İsrail ve Orta Doğu hakkında hayali sohbet
Filistinliler için üzülmemek elde değil. İsrailliler için de aynı şekilde. Anlamsız olanı anlama gayretiyle yazdım bu yazıyı
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
Abonelik bedava. Reklam falan da yok burada. Yani bana para getirmeyecek ama abone olarak şevkimi arttıracaksınız. Manevi desteğinizi esirgemeyin.
-+-+-+-+
İsrail'de doğup büyümüş olsaydım herhalde böyle olurdum diye tasavvur ettiğim biriyle sohbet metnidir:
[Zoom toplantısına girdik. Ekranda iki kafa var.]
Halim - Önce bize biraz kendinden bahsedebilir misin?
Hayim - Büyük dedem bir Rus yahudisi idi. Rusya'daki pogromlardan ve başka sıkıntılardan kaçarak İkinci Aliya döneminde ailesini İsrail’e getirmiş. Dedem Odessa doğumluydu; babam ve ben Kudüs'te doğduk.
H - Hatırladığın kadarı ile çocukluk yılların nasıl geçti?
H - Fakirdik. İki oda bir mutfak küçük bir dairede kiracı idik. Odaların biri anne ve babamındı, kız kardeşim ve ben diğer odada yerde uyurduk. Sabah şilteleri katlayıp kaldırırdık, oturma odası olurdu. Mahalle toptan Rus’tu. Annem ve babam birbirleriyle Rusça konuşmalarına rağmen bizi İbranice öğrenmeye zorlardılar.
H-Neden?
H - Sanırım yeni yurdumuza kolay entegre olalım diye. Bunu anlamak için o zamanki İsrail milletini anlamak lazım. Ben çocukken İsrail bir mahşer yeriydi. Toplumsal statünün genellikle kökene bağlı olduğu, milletten ziyade bir kalabalıktı. Amos Oz şöyle anlatır:
“…En üst statüdekiler geçen yüzyıl gelenler, öncülerdi. Onlar Kudüs'ten uzakta, Vadiler'de, Celile'de ve Ölü Deniz kıyısındaki vahşi doğada yaşarlardı... Öncülerin bir basamak altında, sırtlarında atletler balkonlarında oturup sosyalist Davar gazetesini okuyan 'irtibatlı cemaat ' vardı,… Bu ikisine müesses nizam dersek, onların karşısında rengarenk bir güruh vardı: 'irtibatsız'lar, diğer adıyla teröristler, ve ayrıca Meah Shearim'in dindar Yahudileri, 'Siyon'dan nefret eden' ultra-ortodoks komünistler, eksantrik entelektüellerden oluşan karışık bir kitle. Bunlara ilaveten kariyeristler, ve yoz kozmopolit tarzlı benmerkezci sanatçılar, her türden dışlanmışlar ve bireyciler ve şüpheli nihilistler, Germen tavırlarından henüz kurtulamamış Alman Yahudileri, İngiliz muhibi züppeler, abartılı tavırlar olarak değerlendirdiğimiz zengin Fransızlaşmış Levantenler. kibirli kahyalar ve ardından Yemenliler, Gürcüler, Kuzey Afrikalılar, Kürtler ve Selanikliler. Hepsi kesinlikle kardeşimiz, hepsi şüphesiz insan malzemesi, ama ne yaparsanız yapın, büyük sabır ve çaba gerekecek. Bütün bunların dışında genelde şefkatle ve biraz tiksintiyle yaklaştığımız mülteciler, savaş artıkları vardı.” Oz, Amos. Bir Sevgi ve Karanlık Hikayesi (s. 12-13). Random House. Kindle.
İşte İbranice, bu çok çeşitli milletlerden ve kökenlerden gelen Yahudileri birleştiren tek dildi.
H - Komşularınız arasnda Araplar da var mıydı?
H - Hayır, ama yakınlardaki bir Arap köyünden peynir getirip satan bir bakkal hatırlıyorum. Kibutz peynirinden her zaman daha ucuzdu. Arap çocuklarla oynadığımı, onlarla okula gittiğimi hatırlamıyorum.
H - Genel olarak her yer öyle miydi?
H- Evet. Kibutz çocuklarının bile komşu Arap köyleriyle teması azdı.
H - Tony Judt da savaştan önce yaşadığı kibbutz anılarını anlatan kitabında benzer şeyler söylüyor. Onun kendine sorduğu soruyu sana sorayım, İsrail, eğer Arap ve Yahudilerin beraber oturduğu mahallelerden oluşsaydı her şey farklı olabilir miydi?
H - Judt’dan önce, Martin Buber 1920’lerde, senin dediğine benzer, Arap nüfusunu göz ardı etmeyen farklı bir vizyonu savunmuştu. Ancak bizimkiler aynı fikirde değildi. Babama göre, Araplarla dostluk, duygusal zafiyetti ve İbrani devletini Arapların iyi niyetine bağlayarak güvenlik zafiyeti doğururdu. O dönemde etrafımızdaki çoğu insan da babam gibi düşünüyordu.
H-Senin fikrin neydi?
H - Tam olarak idrak edecek yaşta değildim ama bu konular tartışılırken korktuğumu hatırlıyorum.
H-Nasıl yani?
H - Bilirsin, 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin ilanından hemen sonra Mısır, Ürdün, Irak, Suriye ve Lübnan orduları, diğer Arap ülkeleri ve Filistinli milislerden gelen güçler hep beraber İsrail'i işgal etti. Ben daha doğmamıştım ama okulda Kurtuluş Savaşımız diye okuduk. Çocukluğum boyunca, Araplar bu istilayı tekrarlayıp bu sefer başarılı olurlar diye korkmuşumdur. Akranlarımın çoğunun benzer korkuları vardı.
H - 1948 savaşı sadece İsrail için değil, Mısır ve Ürdün için de önemli toprak kazanımlarıyla sonuçlandı. Tek kaybedenler Filistinliler oldu.
H - Haklısın, 1948 Savaşı'nın tek kaybedenleri Filistinliler’di ama savaşın Filistinlilere karşı bir komplo olduğunu düşünmüyorum. Bugün baktığımda, o savaşı, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması sonrası eski Osmanlı tebaası arasında çıkan toprak gasbetme kavgası olarak görüyorum. Sömürge yönetimi nedeniyle 30 yıl gecikmişti, o kadar.
Çocukken bildiğim şey, ulusumuzun ilk yılında yedi Arap komşumuzun bizi işgal etmeye çalıştığıydı. O zaman başarısız oldular ama bir dahaki sefere sonuç farklı olabilirdi. Nitekim, 12 yaşımdayken Mısır ordusu tekrar Sina çölüne girdi ve Tiran Boğazı'nı abluka altına alarak doğrudan İsrail Devleti'ni tehdit etti. Babama Araplar İsrail'i fethedecek mi diye sorduğumu hatırlıyorum. Gelip bizi denize mi atacaklardı? Birkaç gün sonra Altı Gün Savaşı başladı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), üç saat içinde dört Arap ülkesinin hava kuvvetlerini imha etti. İsrail ordusu altı gün içinde Sina çölünü, Batı Şeria'yı ve Golan Tepeleri'ni fethetti. Sokaktaki sevinci hatırlıyorum. Ancak aradan daha altı yıl geçtiyken, bu kez 1973'teki Yom Kipur savaşı neredeyse İsrail'i yok ediyordu; o sevincimiz yeise döndü ve varoluşsal kaygılarımızı yenilendi. Ari Shavit, "Altı yıl arayla meydana gelen, taban tabana zıt iki savaş deneyimi İsrail'in ruh dengesini bozdu" der ve haklıdır.
H-Ondan sonra?
H - Settlements yani yerleşimler ondan sonra başladı. Yom Kipur 1973'ten sonra başladı dindar Yahudi cemaatler Batı Şeria ve Gazze’ye yerleşmeye. Laik Siyonistlerin neredeyse savaşı kaybettiğini gören halk arasında dindar Siyonizm güçlendi ve Yahudiye ve Samiriye'ye yerleşimler kurarak onları İsrail'in ayrılmaz bir parçası haline getirme çabalarıydı bunlar. Zayıflamış İşçi Partisi Hükümeti bu gelişmeleri durduramadı. İsrail'in gelecekteki yolunun 1973'ten sonra yeniden çizildiğini düşünüyorum ve bu yeni yol dindar Siyonizmdi. O tarihten bu yana o yolda yürüyoruz.
H - Yani bugünkü sorunların temel nedeninin 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı olduğuna inanıyorsun. 1948 Savaşı, İsrail ile Arap komşuları arasında Ateşkes anlaşmaları yerine kalıcı bir barış anlaşmasıyla sonuçlansaydı işler farklı mı olurdu?
H- Evet. İsrail'in ve Orta Doğu'nun tüm tarihi farklı ve çok daha mutlu olabilirdi. Ne yazık ki Araplar barış anlaşması imzalayarak İsrail'i tanımaya yanaşmadı.
H - Bu arada, Filistin'in iki yeni kurulacak devlet arasında tanzimi için Birleşmiş Milletler'in önerdiği haritayı koyayım şuraya:
BM kararına göre, sarı boyalı alanlar önerilen Filistin devletine, mavi bölge ise Yahudi Devleti İsrail'e ait olacakmış.
Bu haritanın ömrü uzun sürmedi, 1948 Savaşı sonrasında yukarıdaki haritadaki sarı alanın büyük bir kısmını aşağıda gösterildiği gibi Mısır ve Ürdün işgal etti:
H - Bu bağlamda ilginç olanı, hem Mısır hem de Ürdün'ün artık İsrail'i resmen tanımakta olması (1979'dan beri Mısır ve 1994'ten beri Ürdün). Bu iki ülke, İsrail'i resmen tanıma kararlarına müştereken 1949'da varmış olsalardı, çatışma orada biterdi.
H - Bazı insanlar, 1948 savaşından sonra yerlerinden edilmiş Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumu hâlâ barışın önünde bir engel olarak görürdü.
H - 700.000 Filistinli Arap bu savaş sırasında mülteci oldu. Doğru. Araplar buna Nekbe (Felaket) diyorlar, bu da çok uygun bir isim çünkü bu mültecilere kimse yardım etmedi ve büyük zorluklar yaşadılar. Benzer sayıda Yahudi, Arap evlerini terk ederek İsrail'e göç etti ama Filistinli mültecilere Mısır ve Ürdün tarafından gösterilen ilgisizliğin aksine yahudi mülteciler burada hoş karşılandılar ve hükümetten yardım aldılar. Sen daha iyi bilirsin, ki bu konuda yazdığın için öyle söylüyorum, Türkiye ile Yunanistan arasında 1924'te çok daha büyük bir nüfus mübadelesi yapıldı. 1924'teki kitlesel bu zoraki nüfus mübadelesi iki ülke tarafından başarılı bir şekilde yönetilmişken, çok daha küçük bir mülteci grubu 1949'da tamamen yanlış halledildi ve bir felakete dönüştü.
H - Haklısın. Bu yazıyı yazmaya başlayana kadar sayının bu kadar nisbeten küçük olduğunu bilmiyordum. Bu mültecilerin, BM'nin gelecekteki bir Filistin devleti için tahsis ettiği toprakların üstüne oturmuş o iki Arap ülkesi tarafından gözetilmesini beklerdim. Hem Mısır hem de Ürdün o zamanlar nispeten yeni devletlerdi ve hâlâ Birleşik Krallık'ın etkisi altındaydı. İngiltere, Lozan'da zorunlu Türk-Yunan nüfus mübadelesi için çok güçlü baskı yaptı ama Filistinli mülteciler konusunda nedense kayıtsız kaldı.
H - İngiltere'nin Mısır ve Ürdün üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu bilmiyorum.
H - Geçmiş geçmişte kaldı. Şimdi ne olacak? Geçen yıl Hamas cinayetlerinin hemen ardından şunu yazmıştım: “İsrail hükümeti Hamas cinayetlerine insiyaki bir tepki yerine, katilleri gerektiği gibi cezalandıran ancak masumları esirgeyen bir süreci tercih etme öngörüsü gösterir mi diye sormuştum geçen hafta. Ne yazık ki İsrail hükümeti kana kan intikam yolunu seçti.”
H - Her iki yazıyı da okudum, Bölüm 1, ve Bölüm 2. Üzgünüm ama yer yer ukalaca ve cahilce buldum.
H-Öyle düşünmene üzüldüm. Bu paylaşımlarımda söylemek istediğim, şiddete şiddetle karşılık vermenin bu kan davasını devam ettirdiği ve İsrail'i dünya kamuoyunda daha da yalnızlaştırdığıydı. O zamandan beri IDF (İsrail Silahlı Kuvvetleri) Gazze'de çoğu sivil olmak üzere 40.000 kişiyi öldürdü ve Netanyahu hükümeti şimdi aynısını Lübnan'da da yapmaya başladı. ABD dışındaki çoğu Batılı hükümet İsrail'in eylemlerinden kendilerini soyutlamaya çalışıyor. Fransa Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde İsrail'e silah ambargosu uygulanmasını istemişti. İsrail soykırım eylemlerinden dolayı Uluslararası Adalet Divanı'nda yargılanıyor. Bunların hepsi benim düşüncelerimi doğruluyor bence.
H - Mesela demiştin ki, "Filistin-İsrail çatışması, intikam arzusuyla beslenen ve şiddet döngüsünü sürdüren bir kan davasıdır.” Kesinlikle katılmıyorum. Bu çatışma bizim için bir kan davası değil. Bu mücadeleyi sürdürme arzumuz yok ama aynı zamanda kendimizi de savunmamız gerekiyor.
Yunan hükümeti mesela Ankara'ya füze atarsa Türklerin nasıl davranacağını düşünürsün? Yunanistan Başbakanı şunu söylese Erdoğan ne yapardı? ‘Ağrı Dağı'ndan Ege Denizi'ne ve kuzeyinden güneyine kadar Küçük Asya, Yunan toprağıdır. Konstantinopolis bizim Kutsal Şehrimiz ve hedefimizdir ve Anadolu yarımadasında Türk işgalcilerine yer yoktur.”? Bu cümleyi hayal etmedim. Halid Meşal bir Cuma namazından sonra aynen böyle söyledi. Ben sadece emsal sunduğum Yunan-Türk anlaşmazlığına uygun olsun diye yer adlarını değiştirdim.
Öte yandan biz İsrailliler kin tutmayız. İsrail'in Mısır ve Ürdün'le mücadelesi, onlar İsrail'i yok etme isteğinden vazgeçtikleri gün sona erdi. Bizim yaşama hakkımızı kabul ederlerse, İran ve onun vekilleriyle de savaşmaya devam için hiçbir neden yok.
H - İsrail'in kendini savunma hakkıyla hiçbir sorunum yok. Benim sorunum Gazze'de çoğu sivil, kadın ve çocuk olmak üzere 40.000 kişinin öldürülmesidir. Netanyahu şimdi aynı icraate Lübnan'da başladı. Sence bu haklı mı?
H - Masumların öldürülmesi asla savunulamaz. Öte yandan Amos Oz bile bazen iyi seçeneklerin mevcut olmadığını düşünüyordu. Oz, 2014 İsrail-Gazze çatışması sırasında İsrail'in Gazze'deki eylemlerini destekledi bildiğin gibi ve o dönemde Hamas tarafından kullanılan canlı siper kullanma taktiğini eleştirerek şu soruyu sordu: "Karşı komşunuz balkona oturup küçük oğlunu kucağına alıp sizin çocuk odanıza makineli tüfekle ateş etmeye başlasa ne yapardınız? Karşı komşunuz evinizi havaya uçurmak veya ailenizi tutsak almak için kendi odasından sizin çocuk odanıza tünel kazsa ne yaparsınız??"
Netanyahu hükümetini sevmiyorum ama Ekim 2023'te seçeneklerin sınırlı olduğunu kabul etmeliyim. Geçen yıl dedin ki “İsrail'in ceza talep etmekte haklı olduğunu düşünüyorum ancak çok daha fazla masumun ölümüyle sonuçlanacak eylemlere girişmek yerine bunu yapmak için uluslararası bir koalisyon kurmayı tercih edeceğini umuyorum..” Bu mümkün değildi. Gazze'deki polis eyleminde İsrail'e hangi ülke katılır? Arap komşularımız bunu yapar mı? Türkiye? BM böyle bir eylemi destekleyen bir karar çıkarır mı? Amerika bile katılmaya yanaşmazdı. İsrail bunu tek başına yapmak zorundaydı.
H - Netanyahu hükümeti denemedi bile. En azından, İsrail, İsrail Silahlı Kuvvetleri Gazze'de Hamas'ı takip ederken sivillerin sığınabileceği, Gazze sınırındaki Mısır topraklarında korunan bir alan oluşturmak için Mısır'la işbirliği yapabilirdi..
H - Mısır bunu asla kabul etmezdi.
H - Mevcut yaklaşım işe yaradı mı? İsrail 40.000 insanı katlederek ne başardı? Rehineler serbest bırakılmadı. Aslında bazıları muhtemelen işgal nedeniyle öldü. Hamas liderlerinden bazıları öldürüldü ama Hamas devam ediyor, edecek. Hatta bazıları Hamas'ın bir örgüt değil, bir fikir olduğunu söylüyor. İsrail bir fikri nasıl öldürecek?
H - Temel insan doğasına ait fikirler vardır. Mesela özgürlük fikri, temel insan hakları fikri. Bu tür fikirlerin yok edilemeyeceğine katılıyorum. Hamas böyle bir fikir değil. “İsrailliler işgalcidir, hepsini öldürün” ilkesine dayanan iğrenç bir komplo. Araplar dahil sıradan hiç bir insan böyle düşünmez. İran'ın desteği olmadan bu şeytani Hamas ideolojisi yerel destek kazanamaz.
H - Haklı olabilirsin ama İran hiç bir yere gitmiyor. İsrail gelecekte de bu mahallede yaşamaya devam edecek
Bana göre İsrail şu ana kadar hep Arap dünyasındaki en kötü aktörleri, daha ılımlı olanların pahasına kayırarak yoluna devam etti ve bu kötü aktörler İsrail'e karşı korkunç eylemler gerçekleştirdiğinde, İsrail bu eylemleri, nüfuzunu ve arazi kazanımlarını daha da genişletmek için bir mazeret olarak kullandı. ABD gücünü koruduğu ve İsrail koşulsuz ABD desteğine güvenmeye devam edebildiği sürece bu politika işe yarayabilir. Ancak İsrail açısından bu dönemin kapanmakta olduğundan ya da en azından bir dönüşüme yaklaşıyor olmasından korkuyorum.
H - …
H-Sanırım burada durmalıyız. Ekonomik açıdan küçülen bir ABD'nin, Amerika ve Uzak Doğu'ya daha iyi odaklanmak için Orta Doğu'daki varlığını sınırlamak isteyebileceği bir muhtemel gelecek hakkındaki düşüncelerini merak ettim. Ancak bu konuşma çok uzadı, burada durmalıyız. Sen ve ailen için en iyisini diliyorum.
H- Aynen.
[Zoom bitti]
Kaynaklar
Judt, T. (2005). Postwar: A History of Europe since 1945. Penguin.
Oz, Amos (first published in Hebrew in 2002). A Tale of Love and Darkness.
Oz, Amos (2014). Judas.
Shavit, Ari. My Promised Land: The Triumph and Tragedy of Israel . Random House Publishing Group. Kindle Edition.
-+-+-+-+
Dipnot
Büyük büyükbabam Besarabya'da doğmuş bir Tatar'dı. Birinci Dünya Savaşı öncesi, o dönemde Balkan Savaşları'nın şiddetinden ve dökülen kandan kaçmak için ailesini bir tekneyle İstanbul'a getirdi. Osmanlı Padişahı onu, babamın 1925'te, benim de 1955'te doğduğum Eskişehir'e yerleştirdi.
1982'de Avustralya'ya göç ettim ve o zamandan beri orada yaşıyorum ama bu başka bir hikaye.
Bu yazıda İsrail'de Hayim adında tam benim yaşımda bir arkadaşım olduğunu hayal ediyorum. Hayim'in büyük dedesi Besarabya'da yaşayan bir Tatar değil, Rusya'da yaşayan bir Yahudiydi ve ailesini pogromlardan kaçmak için Filistin'e getirmişti. Bu, Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki İkinci Aliyah sırasında oluyor. Hayim'in babası benim babamla aynı yılda, yani 1925'te, Kudüs'te doğdu. Hayim 1955'te aynı şehirde doğdu.
Yukarıdaki gönderinin hiçbir yeri Hamas veya Hizbullah'ın eylemlerini savunduğum şeklinde anlaşılmamalıdır. Bunların ikisini de Gazze ve Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumu istismar ederek gelişen kötü niyetli örgütler olarak görüyorum. Hiçbir şey beni onların yenilgisini ve liderlerinin yargılanmasını görmekten daha fazla memnun edemez. Ancak İsrail'in mevcut eylemlerinin bu amaca hizmet ettiğine inanmıyorum. Bu eylemler yalnızca çatışmayı tırmandıracak; hatta Hamas ile Hizbullah'ı zayıflatmak yerine işgal altındaki topraklardaki nüfuzlarını güçlendirebilirler. Ek olarak, bu eylemlerin dini Siyonizmin etkisini artırması ve İsrail'i küresel sahnede daha da yalnızlaştırması muhtemeldir.
İsrail dünyanın en eğitimli ülkelerinden biri aslında. Bazı temel metrikleri karşılaştırmak için aşağıdaki tabloyu hazırladım:
Yüksek eğitim seviyesine rağmen, İsrail'in nasıl aşırı dindar bir Orta Doğu ülkesine dönüşüyor olduğunu görmek üzücü. Netanyahu ve koalisyon ortaklarının ülkeyi sürükledikleri istikamet bu gibi görünüyor.
-+-+-+-+
Kısa Kısa
2024 Nobel Ödülleri
2024 Nobel Fizik Ödülü, yapay sinir ağları (Artificial Neural Networks - ANN) üstüne çalışmalarından dolayı John Hopfield ve Geoffrey Hinton'a verildi. Yapay sinir ağlarını icat ettikleri için değil, bunların etkili bir şekilde eğitilmesini mümkün kılan geri bildirim mekanizmalarını ve geri yayılımı buldukları için. Her ikisi de Machine Learning öncüsü ve katkıları yadsınamaz derecede önemli; ancak bu fizik değil. Hiç olmazsa Hopfield, istatistiksel mekanik ve fiziksel kimya problemlerini çözerken tekrarlayan sinir ağlarına (Recurrent Neural Networks) yöneldi. Hinton bir fizikçi bile değil; psikolog.
2024 Nobel Kimya Ödülü, Washington Üniversitesi'nden David Baker ile Google DeepMind'dan Demis Hassabis ve John Jumper arasında eşit olarak paylaştırıldı. Google ikilisi, protein moleküllerindeki atomların dizilişini tahmin için yapay zeka sistemi AlphaFold2'yi geliştirdi. Bu buluşun ilaç ve aşı geliştirme üzerinde etkisi önemli ve DeepMind'ın bunu açık kaynak olarak yayınlama kararı, dünya çapında benimsenmesini hızlandırdı.
Yapay zeka çalışmalarına iki (ya da belki bir buçuk) bilim Nobeli verilmesi, bilişimin ve özellikle yapay zekanın bilimsel araştırmalar için ne kadar önemli hale geldiğinin işareti. Bence bu aynı zamanda egzotik çalışma alanlarına milyarlarca dolar akıtılmasına rağmen son senelerde fizikte çığır açıcı bir ilerlemenin sağlanamadığını da vurguluyor.
2024 Nobel Edebiyat Ödülü Koreli bir yazara verildi. Kitaplarından birini okudum (aşağıdaki Kitap İncelemesi bölümünde inceliyorum).
Avustralya medyası aday olarak Gerald Murnane'den bahsetmişti. Murnane'nin bir kitabını (Ovalar - The Plains) yaklaşık yirmi yıl önce okumuştum; Avustralya kırsallındaki insanlar ve manzaralar üzerine zeki ve gizemli bir alegori olarak hatırlıyorum.
-+-+-+-+
SpaceX'ten bir mucize daha
Associated Press, 14 Ekim 2024
Mayıs 2023'te, "Yetkin yapay zeka ve ucuz yörünge fırlatma teknolojilerinin bir araya gelmesinin, bu yüzyılın sonundan önce uzay habitatları ve otomatikleştirilmiş yörünge fabrikaları ile yeni bir uzay çağını nasıl getireceğini" ve Elon Musk ve SpaceX'in nasıl bunun öncüsü gibi göründüğünü yazmıştım.
Geçtiğimiz hafta SpaceX bu geleceğe yönelik başka bir kilometre taşına daha ulaştı. Bildiğiniz gibi şimdiye kadar roketler kaçış hızına bir itici (booster) tarafından ulaştırılıyor, itici ise koparak Dünya'ya geri düşüyordu. Geçtiğimiz hafta, Starship'e ait 71 metre uzunluğundaki 270 tonluk devasa Süper Ağır Booster fırlatma rampasına geri döndü, burada ,SpaceX'in "chopsticks" dediği mekanik kollarıyla emniyete alındı.
Yeniden kullanılabilir iticiler gelecekteki roket uçuşlarını çok daha ucuz hale getirecek. Bu sadece Mars'a seyahat değil, aynı zamanda kıtalararası uçuşlar için de iyi haber.
-+-+-+-+
Günlük
Jakarandalar Çiçek Açtı
Jacaranda'nın anavatanı Güney Amerika'dır. Avustralya'ya ilk olarak 19. yüzyılda Brisbane şehrinden girmiş ve her yere yayılmış. Özellikle şu anki çiçeklenme mevsiminde çok muhteşemler. Aşağıda Queensland Üniversitesi kampüsü göl kenarında Jakaranda ağaçlarını görüyorsunuz.
Aşağıdaki fotoğrafı evimizin yakınındaki Sunnybank Plaza alışveriş merkezinin otoparkından çektim:
-+-+-+-+
Queensland Eyalet Seçimi
26 Ekim'de Queensland eyalet seçimleri yapılacak. Son sekiz yıldır iktidarda İşçi Partisi vardı. Yukarıdaki soldaki mevcut Başbakan Steven Miles, sağdaki ise Muhalefet Lideri David Crisafulli. Politikacılar her geçen yıl daha da gençleşiyor sanki.
Avustralya'da üç hükümet düzeyi var:
• Federal - tek ulusal hükümet
• Eyaletler - altı eyalet hükümeti
• Belediyeler ve Nahiyeler - çok sayıda yerel konsey
Sekiz yıl boyunca iktidarı elinde bulunduran herhangi bir parti kaçınılmaz olarak atıllaşıyor ve Queensland İşçi Partisi de bir istisna değil. Bu seçimi kaybedeceklerini görünce, oy satın almaya yönelik politikalar uygulamaya koydular. Örneğin, iki ay önce herkesin elektrik faturasına 500 dolar yardımında bulundular ve toplu taşımanın bedava gibi (50 sent) olacağını duyurdular. Geçen hafta da böyle iki yeni politika daha ilan ettiler: bedava klinikleri ve ücretsiz okul yemekleri.
Bu girişimler onları iktidarda tutmaya yetecek mi? Göreceğiz ama muhtemelen hayır.
-+-+-+-+
You Tube
1980'lerde Melbourne'da Labtam için çalıştığımda, bir meslektaşımın biraderi Büyük Set Resifi'nin (Great Berrier Reef) bazı bölümlerinin artan okyanus sıcaklıklarından gördüğü zararı araştırıyordu. Şimdi iklim değişikliği dediğimiz şeyi ilk kez o zaman duydum. İtiraf etmeliyim ki o zamanlar pek ciddiye almıyordum.
Kırk yıl sonra, Florida'daki gayrimenkullerin sigorta primleri, iklim değişikliğine atfedilen doğal afetlerin sıklığının artması nedeniyle hızla artıyormuş. (15. dakikadan itibaren ikinci kısmı dinleyin.)
All-In dörtlüsü'nün iddialarını destekleyen Reuters haberine göre, ABD yatırım bankası Jefferies, 100 yılda 1 olan bir fırtınanın maliyetini "Tampa bölgesinde 175 milyar dolar ve Fort Myers bölgesinde 70 milyar dolar kayıp" olarak tahmin ediyor. Bu olaylar, 100 yılda 1 yerine 10 ya da 20 yılda bir olmaya başlayınca, sigorta maliyetleri gerçekten de sürdürülemez hale gelebilir.
-+-+-+-+
Pascal Hagi
Bu videoda Pascal ve Hagi bizimle televizyon izliyorlar. Duvardaki İki Arkadaş tablosu Taylan'dan hediye. Pascal geri dönüp Hagi de ona katıldıktan sonra bize almıştı.
-+-+-+-+
Okuduğum Kitaplar
2024 Nobel Ödülü'nü duyduktan sonra aldım İnsan Eylemleri kitabını. Han Kang'la daha önce karşılaşmadığıma şaşırdım. Bu bana ne kadar çok şeyden jabersiz olduğumuzu hatırlatıyor. Dolayısıyla herhangi bir konuda kesin açıklamalarda bulunmak ne kadar zor çünkü herzaman bilmediklerimiz ildiklerimizden daha fazla. . ‘İnançlı’ politikacıların bu kadar başarılı olmasının nedeni budur; kendi fikirleri hakkında hiç bir zaman şüpheye düşmezler.
İnsan Eylemleri Mayıs 1980'de Güney Kore'nin Gwangju kentinde öğrencilerin önderlik ettiği gösterilerle alakalı. O zamanlar Güney Kore birbirini izleyen askeri cuntalar tarafından yönetiliyordu. Ülkenin ilk cumhurbaşkanı Syngman Rhee, 185 kişinin ölümüyle sonuçlanan protestoların ardından 1960 yılında istifa etti. Kısa bir istikrarsızlık döneminin ardından General Park Chung Hee, 1961 darbesiyle iktidarı ele geçirdi ve 1979'da kendi Güvenlik Direktörü tarafından suikasta uğrayıncaya kadar ülkeyi yönetti. Kısa bir zaman sonra kontrolü ele geçiren General Chun Doo-hwan, ülke çapında sıkıyönetim uyguladı, siyasi faaliyetleri yasakladı ve üniversiteleri kapattı.
Park Chung-hee ile yirmi seneden sonra, Güney Kore vatandaşları yeni bir diktatörü gördüklerinde hemen tanıdılar. Güneydeki Gwangju kentinde, ülkenin "mucizevi" sanayileşmesinin tehlikeli koşullarda ve yıpratıcı yoğunlukta çalışma anlamına geldiğini anlayan ve sendikalaşma ile siyasi bilinçlenmeleri yükselen işçilerin de katılımı ile öğrenci gösteri sayıları kabardı. Polisin görevini devralmak üzere önce jandarmalar gönderildi, ancak silahsız vatandaşlara karşı uygulanan vahşet, eylemcilere verilen halk desteğinin daha da artmasıyla sonuçlandı. Ordu yeniden toparlanıp tanklarla saldırmak için şehir merkezindan çekildiği bir gün başlıyor roman. … Han Kang cesetlerle başlıyor. Üst üste yığılmış, pis kokulu, sahipsiz ve dolayısıyla gömülmemiş ölmüş insan vücutları hem lojistik hem de ontolojik bir ikilem sunuyor. … Gwangju'da suçun büyüklüğü, askerlerce cesetlere uygulanan şiddetin, ölülerin atılma veya gizlenme çabalarının, aileleri tarafından kimliklerinin tespit edilememesi ve uygun cenaze törenlerinin uygulanamaması anlamına gelmesiydi.
(Kitabı İngilizceye çeviren Deborah Smith'in Giriş bölümünden, Granta Yayınları, Kindle baskısı)
Gwangju'da öldürülen kişilerin kesin sayısı bugüne kadar bilinmiyor. Resmi sayılara (ki hükümet 200 sivil öldüğünü iddia ediyordu) karşı çıkanlar başlarda tutuklanıp hapse atılıyordu. Aradan o kadar zaman geçmesine ve ölü sayısının daha yüksek olduğuna dair önemli kanıtlar olmasına rağmen, sayı resmi kayıtlarda değişmeden kaldı.
Kitap bir grup gencin bir üniversite spor salonunda ölüler başında nöbetiyle açılıyor. Ailelere haber verebilmek için cesetleri yıkayıp kimliklerini tespit etmeye çalışıyorlar. İlk bölümde, bir lise öğrencisi anlatılıyor, kız kardeşini ararken gösterilere karışan ve yanındaki arkadaşı keskin nişancılar tarafından vurulan bir çocuk. Han Kang, kitap boyunca, hem karakterlerin acısını hem de askerlerin zulmünü aktarmada son derece etkili olan ikinci şahıs anlatımını kullanıyor.
Cesetlere ancak üstünkörü bir muamele yapılabildiğinden, ölülerinin burun ve kulakl deliklerini pamukla tıkamak ve onlara yeni kıyafetler giydirmek ölü sahiplerinin işiydi. Cesetler basitçe giydirilip bir tabuta yerleştirildikten sonra, spor salonuna transferini denetlemek ve her şeyi deftere not etmek senin işindi. Sürecin tam olarak anlayamadığın bir parçası da, tabutlara yerleştirildikten sonra, yaslı aileler için yapılan kısa, resmi olmayan bir anma töreninde milli marş söylenmesiydi. Aynı şekilde her tabutun üzerine bayrak serilip sıkıca bağlandığını görmek de tuhaftı. Askerler tarafından öldürülen insanlar için neden milli marş söylersiniz? Neden tabutları bayrakla sarıyoruz? Sanki o insanları öldüren milletin ta kendisi değilmiş gibi.
Kang, Han. İnsan Eylemleri (s. 22-23). Granta Yayınları. Kindle Sürümü.
O gece spor salonundaki gençlerin çoğu daha sonra ordu tarafından öldürülür; diğerleri tutuklanıp işkence görür. Kitabın geri kalan bölümlerinde hayatta kalanların başlarına gelenler ve taşıdıkları kalıcı travma inceleniyor.
Nispeten kısa olmasına rağmen, okunması zor bir kitap. Yer yer dehşete düşüyor okur. Han Kang, bizi insanlık olarak birleştiren tek deneyimin zulüm müdür diye soruyor. Kendimizi inandırmaya çalıştığımız insan haysiyeti, aslında yozlaşma, acı çekme ve katliamın insanlığın temel kaderi olduğu gerçeğini maskeleyen bir kendini kandırma mıdır? Tarih defalarca insanlığın bu meşum kaderini doğrulamış olsa da yine de insan vicdanına inanmakla kendi kendimize yalan mı söylüyoruz hep?
İçimdeki hümanist, bu soruya “evet” cevabı vermekte direniyor.
Kitabı okuduktan sonra, bazı ülkelerde ordunun neden kendi halkına bu kadar acımasızca saldırabildiğini merak etmeden duramıyorum. Bu ulusal ruhun mu bir ürünü, ahval ve şerait mi, yoksa sadece askeri görevlilerin nasıl eğitildiğiyle ilgili bir mesele mi?
-+-+-+-+
Diğer Kitaplar
Sarı Yüz, Rebecca F Kuang — Bu muhtemelen RF Kuang'ın en popüler kitabı ama Poppy Wars üçlemesi veya Babel kadar beğenmedim.
Karanlık Gölü, Adam Roberts - Adam Roberts, ilginç sorulara yaratıcı yaklaşımlarıyla sevdiğim bir yazar. Bu kitabında, teknolojik gelişme sonucu kıtlık ve yoksulluğu unutmuş bir toplumun nasıl işleyebileceğine ve kötü niyetli bir saldırı karşısında ne kadar korunmasız hale gelebileceğine dair bir fikir ediniyorsunuz.
-+-+-+-+
AT Index
Temmuz ayında, Avustralya (AU) ve Türkiye(TR) fiyatlarını karşılaştırmak için AT endeksi diye bir sepet yapmıştım. Bu sepet için 13 Ekim fiyat kıyaslaması aşağıda Türk Lirası olarak görünüyor. Döviz kuru, 1AUD=23.15TRY.
AT endeks grafiği aşağıda Temmuz’dan beri gelişmeyi gösteriyor. Bu histogramdaki sütun yüksekliği, o tarihte, Avustralya fiyatlarının Türkiye fiyatlarına oranını gösteriyor. Eğer fiyatlar eşit olsaydı, sütun yüksekliği 1,00 olurdu.
Kullandığım veri tabanı ve yazılımları github’dan indirebilirsiniz isterseniz.