Mukallit şuur olur mu?
Torunlarımıza bizi temsil edecek olan ölümsüz avatarlarımız ne kadar bize benzeyecek ne kadar farklı olacak?
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
Abonelik bedava. Reklam falan da yok burada. Yani bana para getirmeyecek ama abone olarak şevkimi arttıracaksınız. Manevi desteğinizi esirgemeyin.
-+-+-+-+
Dijital Avatar Bilinç Sahibi Olabilir mi?
Son gönderide, gelecek nesillere bir miras olarak dijital avatar fikrini attım ortaya. Bizim gibi görünen, bizim gibi düşünen ve bizim gibi tepki veren yapay zeka yazılımlarından bahsediyorum avatar diyince. Geçen yazıyı birkaç ucu açık soruyla bitirmiştim:
Avatar kopyalarımızın hisleri olur mu? Olsa ne hissederlerdi?
Bilinçli biri gibi konuşsa da gerçekten bilinçleri olur mu?
Benden farkları ne olurdu?
Bu soruları cevaplamak zor ama hadi biraz fikir cimnastiği yapalım.
Bu bir serinin ikinci bölümü. Henüz okumadıysanız lütfen ilk bölümü okuyun.
Bilinç nedir?
Kısa cevap: Kimse bilmiyor.
Beynimizdeki fiziksel süreçleri (dikkat, algı, hafıza ve davranış) anlama kabiliyetimizde muazzam ilerlemeler oldu. Ama ne çare. David Chalmers, bunları, bilinci anlamanın "kolay sorunları" olarak niteliyor. Keyifle denizi seyrederken, müzik dinlediğimizde veya yemek yerken beynimizin hangi bölgelerinin (ön, parietal, temporal, occipital, vs) çalıştığını fMRI gibi araçlar kullanarak görebiliyoruz. Ancak, müzik dinleme zevkinin beynin hangi yöresi ile ilgili olduğunu bilmek, o yöredeki aktivitenin nasıl subjektif bir deneyime (qualia) dönüştüğünü açıklayamıyor.
1995 yılında Chalmers, bilinç dediğimiz bu öznel deneyimi açıklamanın zorluğunu tanımlamak için ‘bilincin zor problemi" terimini icat etti. Bu ifade o zamandan beri bilinçle ilgili tartışmalarda standart kelime dağarcığının bir parçası haline geldi.
Bir mühendis olarak ben felsefi değil pratik yaklaşmaya çalışıp, bilinci, bilinçli varlıklar tarafından sergilenen gözlemlenebilir davranış kalıplarının toplamı olarak tanımlıyorum. Bu elbette ki bir totoloji çünkü, ‘bilinçli varlıklar bilinçli olur’ diyorum aslında. Ama bu tanım benim ilgilenme sebebime uyuyor. Bu konuda benim ilgim, doğal bilincin yapay olarak taklit edilip edilemeyeceği. Orijinal bilinçlerin kimler olduğu belli. Kendimin bilinçli olduğumu biliyorum ve etkileşimde bulunduğum insanların da öyle olduğunu varsayıyorum. Bu varsayıma dayanarak insan davranış kalıplarını modelleyebilir ve dijital simülasyonlar oluşturabilirim.
Bu Kopyalar Ne Kadar Aslına Sadık Olabilir?
Dijital bir kopyanın bir kişiyi ne kadar iyi simüle ettiğini, uyarılara (sorular, resimler veya müzik) verdiği tepkileri, orijinal kişi tepkileri ile karşılaştırarak değerlendirebiliriz. Simülasyon, sürekli olarakö yeni senaryolarda bile, asılın vereceği tepkilere benzer tepki veriyorsa, onu başarılı bir kopya olarak değerlendirebiliriz.
Günümüzde bu kadar yüksek kalitede simülasyonlar oluşturmak, pahalı olsa da teknik olarak mümkün. Yeterli çaba gösterilirse, bu dijital avatarlar gözlemlenebilir davranışlar açısından orijinallerinden ayırt edilemez hale gelebilir.
Püristler, bu simülasyonlara, ne kadar gelişmiş olurlarsa olsunlar, hiçbir zaman bilinçli varlıklar denilmez diyeceklerdir. Onlara göre, sonuçta bunlar sadece mukallit matematiksel modellerdir ve bilinçsizdir.
Bilincin gerçekte ne olduğunu bilmediğimiz için bu itirazı gereksiz ve yersiz görüyorum. Aslında, bunlar bilinçli mi, bilinçsiz mi sorusu da yanlış. Esas şu soruyu sormak gerekiyor: Bu avatarlar, soru ve diğer müdahalelere orijinal kişiden ayırt edilemez tepkiler verebiliyorlar mı?
Biraz daha açıklaştırır umudu ile makine mühendisliğinden bir benzetme yapayım.
Akışkan Simülasyonu
Uçak üreticileri, uçaklar çeşitli rüzgar ve uçuş koşullarında nasıl davranır bilmek zorunda. Elli yıl önce ben öğrenciyken bu bilgiye ulaşmanın tek yolu rüzgar tüneliydi. Bilgisayar simülasyonları o zamanlar yeni yeni ve teorik olarak mümkündü ancak pratik değildi.
Akışkan (hava da bir akışkandır) davranışı, karmaşık bir diferansiyel sistem olan Navier-Stokes denklemleri tarafından belirlenir. Bu denklemlerin tüm detayları ile çözümü hala mümkün değil. Bunun yerine yaklaşık hesaplamalara bel bağlıyoruz. Örneğin Feynman Aerospace gibi şirketler, pahalı rüzgar tüneli testleri olmadan bazı davranışları tahmin edebilecek kadar iyi simülasyonlar yaratabiliyor (aşağıda görüldüğü gibi):
Bilgisayarlar her geçen gün daha da güçleniyor ama ve güçlendikçe de daha iyi simülasyonlar üretiyorlar. Şimdi, yakın gelecekte iki oda hayal edin. Bunlardan birinde, bir kişi telefonda gerçek bir uçağı uçuran bir pilotla konuşuyor. Diğerinde ise bilgisayar aynı uçağın son derece ayrıntılı bir simülasyonunu çalıştırıyor. Her iki odaya da kapının altından şu soruyu yazıp uzatıyoruz: "Uçak aniden 900 km/saat hızla 10 derecelik bir dalış yaparsa ne olur?"
İlk oda, pilota soruyor, pilot söylenen manevrayı yapıyor ve gerçek uçuştan toplanan verileri aktarıyor;
İkinci odadaki bilgisayar, içindeki simulasyona soruyor aynı soruyu ve hesaplanan verilere göre bir yanıt üretiyor.
Her iki yanıt da aynıysa, ve benzer senaryolar için de durum benzer olursa, cevapların gerçek uçaktan ya da simülasyondan gelmesi arasında dışarıdaki biz açısından pratik olarak bir fark var mı? ‘Bir fark var tabii’ diyenlerdensiniz, lütfen şunu söyleyin. Eğer iki odadan da hep aynı cevaplar geliyorsa, neyin hangi odada olduğunu bilmek sizin davranışlarınızda nasıl bir değişiklik yaratacaktır.
Bilinç Simülasyonu
Aynı örnek dijital avatarlar için de geçerlidir. Bilincin gerçekte ne olduğunu asla bilemesek de, bilinçli varlıkların nasıl davrandığını ölçüp kaydedebiliriz. Bu davranışı iyi taklit edebilirse, simülasyon işlevsel olarak gerçek kişiden ayırt edilemez hale gelir.
Önünüzde iki konuşan kafa gösteren iki ekran hayal edin. Bir ekran beni kameraya canlı olarak konuşurken gösteriyor. Diğeri dijital avatarımı gösteriyor. Hangisinin hangisi olduğu size söylenmedi. Üç yönlü bir sohbete giriştiğimizde bu iki ekrana sorular sorabilir ve yanıtları değerlendirebilirsiniz.
Bu kurulum orijinal Turing testine benziyor ancak metin yerine ses ve video içeriyor. Hangisi ben, hangisi avatar, ayırt edemiyorsanız, simülasyon benim mükemmel bir taklidimdir demektir. Bilinçli olmayabilir ama yine de beni gelecek nesillere temsil etme amacına hizmet edebilir.
Avatar bilinci
Turing testini geçmesi, avatarın bilinçli olduğu anlamına gelmez; yalnızca bilinçli bir varlığın iyi bir taklidi olduğu anlamına gelir. Bu bilinçsizdir de demek değil. Bilmiyoruz demek. Avatara doğrudan bilinçli olup olmadığını sormanın bir faydası olmaz çünkü o da tıpkı benim vereceğim gibi yanıt verecektir ve evet de diyebilir, hayır da diyebilir.
Avatarın amacı beni torunlarım ve sonrasına temsil etmektir. Eğer bunu başarabilirse bilinçli olup olmadığının ne önemi var?
Anti parantez, taklit, iç süreçlerin değil eylemlerin taklidi olacaktır. Örneğin, ben müziği kulaklarımla duyuyorum. Avatar müziği karmaşık spektrumlar olarak “duyacak”. Müzik zevkime dair yeterli veriye sahip olarak, ne tür bir “spektrum”dan hoşlanacağıma dair algoritmalar oluşturabilir. Bu algoritmayı kullanarak ne benim ne onun duyduğu yeni bir şarkı önüne geldiğinde bile ben olsaydım o şarkıyı sevip sevmeyeceğime karar verebilir.
Ölümsüzlük
Dijital bir avatar oluşturmak ölümsüzlüğe giden bir yol değil. Avatar bir şekilde bilinçli olsa bile -bu ne anlama geliyorsa- o ‘ben’ değil artık.
Avatar sonsuza kadar yaşayabilir ama bu sadece benim kim olduğumun bir yankısı olur, gerçek benliğimin değil.
Yani, dijital avatarlar bize ölümsüzlük vermese de, gelecek nesillere bizi ilelebet temsil potansiyeline sahip olacaklardır. Ve bu kadarı da belki yeter.
Referanslar
Chalmers, D. (1995). Facing up to the Problem of Consciousness. Journal of Consciousness Studies, 2(3):200-19.
-+-+-+-+
Short Takes
Avustralya Üniversite Rektör Maaşları
Guardian, 21 Kasım 2024
Avustralya Yüksek Öğretim Sendikası (NTEU) tarafından yapılan bir araştırma, Avustralya'daki üst düzey üniversite yöneticilerinin, kendi eyaletlerinin başbakanlarından misliyle fazla maaş aldıklarını ortaya çıkardı.
Geçen hafta New South Wales'te mali sıkıntı içinde olan bir üniversiteyi ziyaret ettim. Krizden sorumlu olan Rektör1 (VC) bu yılın başlarında istifa etmiş ve yerine geçici bir VC atanmış. Geçici VC'nin ilk eylemlerinden biri, 90 akademisyeni görevden almak olmuş, üstelik 2025'te daha fazla işten çıkarma bekleniyor. Benzer bir durum Queensland'in güneyindeki bir üniversitede de yaşanıyor şu anda (benim üniversite değil).
Hem özel sektörde hem de üniversitelerde çalıştım. Yönetici mesuliyeti açısından ikisi arasında büyük fark var. Özel Sektör yöneticilerinin hem sorumlulukları hem de sorumluluk hisleri daha fazla. Özel sektörde, bir CEO'nun toplu işten çıkarmalara zorlanması son derece utanç verici olarak değerlendirilip, öngörü ve liderlik başarısızlığına işaret kabul edilir. Ancak üniversite yöneticilerinde böyle bir utanç belirtisi yok. Kendi yetersizliklerini kabul etmek yerine, pandemi ve hükümet politikaları gibi dış faktörleri suçluyorlar.
-+-+-+-+
ICC, Netanyahu için tutuklama emri çıkardı
Semafor, 21 Kasım 2024
Uluslararası Ceza Mahkemesi Perşembe günü, İsrail Başbakanı ve Hamas Milis Komutanı hakkında savaş suçları iddiaları nedeniyle tutuklama emri çıkardı.. Mahkeme, Benjamin Netanyahu ve diğer İsrailli liderlerin, son savaşta, açlığa zorlamak dahil olmak üzere "insanlık dışı eylemler" işlediğine dair "makul" deliller olduğunu söyledi; bu suçlamaları, İsrail antisemitik bularak reddetti.
Kanada dahil birçok ülke (Avustralya hariç) karara uyduklarını açıkladı, bu da Netanyahu'nun o ülkelere gitmesi halinde tutuklanabileceği anlamına geliyor.
İsrail adına üzüldüm. İsrail böyle uluslararası afaroz edilmiş parya olmaktan daha iyisini hak ediyor.
Böyle olacağını tahmin etmek hiç de zor değildi aslında. Geçen yıl İsrail'in Gazze işgalinin hemen ardından, şöyle yazmıştım “Daha fazla masumun ölümüne yol açmadan Hamas'ı cezalandıracak başka bir çözüm bulunmalı. Bu sadece Gazze halkının iyiliği için değil aynı zamanda İsrail'in geleceği için de gerekli. Umarım İsrail dostları, Netanyahu hükümetinin bu gerçeğin farkına varmalarını sağlar.”
Ne yazık ki olmadı.
You Tube
-+-+-+-+
Avustralya Çin ilişkileri çok iyiydi ama yaklaşık on yıl önce başladı değişmeye. O sıralar Üniversite Akademik Kurulu üyesiydim. Bir toplantıda Çin üniversite ve araştırma kurumları ile ile bilimsel ve akademik işbirliklerimizde daha dikkatli olmamız tavsiye edildi. Söylenen neden Avustralya fikri mülkiyetini (IP) korumaktı.
Benim çalıştığım Çinli ortakların personel ve laboratuvar altyapısı da dahil olmak üzere daha büyük kaynaklara sahip olduklarını belirtmek için elimi kaldırdığımı hatırlıyorum. Bana göre, Avustralya değil, Çinlilerin IP konusunda daha fazla endişelenmesi gerekiyordu. Öyle söyledim. Meslektaşlarım destekledi ama yorumum Rektör tarafından kibarca reddedildi ve bu arada, direktifin üniversite inisiyatifi olmadığı, Commonwealth hükümetinden geldiği anlaşıldı.
O zamandan bu yana, Çin hükümetine hasım niyetler atfedip, atfedilen tehditlere karşı önlem alma önerileri arttı. Ne yazık ki, Çin Dışişlerinin bazen alakasız bazen ukalaca çoğu zaman beceriksiz diplomatik çabaları, gerilimin azalmasını zorlaştırdı.
Bugünlerde özellikle ABD’de daha da artan Çin düşmanı eğilimler beni korkutuyor. Yakın gelecekteki en büyük tehlike bence, ABD ile Çin arasında sıcak savaş. Aşağıdaki YouTube videosunda Profesör Jeffrey Sachs, asıl tehdidin Çin değil, ABD yönetimi içinde dar görüşlü bir neocon klik olduğunu savunuyor.
Profesör Sachs'ın iddialarına karşı duyduğum (benim görüşüme göre), Çin’in ABD için gerçekten bir tehlike olduğunu savunan, tek makul itiraz, başka bir Amerikalı akademisyen olan Profesör John Meersheimer’a ait. Bu ikili arasındaki aşağıdaki All-In podcast tartışmasını ilginç bulacağınıza eminim.
-+-+-+-+
Günlük
Geçen hafta, bir iş için Wollongong’a gittim. Sidney'e yakınlığı nedeniyle (sadece 60 km uzaklıkta) kendine ait düzgün bir havaalanı olmayan 216.000 nüfuslu bir sahil şehri burası. Bir demir çelik sanayii şehri ama son senelerde turizm falan da canlandı. İskenderun gibi düşünebilirsiniz. Davet edenler, Sidney'e uçak ve oradan Wollongong'a kiralık araba rezervasyonu ayarladılar.
Yolculuk sorunsuz başladı. Brisbane Havaalanına Über ile gittim. Über normal taksilerden azıcık da ucuz olsa, telefon uygulaması o kadar kullanışlı ki fiyat aynı olsa bile yine Über kullanırdım. Şoför yolculuk sırasında bazı ilginç bilgiler paylaştı. Benim verdiğim paradan Über'in aldığı pay %27,5 imiş. Bu bana oldukça büyük bir marj gibi geldi, özellikle de petrol ve arabanın giderlerinin tamamen sürücüye ait olduğunu düşünürsek. Gerçi beni hava alanına götüren sürücü, bu orandan pek rahatsız değildi ama Über fiyatlama politikalarında ani ve bazen keyfi değişikliklerden şikayetçiydi. Mesela Tesla'lar geçen seneye kadar lüks araç olarak nitelendirilip daha yüksek tarifeden ücretlenirken birden bire normal araba sınıfına indirilmişler. Benzer şekilde, 2016 model Mitsubishi Lancer markalı kendi arabası da yakın zamanda "Konforlu Araç" statüsünden standart araca düşürülmüş. Her iki değişiklikte de bir mantık var aslında ve belirttiğimde sürücü onu kabul etti ama yine de hoşnutsuzdu. Şikayetlere rağmen hava alanına yolculuk iyi geçti ve zamanında vardık.
Ne yazık ki işler burada kötüye gitmeye başladı.
Sidney Havalimanı'ndaki fırtınalı hava nedeniyle uçak başlangıçta bir saat ertelendi. Sonunda saat 16:00 civarında uçağa bindik ama kısa bir süre sonra Sidney'e hiçbir uçağın inmesine izin verilmediğini öğrendik. Ancak uçağa bir binildi mi inmek mümkün olmuyor. İki saat boyunca koltuklarımızda oturup bekledik. Nihayet saat 18:00 civarında havalanıp 20:30'da Sidney'e indik (yaz saati uygulaması nedeniyle Sidney Brisbane'den bir saat ileri, uçuş bir saat 15 dakika sürdü). Vardığımızda hala yağmur ve rüzgar vardı.
Sidney hava alanında, kiralık araba garajları, hava alanının dışında. Otobüs servisi için 15 dakika bekledikten sonra, Avis masasına ulaştığımda, bir Tesla'nın beni beklediğini öğrendim. Görevliye daha önce hiç Tesla kullanmadığımı söyledim. İlk tepkisi - endişeli bir "Oh" - beni iyice kaygılandırdı. Kullanımının kolay olduğunu söyleyip bana göstermeyi teklif etti. Sağanak yağmurda çerçevenin etrafına plastik bir kart kaydırarak sürücü kapısının nasıl açılacağını gösterdi. Arabanın içerisinde hemen tanıyabildiğim tek kontrol direksiyondu. Direksiyondan küçük bir kol uzanıyordu ve ucunda P, D ve R arasında geçiş yapan bir düğme vardı. Bunu kullan, gerisi herhangi bir araba gibi dedi ve gitti.
On beş dakika boyunca arabayı çalıştırmaya çalıştım. Nafile. Ne yaparsam yapayım, bir hareket tepkisi alamadım. Zaman zaman büyük gösterge paneli ekranında arabanın görüntüsü sanki hareket etmeye hazırmış gibi bir silkiniyordu ama o kadar. Sonunda teslim bayrağını çekip tezgaha döndüm ve normal bir araba istedim. Şans eseri boşta bir Mazda SUV varmış. Normal bir araba, üstelik kontrolleri Meliz'in Mazda MX5'ine benzer. Sorunsuz hemen çalıştırabildim.
Ancak dram burada bitmedi. Mazda'nın kendi navigasyon sistemi, "Novotel Wollongong"u varış noktası olarak tanımayı reddetti. Ben de nedense arabanın navigasyonunu kullanmaya inat ettim ama beş dakika da ona uğraştıktan sonra pes ettim ve telefonumu kullandım. Nihayet saat 23.00 sıralarında otele ulaştım.
Otelin bodrum katındaki garaja park ettim ve asansörle resepsiyona çıkmaya çalıştım. Asansör hareket etmeyi reddetti çünkü oda kartım yoktu ve tabii ki check-in yapana kadar kartım olamazdı zaten. Böylece araba ile girdiğim yoldan geri yürüyerek çıkıp, ön kapıdan otele girdim. Neyse ki hala açıktı bu kapı. Rezervasyonumu buldular, bir sorun yoktu ama araba plaka numarasını oda hesabıma eklemek beş dakika daha sürdü. Novotel, oto park işini taşarona vermiş ve taşaronun yazılımı ile otelin yazılımı birbiriyle iletişim kuramıyor gibi görünüyordu.
Ertesi sabah
Ertesi sabah hava hâlâ rüzgarlı olmasına rağmen açılmaya başlamıştı. Kahvaltı sırasında, otelin hemen dışında bir kuytuluğa sığınan güvercini fark ettim; küçük bir sakinlik anı işte.
Seyahatin geri kalan kısmı sakindi ve toplantı iyi geçti. İşte kampüsten bir enstantane:
Bir veda yemeği
Pazartesi günü Sidney Havalimanı'na dönmeden önce The Lagoon restoranında öğle yemeği yedik. Wollongong sahilinin sunduğu en iyi deniz ürünlerinin güzel bir çeşitlemesi idi masaya gelen.
-+-+-+-+
Pascal Hagi
2023'ün başlarındaki büyük Pascal firarı (ve müteakip dönüşünden) önce, Pascal evin içinde serbestçe dolaşabiliyordu. En sevdiği yerlerden biri, pencereden manzaranın tadını çıkardığı bazen pencerenin dışına konan kuşlara poz yaptığı mutfak lavabosuydu.
Yeni arkadaşı Hagi ve onun için inşa ettiğimiz açık hava kuşhanesine alıştılar bir yılda. Kuşhaneye açılan ofisimin iç kapısını açık bıraktığımda bile evin içine pek girmiyorlar.
İkisinin de içeri girip mutfak lavabosuna yerleştikleri ender bir an, aşağıdaki YouTube videosunda kaydedildi:
-+-+-+-+
Okuduğum Kitaplar
John Le Carre
Ölüye Çağrı, Kaliteli Cinayet, Soğuktan Gelen Casus
12 Aralık 2020'de 89 yaşında vefat eden John le Carré, kariyerine casus romanları yazarak başladı ama zamanla bir genre yazarından çok daha fazlası haline geldi. Vanity Fair onu "sahip olduğumuz en iyi romancılardan biri" olarak nitelendirmişti. Tüm kalbimle katılıyorum.
Le Carré'nin en ikonik kahramanı, birçok romanında karşımıza çıkan karmaşık ve zeki bir casus George Smiley ile, ilk, Tamirci Terzi Asker Casus (Tinker Tailor Soldier Spy) kitabını 1970'li yıllarda Ankara'da British Council Kütüphanesi'nden ödünç alıp okuduğum zaman tanıştım. O zamanlar İngilizcem nisbeten zayıftı ve başka bir sürü meşgale vardı başımda ama yine de kitabı sevdim. Yıllar geçtikçe, Avustralya'ya taşındıktan sonra le Carré'nin neredeyse tüm eserlerini okudum ama Smiley en sevdiğim karakter olmaya devam ediyor.
Geçen ay, le Carré'nin oğlu Nick Harkaway'in, yeni bir George Smiley romanı yazdığını öğrendim: Karla'nın Seçimi. Harkaway kendi başına başarılı bir yazar. Babasının le Carré olduğunu öğrenmeden önce okumuştum iki kitabını ve beğenmiştim (Gitmiş Dünya ve Gnomon). Röportajlarda Harkaway, babasının işine devam etme projesinin başta onu biraz gerdiğini kabul etti. Hatta Stephen King temalarını genişleten onun oğlu Joe Hill ile de tartışmış böyle bir projenin ferasetini.
Harkaway'in yeni Smiley romanı, le Carré'nin, Soğuktan Gelen Casus ve önce Tamirci Terzi Asker Casus kitapları arası döneme aitmiş. Önce, le Carré'nin ilk romanından başlayarak ilk üç George Smiley romanını yeniden okumaya karar verdim.
Ölüleri Çağırmak
George Smiley, le Carré'nin bu ilk romanında Oxford'da iken İngiliz İstihbaratı'na alınmış bir akademisyen olarak tanıtılıyor. Bir üniversite hocası kisvesi altında Nazi Almanyası'na gönderildiğinde, casus ağlarını işe alma ve yönetme konusunda olağanüstü bir yetenek sergilemiş. Savaştan sonra mütevazı bir masa başı işi veriliyor kendisine. Ancak bu işi yaparken, Doğu Alman casus teşkilatı ile bağlantılı olduğundan şüphelendiği bir cinayet olayının ortasına düşüyor birden bire.
Kaliteli Cinayet
Le Carré'nin ikinci kitabı Kaliteli Cinayet, bir casus romanı değil. Smiley'in yer aldığı bir dedektif hikayesi. İlginç olsa da, sadece le Carré'nin casusluk icraatiyle ilgileniyorsanız okumanız şart değil. Bunu rahatlıkla atlayıp üçüncüye geçebilirsiniz.
Soğuktan Gelen Casus
Bu kitap milyonlarca sattı ve filmi çevrildi; ve le Carré'yi meşhur etti. Berlin Duvarında bir geçiş kontrol noktasında Doğu Alman muhafızların kaçmaya çalışan Batı Alman casusunu vurduğu bir sahneyle başlıyor.
1963 yılında yayımlanan Soğuktan Gelen Casus, sadece iki yıl önce, 1961'de dikilen Berlin Duvarının böldüğü Berlin ile ilgili.
Antiparantez, benim görüşüme göre Duvar'ın inşası, Batı'nın Sovyet Bloku'na karşı tutumunda bir dönüm noktası oldu. Bundan önce, Sovyet deneyimine, Avrupa'nın bazı kesimlerinde kısmen Rusya'nın II. Dünya Savaşı sırasındaki büyük fedakarlıkları nedeniyle ve kısmen de Amerika Birleşik Devletleri'ndeki McCarthyciliğin aşırılıklarına tepki olarak bir miktar sempatiyle bakılıyordu. Ancak Berlin Duvarı her şeyi değiştirdi; kendi vatandaşlarını hapis tutmak için duvar örmek zorunda kalan bir rejime hayran olmak zorlaştı.
Soğuktan Gelen Casus, Soğuk Savaş casus entrikalarına kasvetli ve alaycı bir bakış açısı sunarken Batı kamuoyundaki bu değişimi de yakalıyor. Tevekkeli değil bu kitap sayesinde meşhur oldu le Carré.
Karla'nın Seçimi kitabını Sabırsızlıkla Bekliyorum
Harkaway, babasının mirasını nasıl sürdürdü ve George Smiley'e nasıl yeni bir soluk getirdi, merak ediyorum.
-+-+-+-+
İstanbul - Brisbane fiyat kıyaslaması - AT endeksi
Temmuz ayında, Avustralya (AU)-Brisbane Coles süpermarket ve Türkiye(TR)-Istanbul Migros süpermarket fiyatlarını karşılaştırmak için AT endeksi diye bir sepet yapmıştım. Bu sepet için 24 Kasım fiyat kıyaslaması aşağıda Türk Lirası olarak resmediliyor. Döviz kuru, 1AUD=22.47TRY.
AT endeks grafiği aşağıda Temmuz’dan beri gelişmeyi gösteriyor. Bu histogramdaki sütun yüksekliği, o tarihte, Avustralya fiyatlarının Türkiye fiyatlarına oranını gösteriyor. Eğer fiyatlar eşit olsaydı, sütun yüksekliği 1,00 olurdu.
Bu mal sepeti için, bu iki süpermarket (Coles ve Migros) fiyatları arasındaki oran, 2024 Temmuz ayının başından bu yana çok fazla değişmedi.
Kullandığım veri tabanı ve yazılımları github’dan indirebilirsiniz isterseniz.