Erdoğan dönemi sona ererken
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en uzun kesintisiz iktidar dizisi sona eriyor. Bundan sonra Türkiye'de neler olur?
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
Abonelik bedava. Abone olun ki her posta doğrudan size gelsin. İlk önce siz okuyun. Aboneliğin bir sıkıntısı yok. E-posta adresiniz kimse ile paylaşılmayacak.
-+-+-+-+
Politika polemikleri yapmaktan hazzetmiyorum ama kritik dönemeçlerde günlüğe kayıt düşmek gerekiyor. Şimdi böyle bir dönemeçten geçiyoruz.
Nerdeyse çeyrek asırdır başta olan Erdoğan ve AK Parti popülaritesinde ciddi bir düşüş var. Türk lirasının özellikle son beş yılda uğradığı dramatik değer kaybı ve rekor kıran enflasyon oranları bu düşüşün birincil müsebbibleri.
İlginçtir ki, bu kargaşanın ortasında, hükümet ta 1980'lerden beri mesele olan bir çatışmayı şimdi sonuçlandırma umuduyla PKK ile barış görüşmelerini yeniden başlattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daralan destek tabanını genişletmek ve yeniden seçilebilmesinin yolunu açacak anayasal değişiklikler yapmak için Kürt desteğini sağlama stratejisi olarak yorumlayanlar var. Ben öyle yorumlamıyorum. İşin özü şu. Türkiye, benim ROGUE çağı dediğim, yeni çok kutuplu dünyada yerini bulmaya çalışıyor. Türkiye’nin elitleri yeni bir konsensüse ulaştı ve Kürtlerle barış bu yeni konsensüsün bir parçası. Elbette, buradan, Erdoğan kendine bir seçim avantajı bulmaya çalışacak ama bence böyle bir avantaj yok ve hatta varsa bile, Erdoğan’ın süreci desteklemesinin nedeni bu değil. Aslında, yakın zamana kadar, süreci desteklemekten ziyade isteksizce tolere ediyor gibi görünüyordu.
Bu senaryonun çoğunu ben bir yıl önce tahmin etmiştim. Nisan 2024 analizimden kopyalıyorum:
Revizyonist dönem artık sona ermiştir. Yeni bir elit konsensus oluştu. Bu konsensusun parametrelerinin şunlar olduğunu düşünüyorum:
Türkiye Batılı kimliğini korurken kendi bağımsız bölgesel ve küresel politikalarını geliştirecek
Türkiye, ABD'nin Orta Doğu'dan çekileceğini ve bunun bölgesel güç dinamiklerinde boşluk yaratacağını öngörüyor. Özellikle, Ukrayna’ya karşı kazanacağı Pirüs zaferinin ardından Rusya'nın zayıflamasıyla birlikte Türkiye bu boşluğu doldurmayı hedefleyecek.
Revizyonist dönemde elitler arasındaki kıran kırana geçen mücadeleler sırasında yıkılan yargı ve diğer bürokrasinin bağımsızlığı yeniden tesis edilecek.
Sermayeden yana politikalar devam edecek.
Özal'la başlayan ancak AK Parti'nin popülist politikalarından zarar gören ekonomik liberalleşme yeniden sürdürülecek.
Bu noktaların her biriyle ilişkili ek sonuçlar vardır. Örneğin bölgesel hegemon olma hırsı, Kürtlerle barışmayı ve zayıflamış İsrail'le işbirliği yapmayı gerektirecektir.
Bu tesbitlerin çoğu çıktı ama, Erdoğan rejimininin, bir sene içinde bu kadar süratle çözüleceğini ön görememişim.
Erdoğan ve AK Parti'nin Yükselişi
Daha önce ayrıntılı olarak açıklamaya çalıştığım gibi, ulusal büyüme ve kalkınma için elitler arasında bir konsensüsün olmazsa olmaz olduğuna inanıyorum. Böyle bir konsensüse ulaşmak zordur, çünkü büyüme, yerleşik imtiyazları tehdit ettiğinden elitler için risklidir. "Elitler" derken, ulusal dinamikleri üzerinde önemli etkiye sahip bireyleri ve grupları kastediyorum. Marksist günlerimde, elitleri burjuvazi, feodal rantçılar gibi sınıf bazlı tanımlardım. Bugünse, elitlerin bileşimini daha karmaşık ve daha belirsiz olarak algılıyorum. Tek tek elit bileşenleri belirlemek her zaman kolay olmuyor. Buna rağmen, sosyo-ekonomik ve politik tartışmaları izleyerek, tam olarak kim olduklarına işaret edemesem bile, bir ülkenin elitleri arasında bir fikir birliği olup olmadığına hüküm verilebilir.
Genç uluslarda iyi tanımlanmış elit yapılar henüz belirginleşmiş olmayabilir. Bu yüzden, istikrarlı bir yönetim tesis etmeleri ve büyümeleri zor olur. Bu durum Türkiye için geçerli değil. Osmanlı mirası üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti, sağlam devlet yönetimi geleneklerini Osmanlı’dan devraldı. Bu geleneklerden bazıları Doğu Roma imparatorluğuna kadar uzanıyor olabilir.
Nisan 2024 yazımda, Türk elitlerinin son yüzyıldaki evrimini özetlerken günümüz gelişmeleri için bir context (bağlam) sunmaya çalıştım.
Bu bağlam içinde, AK Parti’yi ve PKK’yi, elitlerin 1980'lerde başlattıkları iki proje olarak görüyorum. Şimdi bu iki projenin kesişmesine tanık oluyoruz. Bu kesişme sonucunda bambaşka bir Türkiye’nin doğacağına inanıyorum.
AK Parti Projesi
Her iki proje de o zamanlar ABD onayı olmadan başlamamıştır kuşkusuz ama ABD kışkırtması değildi. Motivasyon yereldi. Nereden çıktı bu projeler derseniz, bence Türkiye’nin kamu teşekküllerinin başat olduğu karma ekonomi dediğimiz sistemden, tamamen kapitalist küresel bir piyasa ekonomisine geçme iradesi ile ilişkiliydi. Küresel rekabet iddiasında bir piyasa ekonomisi, kırsal hegemonyayı kırıp kırsal nüfusun ucuz işgücü hesabında kentsel alanlara taşınmasını gerektiriyordu. Ve iki proje de bu gerekliliğe hizmet edecek şekilde planlandı.
Küresel rekabete dayanabilecek bir ekonomi kurmak hiç kolay değildir. Sömürge gelirleriniz yoksa, ama yine de hızlı büyümek istiyorsanız, bunu ancak ücretleri bastırarak gerçekleştirebilirsiniz. Bu konudaki Türk deneyimi Güney Kore veya Çin deneyiminden çok da farklı değildir aslında ve o ülkelerin tecrübesi ibret alınmış olabilir. İşçiler patronları daha fazla kar etsin diye boğaz tokluğuna çalışmaya razı olmazlar. Patronlar karlarını gerçekten yeni iş alanlarına yatırarak ülkenin kalkınmasına ve yeni iş alanları açılmasına vesile oluyor olsalar bile bu böyledir. Güney Kore'de işçi protestoları binlerce kişinin öldürülmesi de dahil olmak üzere acımasız askeri müdahalelerle bastırılmıştır hem de defalarca. Bu vahşetleri dobra dobra ama şiirsel bir şekilde anlatmasıyla, Han Kang 2024 Nobel edebiyat ödülünü aldı. Çin'de işçileri boğaz tokluğuna çalıştırmanın yöntemi farklıydı. Orada, Komünist Parti disiplini ile sağlandı işçilerin planla uyumlulukları. Aslında hızla kalkınmak isteyen bütün ülkeler için bu iki genel seçenek mevcut: ya şiddet ile ya ikna ile. İlk seçeneğe, AB ile ilişkiler yüzünden Türkiye’de itibar edilmedi. O zamanlar, elitlerin özlemlerinden biri Avrupa Birliği'ne katılmaktı. Hem AB’ye katılmak isterken hem de içeride işçileri öldürerek grevleri bastırmak zor olurdu. Türk elitleri, ikna yolunu, yani Çin yöntemini uygulamaya karar verdi. Elbette komünist olamazlardı, bu yüzden ulusal uyumu sağlayacak ideoloji olarak komünizm değil dini seçtiler.
Dini duygular Türk milletinin derinliklerinden gelir ama cumhuriyetin ilk yarım yüzyılında hoş karşılanmazdı. 1980'lerde başlayan ilk proje, kitlelerin daha düşük ücretlerle daha fazla çalışarak ekonomik büyümeyi desteklemesini sağlamak için onları bir dindarlık bayrağı altında birleştirmeyi amaçlıyordu. Bu ilk kez denenmiyordu fakat rejimi desteklemek için dini hizmete çağıran daha önceki girişimler samimi değildi. Daha önceki girişimlerde, düzenin laikleri gerçek bir gönül değişikliği olmadan, İslamcı anlatılar başlatmaya çalışıyorlardı. Örneğin, milliyetçi parti MHP, 1960'larda ve 1970'lerde "Türk-İslam sentezi" diye adlandırdıkları bir öğretiyi benimsedi ve parti politikalarına İslamcı lafızları yerleştirdi. O zamanlar ben liseliydim. Bazı partizanların, "Türk-İslam sentezi"nin, hareketin şamanist temellerine ihanet olduğu yönündeki homurdanışlarını hatırlıyorum. Tüm gayretlere rağmen, halk MHP'yi asla sahici dindar olarak benimsemedi. O dönemde İslamcı gruplar, çok sayıda partisi kapatılmış olmasına rağmen, köktendincilerden aldığı değişmez destek sayesinde siyasi olarak ayakta kalmayı ve hatta güçlenmeyi başaran Necmettin Erbakan'ı destekliyordu. Ancak, çeşitli nedenlerle, Erbakan'ın liderliği etrafında bir elit konsensüs oluşturmak zordu. Bunu fark eden Erbakan çömezleri, Erdoğan, Gül ve Arınç, Erbakan'ı terk edip AK Parti'yi kurdular. Rejim onların önünü kesmedi. En kritik anlarında Deniz Baykal gibi Cumhuriyetçi Parti'nin laik duayenlerinden aldıkları destek bunun göstergesidir.
Proje başarılı oldu. Siyasi olarak başarılı oldu çünkü seleflerinden farklı olarak AK Parti, sert kapitalist reformlara rağmen yakın zamana kadar halk desteğini etkili bir şekilde korumayı becerdi. Ekonomik karne belki o kadar net değil ama yine de tüm Erdoğan iktidar dönemi olarak bakılırsa projenin başarılı olduğu söylenebilir. Bu noktaya aşağıda daha sonra değineceğim ancak önce 1980'lerin ikinci elit projesinden kısaca bahsedeyim.
PKK Projesi
Türkiye'nin bir Kürt sorunu var. Kuzey İrlanda sorunuyla benzerlikleri üstüne Şubat 2024’te yazmıştım.
1970'ler Türkiyesi’nde, değişik Kürt hareketleri vardı ve bunlar Türkiye’nin Batısındaki devrimci ve demokrat hareketlerle paralel hareket ediyorlardı. 1980 askeri darbesi hepsini yok etti. Bugün Kürt siyasal hareketinin tek temsilcisi olarak görülen PKK, darbeden birkaç yıl önce kurulmuştu ve kurucusu Öcalan, inanılmaz bir öngörü göstererek darbeden birkaç ay önce PKK kadrolarını Türkiye dışına Suriye'ye göndermişti. Bu sayede, PKK kadroları darbeden bir zarar görmediler. Askeri idare yerini demokrasi ve seçimlere bırakınca, Suriye’den geri döndüler. Bu şekilde, kayıpsız kadroları ile, PKK, Kürt siyasetinde o günden bugüne süren baskın pozisyonunu aldı. 1970'lerin nisbeten kitlesel demokratik hareketlerinin aksine, PKK başlangıçta bir terör örgütüydü ve bu, Türk devletinin onu marjinalleştirmesini kolaylaştırdı.
Olanlar ve olacaklar
Her iki siyasi proje de -AK Parti'nin dinsel-milliyetçi platformu ve PKK ayaklanması- zaman içinde evrilerek kendi özel mecralarını yarattılar. Kitleselleşen AK Parti, tartışmasız iktidar haline gelirken dava partisi olma özelliğini yitirdi, herhangi bir siyasi parti haline geldi. Cemaat hareketiyle yol ayrımı sonrası yapılan yanlış ekonomik tercihlerle başlayıp, pandemi ve daha sonra deprem yönetimi başarısızlıkları ile gemi azıya alan ekonomik zorluklara karşı yükselen halk muhalefetini dizginlemeye artık Erdoğan ve AK Parti tılsımı yetmiyordu. O zaman mutad polisiye tedbirler kullanılmaya başlandı ama bu yola gitmek zorunda kalınması, AK Parti’nin yukarıda belirttiğim başlangıç nedeni ve misyonunun da tükenmiş olduğunun kabulu idi.
İşte bunlar olurken, Suriye’de Esad rejiminin çöküşü Türkiye'ye hem riskler hem de fırsatlar sunuyor. Türkiye'nin aktif katılımı olmazsa, Suriye’nin, İsrail’in zımni himayesinde Türkiye’ye bir hısım devlet olma riski söz konusu. Türkiye ise, Suriye Kürtleriyle savaş halinde iken Suriye'yi kontrol edemez. Bu nedenle, Türkiye'nin stratejik çıkarı, Suriye Kürtleriyle uzlaşmada yatıyor. Ancak bu, Türkiye içinde PKK ile çatışmaya son vermeden olmaz. İşte bu zorunluluk, yılların Türk milliyetçisi Bahçeli'yi geçen Ekim ayında, durup dururken bir Kürt barışı çağrısı yapmaya motive etti.
PKK ile barış müzakerelerinin sonucu konusunda belirsizlik devam ediyor bence. Ancak müzakereler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansınlar Erdoğan'ın iktidarını uzatmaya yardım etme olasılıkları yok. Muhtemel hukuki katakullilerle Erdoğan 2028 seçimlerinde tekrar aday olabilir ama artık kazanabileceğini sanmıyorum.
Erdoğan'ın Ekonomik Mirası
Kapsamlı ekonomik verilere kolay erişim araçlarım yok. Olsaydı bile muhtemelen onları doğru bir şekilde yorumlayamazdım. Bu nedenle, başkalarının hazırladığı analizlere güvenmek zorundayım.
Harvard Üniversitesi'nin hazırladığı Ekonomik Karmaşıklık Atlası, Erdoğan'ın ekonomik mirası hakkında ilginç veriler içeriyor. Siteyi ziyaret etmenizi ve metodolojilerini anlamanızı öneririm. Bu sitede 145 tane ülkenin, onların ihracat paketlerine bakılarak, ekonomik analizleri yapılıyor. Sayılı ürün değil karmaşık mallar ihraç eden ülkelerin genellikle daha hızlı büyüme beklentilerine sahip olduğu iddia ediliyor.
Karmaşık mal ihraç etmeyen ülkelerde milli gelirin düşük olduğu anlamına gelmiyor bu tez. Ama gelişme ufuklarının daha sınırlı olduğu ileri sürülüyor. Bu teze göre, ihracatları ağırlıklı olarak birkaç maddeye dayanan Rus veya Suudi Arabistan’ın milli gelirleri göreceli olarak yüksek olsa da gelişme potansiyelleri daha düşük.
Her iki ülke ekonomisi de fosil yakıt ihracatı sayesinde sürdürülebiliyor. Rusya 145 ülkenin yer aldığı Atlas'ta 100. sırada yer alırken, Suudi Arabistan 60. sırada yer alıyor. Buna karşılık, Türkiye çok daha karmaşık bir ihracat kompozisyonuna sahip. Atlasta verileri olan 145 ülke arasında Türkiye 42. sırada yer alıyor. Aşağıda Türk ihracatının kompozisyonunu görüyorsunuz. Rus ve Suudi grafikleriyle karşıtlık aşikar.
Türkiye’nin ihracatı, Erdoğan'ın görev süresi boyunca aşağıdaki özetin gösterdiği gibi önemli ölçüde gelişip karmaşıklaşmış.
Türkiye ülke profili, 1998-2023
Kalem kalem baktığımızda da bunu görüyoruz. Aşağıdaki grafiği, Harvard Atlası verilerini kullanarak ben hazırladım. Türkiye'nin 1995-2023 yılları arasındaki ihracat profilinin değişimini, özellikle elektronik, makine ve otomotiv gibi gelişmiş sektörlerdeki önemli büyümeyi gösteriyor.
Atlas, Türkiye'nin ekonomik karmaşıklığının, benzer gelir seviyesindeki ülkelerin önünde olduğunu kaydedip, bu yüzden Türkiye için yakın gelecekte ılımlı ancak istikrarlı bir büyüme öngörüyor. Rakam olarak, Türkiye'nin önümüzdeki on yılda yaklaşık %4,1'lik yıllık ekonomik büyümeye ulaşması bekleniyormuş ki bu beklenti, Türkiye’yi, küresel olarak en üst çeyrekte kümelendiriyor.
Bu bence son yirmi beş yılın bir ekonomik başarısı ve esas olarak Erdoğan'ın halk desteğini sürdürebilme yeteneğinin bir sonucu. Ekonomi büyürken, işçiler ekonomik büyümeden çok az pay almaya devam ettiler ve buna da razı oldular. Sanayii yeni üretim alanlarına öyle girebildi. Ancak, iktidarın son zamanlardaki halk huzursuzluğunu bastırmadaki yetersizliğinin de gösterdiği gibi, Erdoğan tılsımı artık tükenmiş görünüyor.
Özetlersem, Türkiye kritik bir anın eşiğinde. Erdoğan rejimi çözülürken, hızla değişen jeopolitik gerçekliklerle uyumlu yeni bir elit konsensüs ve içeride ve dışarıda stratejik yeniden ayarlamalar bekliyorum. Erdoğan sonrası Türkiye’nin siyasi çehresinin nasıl olacağı konusunda değişik tahminlerde bulunmak mümkün ama bence bütün o tahminlerin değişmeyeni, Türkiye’nin kayda değer bir sıçrama daha yapması olacak.
Son Notlar
Ben Türk siyasi söylemini yakından takip etmiyorum ama takip ettiğim kadarıyla, siyasi polemiklerin çoğunun, tarafların muhataplarına ait argümanlara yanıt verme ihtiyacı hissetmeden kendi düşüncelerini söylediği monologlar olduğu izlenimini ediniyorum. Örneğin,
Bir taraf: Herkes 2 + 2'nin 6 ettiğini bilir.
Diğer taraf: Fakat 24'ü 3'e böldüğünüzde 7 sonucunu elde edersiniz.
Üçüncü taraf: Güneş sisteminde on gezegen vardır.
Eleştirel yorumlara her zaman değer veriyorum. Gelen yorumlar ışığında kendi görüşlerimi ilgi ve ihtimamla irdeleyip gerekirse yanıt veririm.
-+-+-+-+
İstanbul - Brisbane fiyat kıyaslaması - AT endeksi
Temmuz ayında, Avustralya (AU)-Brisbane Coles süpermarket ve Türkiye(TR)-Istanbul Migros süpermarket fiyatlarını karşılaştırmak için AT endeksi diye bir sepet yapmıştım. Bu sepet için 25 Mayıs fiyat kıyaslaması aşağıda Türk Lirası olarak resmediliyor. Avustralya fiyatlarını Türk lirasına çevirirken, döviz kuru olarak 1AUD=25.27TRY kullandım. Gördüğünüz gibi, İstanbul’da et ve pirinç, Brisbane’dan daha pahalı. Yumurta fiyatları hemen hemen aynı. Yumurta türleri çok fazla olduğu için tam emsalleri bulup kıyaslamak kolay olmuyor. Bugünlerde Türkiye’de kuru soğan ucuzmuş.
Aşağıdaki grafikteki y-ekseni, İstanbul ve Brisbane fiyatları oranını, yani AT indeksinin tersini, gösteriyor.
Trend (kırmızı çizgi) yükseliyor, yani 5 Temmuz 2024'ten bu yana ortalama Türkiye fiyatları yavaş yavaş ortalama Avustralya fiyatlarına yaklaşıyor.
Bu hafta, yeni bir grafik eklemeye karar verdim. Sepetteki ürünlerin toplam maliyetinin ayrı ayrı her iki ülkede yerel para ile 5 Temmuz 2024’den beri nasıl değiştiğini gösteriyor.
Kullandığım veri tabanı ve yazılımları github’dan indirebilirsiniz isterseniz.
Halim Bey merhaba, makaleniz ile ilgili görüşlerim şöyle.
Öncelikle "elitler" söyleminizi biraz sorunlu bulduğumu belirtmek istiyorum. Nihayetinde olanların ülkenin kendi iç dinamiğinin yarattığı gelişmelerin dış etkilerle sarmallanarak başımıza gelen şeylerden ibaret olduğunu söylemek bilime daha uygun.
Meseleye bu perspektiften bakarsak perde arkasında birilerini aramak yerine "somut durumun somut tahlili" ile mevcut durumu kavramaya çalışmamız gerek. Ortada bir gizem olacaksa bu sonsuz sayıda şeyin iç dinamiğini bilebilmemizin imkansızlığından kaynaklanır, elit aktörlerin seçimlerinden değil. Ki elit diye aklımızdan geçirdiklerimiz homojen bir yapı oluşturmazlar, bir çok parçadan oluşurlar, her parçanın da farklı iç dinamikleri vardır.
AKP ve PKK'nın yükselişine de elitlerin planı olarak bakmaktansa olayların gelişimine bakarak anlamaya çalışmak daha anlamlı olur. Her iki olguya güç veren gelişmenin SSCB'nin gerileme ve çökme dönemine dek geldiğine dikkat etmek gerekir.
Sosyalizm ideolojisinin çekiciliğini yitirmesinin kitlelerin tercihlerinde değişikliklere yol açması doğaldı. Kitlelerin tercihinde geri çekilen sosyalizmin bıraktığı boşluğu dine yaslanan çözümler doldurdu. Aynı şekilde kürtlerin kimlik talebinin Türkiye sosyalist hareketinin tali bir konusu olarak çözülmeyeceğinin belli olması PKK'nin önünü açmıştır. Elitlerin bu konuda bir günahının olmadığı ortada.
Yazı içinde geçen Rusya'nın Ukrayna'daki olası başarısının Pirus zaferi olarak değerlendirilmesini de yanlış buluyorum. Kollektif batının Rusya'yı kuşatma politikasının iflası anlamına gelecek böyle bir gelişme Rusya için ne kadar yüksek maliyet taşırsa taşısın, batı için sonun başlangıcı anlamına gelecek bir hezimet olacaktır. Çünkü bu gelişme ile kollektif batının Rusya'nın doğal kaynaklarına çökerek kendi sorunlarını çözme planını yok edecektir, bu da batı ittifakının sonu anlamına gelir. Rusya'nın Ukrayna'ya müdahalesinin ilk günlerinde beklentiler, Rusya ekonomisinin çökmesi ve Rusya'nın iç karışıklığa sürüklenmesiydi. Ttam tersine tanık olduk. Rusya ekonomisi ve siyaseti dimdik ayakta dururken kollektif batı ekonomileri durgunluğa girdi ve siyasi alanda da sistem karşıtı partilerin yükselişine tanık olduk.
AKP'nin Türkiye ekonomisine verdiği zararı yanlış yerlerde aradığınızı düşünüyorum. AKP ülkenin kaynaklarını dışarıda askeri içeride yandaş besleme projeleri ile tüketmiştir. Yarattıkları vergi yükü taşınamaz hale gelerek üretimi, yatırımı ve verimliliğimiz tehdit eden bir aşamaya gelmiştir.
Kürt meselesinin çzümüne yatkınlık göstermesinin işaret ettiğiniz nedenine katıılyorum. Ekonomide ve jeopolikteki sıkışıklık AKP'yi Kürt sorununda adım atmaya zorlamıştır. Erdoğan DEM seçmeninin Öcalan'dan talimat gelse bile kendisine oy vermeyeceğini çok iyi biliyor.
Saygılar,,
TR'nin vaziyetini hiç bu açıdan düşünmemiştim. Ufuk açıcı oldu. Teşekkürler.