonra geçiyor. Ulus devlet kalmamış ve yerlerini şirketler almış. Magellanix, TransGlactic ve InterTech olmak üzere üç büyük şirket ve birkaç tane küçük şirket var. Işıktan hızlı gitmeyi öğrenmişiz. Şirketler, yeni gezegenler ve yeni kaynaklar bulmak için yakın evreni parselliyor, tıpkı 15. yüzyılda Dünya'nın bilinmeyen denizlerine yelken açıp yeni topraklar keşfeden Avrupalı kaşifler gibi. Başka bir çok gezegende geçmiş uygarlıkların kalıntılarını buluyorlar. Bunların hepsi gelişmelerinin belli bir evresinde girdikleri nükleer savaşlarla hem kendilerini hem de içlerinde yaşadıkları gezegeni mahvetmeyi becermişler. "Holokost" dünyası diye tanımladıkları bu dünyalardan geriye sadece radyoaktif harabeler kalmış. Yeni bulunan bir holokost dünyası Ragnarok'ta, Magellanix şirketinin bir elemanı, dev bir yapay küre buluyor. Harabeler dışında, insanlığın bulduğu ilk uzaylı yapıtı bu. Ragnarok yerlilerinin nükleer bombalarla birbirlerini öldürmesinden bir milyon yıl sonra Ragnarok'a yerleştirilmiş gibi görünüyor.
Kitapta ilginç gözlemler var. Korporatizm, milliyetçilik kadar sadakat üretmiyor. Bu nedenle, şirketler çalışanlarını kontrol amaçlı yaratıcı yöntemler icat ediyor ve bu yöntemleri uygulayan İnsan Kaynakları (İK) ofisleri her şirketin en korkutucu kısmı haline geliyor. İK'nın bu artan önemini ilginç buldum çünkü bizim yakın geleceğimizde ve farklı nedenlerle de olsa ben de aynı şeyi öngörüyorum. LLM'lerin (ve onu takip edecek daha sofistike AI araçlarının) etkisi, ender dahiler haricinde teknik eleman becerileri arasındaki farkların azalmasına neden olacağını öngörüyorum. Çalışanların çoğu kolayca değiştirilebilir olduğunda şirketlerdeki İK bölümlerinin nüfuzlarının artacağını düşünüyorum.
Bu Paul Dixon'ın ilk yetişkin kitabı (daha önce iki kitaplık bir genç yetişkin macerası yazmış). Bence yaratıcı bir yazar ama hikaye ve karakter gelişimini azıcık baştan savma buldum. İlk kitap için bu bir sorun değil. Yazmaya devam ederse, eminim zanaatını geliştirip yeni bir Alastair Reynolds veya Peter Hamilton olabilir.
They do it with mirrors, Agatha Christie
Bu, Agatha Christie'nin 1952'de yazılmış altıncı Miss Marple kitabı. Agatha Christie kitaplarının benim için ilgi çekici olmasının bir kısmı, artık kaybolmuş bir Britanya'nın tasviridir. Kitabı okuduktan sonra, ekran adaptasyonunu uyumadan önce Amazon Prime'da izlemeyi seviyorum. Joan Hickson, Miss Marple'ı canlandırıyor:
AT Index
Bir ay önce, Avustralya (AU) ve Türkiye(TR) fiyatlarını karşılaştırmak için AT endeksi diye bir sepet yapmıştım. Bu sepet için 4 Ağustos fiyat kıyaslaması aşağıda Türk Lirası olarak görünüyor. Döviz kuru, 1AUD=21,54TRY.
AT endeksi bu hafta 2,15. Yani, sepetteki ürünler bazında, Avustralya, %115 daha pahalı.
Kullandığım veri tabanı ve yazılımları github’dan indirebilirsiniz isterseniz.
İstanbul’da her akşam rakı ve balıktan sonra bu egzersizleri yapmak zor oluyordu
Gerçi bu sefer bize tatil kısa gelmedi çünkü torunu özledik.