Kanser tedavileri?
Neden kanser üzerine birbirine taban tabana zıt iki farklı teori ve iki farklı tedavi önerisi var? Müesses tıp nizamı niçin bunları birbirine karşı sınayıp doğrusunu seçemiyor?
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
Abonelik bedava. Abone olun ki her posta doğrudan size gelsin. İlk önce siz okuyun. Aboneliğin bir sıkıntısı yok. E-posta adresiniz kimse ile paylaşılmayacak.
Geçen ay, iki zıt kanser tedavisi hakkında yazmaya başladım:
Biri, benim Müesses Nizam teorisi dediğim, kanserin genlerde ortaya çıkan arızalardan kaynaklandığını savunan, şu andaki hakim teori. Bilimsel literatürde, Somatik Mutasyon Teorisi diye geçiyor.
İkincisi, ki muhalif ya da alternatif teori olarak değiniyorum, kanserin sebebinin hücre mitokondrilerindeki bir bozukluktan kaynaklanan diabet gibi metabolik bir hastalık olduğunu savunuyor. Bilimsel literatürde, Mitokondri Metabolik Teori (MMT) olarak geçiyor.
Başka başlıklar da var:
Natrium projesinden haberler
İstanbul - Brisbane fiyat karşılaştırması, Temmuz 2024'ten bu yanaki gidişat
ve Pascal ve Hagi'den son haberler.
-+-+-+-+
Hangi hastalık en fazla öldürür? Bugünün birincisi kalp kriziyse, çok yakın takipte ikinci, kanser. İlk bölümde verdiğim istatistikler, kanser ölümlerinin seneden seneden arttığını gösteriyor. Buna rağmen, müesses tıp nizamı, yetmiş yıldır ezberlediği dogma, somatik mutasyon teorisine (SMT) bağlı kalmakta direniyor. Ezberleri sorgulayan ve ciddi araştırmacıların ciddi delillerle savunduğu bir alternatif de var üstelik; avantajları da her sene biraz daha öne çıkıyor ama buna rağmen çoğu doktor ve hastane hala eski, etkisiz, ve hatta riskli tedavilerde ısrarlı. Neden?
İlaç şirketlerinin zorlaması mı? İlaç şirketleri bir doktorun alternatif tedaviler seçmesini engelleyemez. Ancak, kendi ilaçlarına rakip ilaçsız tedavileri test amaçlı araştırmalara da para vermezler. Kaynak yetersizliğinden dolayı, geniş kapsamlı araştırmalar yapılmayınca, sınırlı sayıdaki uygulamaların sonuçları ne kadar olumlu olursa olsun alternatif tedaviye itimadın artması zaman alır.
Tabii, alternatif tedavinin tamamen yanlış olması da mümkün. Ben şahsen, bu değerlendirmeyi yapabilecek kadar yeterince test edildiğini düşünmüyorum. Bu yazıyı okuduktan sonra siz de kendi fikrinizi oluşturun.
Kesin fikir oluşmasa bile en azından bilgilenmiş olacaksınız bu yazıyı okuduktan sonra. Eğer bazı konular bizim için önemli ise, o konular hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmalıyız. Düşünmeden tüm insiyatifi uzmanlara bırakırsak, çıkan kararlar bizim için en iyi karar değil uzmanlar için en iyi karar olur. Bu sadece bu konu için değil her konu için geçerli. Benim bu yazıları yazmamın bir nedeni de bu, önce kendi kendimi sonra sizi bilgilendirmek.
Yasal Uyarı (Disclaimer): Bu yazının amacı, kanseri doğuran sebepler ve tedavi yöntemleri arasındaki farklılıklar üzerinde sizi düşündürmektir. Bu sayfalarda okuduğunuz hiçbir şey bir tıbbi durum için özel tavsiye olarak anlaşılmamalıdır. Tıbbi tavsiyeye ihtiyacınız varsa doktorunuza danışın.
Kanser nedir?
Kanser kısa tanım: anormal hücrelerin kontrolsüz büyümesi ve bölünüp çoğalması.
Bir insan vücudunda farklı türde ve farklı işlevler gören yaklaşık 30 trilyon hücre var. Kas hücreleri kasılıp gevşeyerek bize hareket kabiliyeti sağlar; kemik hücreleri sayesinde yıkılmadan ayakta kalırız; karaciğer hücreleri karaciğer işleri yapar, böbrek hücreleri de böbrek işleri yapar.
Birkaç istisna dışında (nöronlar, kalp kası hücreleri ve olgun kırmızı kan hücreleri), her hücre kanser olabilir.
Müesses Tıp Nizamının Teorisi
Yetmiş yıldır okullarda okutulan, benim müesses nizam teorisi dediğim teoriye, yani somatik mutasyon teorisine (SMT) göre, bir hücreyi kanser hücresi yapan şey, hücre çekirdeğindeki genlerin hasar görmesidir. Hücreler ve genler çeşit çeşit olduğundan ve ayrıca aynı tip hücre ve aynı tip gen için bile hasar farklı tezahür edebileceği için, bu teoriye göre kanser türleri arasında ortak yönler aramaya gerek yoktur. Kanserin tezahürü her organ için farklıdır. O zaman da farklı kanserleri ayrı ayrı hedef almak gerekir onun için de hedefe özgü tedaviler geliştirilmelidir.
Kanser tedavisi, sakat hücreleri hedef alıp öldürecek mermi bulmaya indirgenir. SMT uygulayıcıları yetmiş yıldır aynen bu stratejiyi izliyorlar. Bir kemoterapi işe yaramayınca başka bir toksik kimyasal tasarlanıyor. Yetersiz kalırsa ya da daha güçlü olsun diye, kanseri yakmak için radyoterapi ile birleştiriliyor. Böyle bir yolun sonu yok çünkü her başarısızlıktan sonra bir ihtimal daha var deyip, daha minik hedefler için daha zehirli kurşun hazırlamaya başlıyor kanser hekimleri.
Yıllar süren başarısızlıklar sonucu, yeni mermi adaylarından beklentilerimiz giderek mütevazileşiyor. İlaç şirketleri, ürünü piyasaya bir an önce sunabilsin diye, Hayatta Kalma Oranları gibi anlamlı göstergelerden vazgeçildi mesela. Progress Free Survival yani Daha Kötü Olmadan Yaşama (DKOY ya da ingilizce kelimelerin baş harfleri ile PFS) gibi, ilaç uygulandıktan sonra kanser kötüleşmeden yaşanılan süreyi ölçen daha zayıf kriterler icat edildi. Mesela, yeni kemoterapi ilacı, daha önce 20 hafta olan PFS'yi 25 haftaya yükseltmişse, hasta her iki halde de 30. haftada ölüyor bile olsa, yeni ilaç %25 daha başarılı kabul ediliyor. Sonuç olarak, yeni ilaçlar, etkinlikleri açıkça kanıtlanmadan, hatta etkisizlikleri kanıtlanmışken bile, anlamsız göstergelerde başarılı çıktıkları için onay alıyor. Bu, hastane sektörü ve ilaç şirketleri için bir kazan-kazan durumu; ama hastalar perişan. ABD'de kanserle ilgili reçeteli ilaçlara ve tıbbi hizmetlere yılda 210 milyar dolar harcamasına rağmen kanserden ölümlerin sayısı her yıl yaklaşık %0,6 oranında artıyor.
Özetle, müesses nizam teorisi, yani somatik mutasyon:
kanseri genetik hasara bağlar
kemoterapi, radyasyon ve hedefe özgü hazırlanmış genetik tedaviler savunur
kanser ölümlerinin büyümesini durdurmakta başarısız kalmaktadır.
Müesses nizam teorisinin yanlış olması, önerilen alternatifin daha iyi olduğu anlamına gelmez. Bu notu düştükten sonra, bir de alternatif teoriye bakalım.
Alternatif Teori
Önerilen alternatif yeni değil. Neredeyse yüz yıl önce ortaya çıktı ve çıkar çıkmaz benimsendi, hatta mucidi Otto Warburg’a ikinci Nobel ödülünü kazandırmasına ramak kaldı. Ama, benim anlamakta güçlük çektiğim bir hışımla ve özensizlikle, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD tıp çevreleri tarafından reddedildi ve itibarsızlaştırıldı.
Metabolik teori olarak da bilinen alternatif teoriye göre, farklı organlardaki hücreler bir çok açıdan farklı olabilir ama hepsinin bir ortak özelliği vardır. O da işlerini yapabilmeleri için enerjiye olan ihtiyaçları. Hepsi, enerjilerini ATP diye anılan adenozin trifosfat molekülünden alır.
Hücreler, hücresel solunum adı verilen bir işlemle oksijen kullanarak glikozu dönüştürüp ATP üretirler. Bu, karmaşık bir oksidasyon süreci ve burada detaylarına girmeme gerek yok. Metabolik teoriye göre, bilmemiz gereken şu: bu üretim mekanizmasının bozulması sağlıklı bir hücreyi kanserli bir tümöre dönüştürür. Beyin hücresi de olsa kanser böyle olur, ciğer hücresi de olsa.
Daha yakından bakalım.
Hücre içi enerji üretimi
Aşağıdaki şekil, tipik bir hücre içinde yalnızca konumuzla ilgili öğeleri gösteriyor.
Damarlarda akan kan, buhar santraline kömür taşıyan konveyör gibi, glikoz taşır hücrelere. Glikoz, hücre içine, GLUT (Glikoz Taşıyıcı) adı verilen moleküler bir nakil mekanizması ile girer.
Sağlıklı bir hücre, gelen her glikoz molekülünden 32 ATP molekülü yaratır:
30 ATP molekülü mitokondri tarafından oksidasyon yoluyla üretilir
2 ATP molekülü sitozol (hücre sıvısı) tarafından fermantasyon yoluyla üretilir.
Metabolik teoriye göre, bir kanser hücresini sağlıklı hücreden ayıran fark, mitokondrilerinin bozuk olmasıdır. Bir kanser hücresi, ihtiyacı olan ATP yi yalnızca sitozolda fermantasyon yoluyla üretebilir. Eğer hücreye gelen glikoz yetmezse, vücutta başka amaçlar için üretilen bir amino asit olan glutamini de fermente edebilir. İkisini de bulamazsa, kanser hücresi aç kalır ölür. Bu nitelik, neredeyse tüm kanserler için geçerli olup bu sayede bize bir genelgeçer tedavi ihtimali sunar.
Genelgeçer bir Tedavi Tarzı
Müesses Nizam teorisine göre, genelgeçer tedavi diye bir ihtimal yoktur. Somatik mutasyon teorisi (SMT), kanserin hücre çekirdeğindeki genetik materyalin rastgele hasar görmesinden kaynaklandığını ve farklı kanser türleri arasında çok az ortak nokta olduğunu öngörür. Bu nedenle SMT'nin sunabileceği en iyi çözüm yöntemi deneme ve yanılmadır. Bü da bir çaresizliğin kabulüdür. İlk yazımda bu yöntemin işe yaramadığını gösteren rakamlar vermiştim. Gerçekten, ABD'de kanser ölümlerinin artış hızı nüfus artış hızının üstünde bugün. Yani, aynı yöntemleri kullanarak aynı şartlarda devam edersek herkes bir gün kanser olacak.
Deneme yanılma nihilizminin karşısında, Mitokondriyal Metabolik Teori (MMT), tüm kanser hücrelerinde görülen ortak zayıflıktan hareket eder. Bu zayıflık, kanser hücrelerinin iki temel yakıta (glikoz ve glutamin) bağımlılıklarıdır. Glikoz ve glutamin tedarikini tamamen veya büyük ölçüde keserseniz kanser hücreleri varlıklarını devam ettiremez. Teori böyle iken, pratikte, kan şekerini düşüren açlık diyetlerinin ve glutamin yollarını bloke eden ilaçların tümör hücrelerini ciddi şekilde zayıflattığı ve öldürdüğü denenmiş ve görülmüştür. Vücudun elbette glikoza ihtiyacı var ve iç organların bakımı için glutamin gerekiyor. Bu nedenle, anti-glikoz anti-glutamin kısıtlama tedavisi aralıklarla uygulanır. Amaç, doğru kısıtlama programını bulmak oluyor o zaman. Kemoterapi ve radyoterapi gibi geleneksel tedavi araçlarına nazaran avantaj, en azından vücuda zehir enjekte edilmemesidir. Açlık hoş bir şey değil ama gözetim altında kalıcı hasar oluşma ihtimali azdır.
MMT için en ikna edici argüman, kanserli bir hücrenin hasar görmüş mitokondrisini normal mitokondri ile değiştirirsek kanserli hücrenin sağlıklı hücreye dönüşmesidir. Tekrarlanan deneyler, ör. Darlington (1948), Israel ve Schaffer (1987 ve 1988), mitokondriyi sağlıklı hücre ile kanser hücresi arasında değiştirdikten sonra sağlıklı hücrenin kanserli hale geldiğini ve kanserli hücrenin malignitesini kaybettiğini gösterdi. Sağlıklı bir hücrenin çekirdeğini kanser hücresinin çekirdeği ile değiştirdiğinizde aynı durum ortaya çıkmıyor. Yani, mitokondri normalse, bir hücrenin çekirdeği çıkarılıp yerine kanser hücre çekirdeği geçse de hücre normal kalır ama tersi geçerli değildir. Yani mesele hücre genlerindeki gen hasarı değil mitokondri bozukluğudur.
Müesses Tıp Nizamı kurumları, MMT'yi tanımada isteksiz. Örneğin ABD Ulusal Kanser Enstitüsü, hala net bir şekilde kanseri şöyle tanımlıyor: “Kanser genetik bir hastalıktır; yani hücrelerimizin işleyişini, özellikle de büyüme ve bölünme şeklini kontrol eden genlerde meydana gelen değişikliklerden kaynaklanır.”.
Bu tür dogmatik iddialar, MMT uygulayıcılarının kaynak bulup o sayede görüşlerini kanıtlayacak araştırma yapmalarını zorlaştırmaktadır. Sadece özel vakıflardan destek alabiliyormuş MMT araştırmaları ve bu da ilerlemeyi yavaşlatıyor. Bununla birlikte, gidişatın nihayet tersine döndüğüne dair kayda değer işaretler var. MMT'ye ayrılmış bir Özel Dergi Sayısının girişinden alıntı yapıyorum: "Henüz metabolik teoriyi tam olarak benimsemek için yeterli kanıta sahip olmasak da, metabolomik önemli bir katkı sağlayabilir. Metabolizmanın çok önemli bir role sahip olabileceği gerçeği, ona yeni spesifik terapötik hedeflerin keşfi için eşsiz bir pozisyon sağlıyor. Bu heyecan verici alanda, modern tıbbın en zorlu problemlerinden biri haline gelen bir hastalığın anlaşılmasında hâlâ keşfedecek ve kazanacak çok şeyimiz var.” (Cicero, 2021)
Kaynaklar
Cicero, D O. (2021). Is Cancer a Metabolic Disease? The Answer of Metabolomics. Invitation to the Special Issue.
Darlington,C.D.(1948).Theplasmagenetheoryoftheoriginofcancer. Br.J. Cancer 2,118–126.doi:10.1038/bjc.1948.17
Israel,B.A.,and Schaeffer,W.I.(1987). Cytoplasmicsuppressionof malignancy. InVitroCell.Dev.Biol. 23,627–632.doi:10.1007/BF02621071
Israel,B.A.,and Schaeffer,W.I.(1988). Cytoplasmicmediationof malignancy. In VitroCell.Dev.Biol. 24,487–490.doi:10.1007/BF02628504
Seyfried, T.N., Chinopoulos, C. Can the Mitochondrial Metabolic Theory Explain Better the Origin and Management of Cancer than Can the Somatic Mutation Theory? Metabolites 2021, 11, 572. https://doi.org/10.3390/metabo11090572
Seyfried, T, M. (2024). Cancer as a Mitochondrial Metabolic Disease. YouTube Video.
Kısa Kısa
-+-+-+-+
Natrium Projesinde tam yol ileri
Power, 27 Şubat 2025, Sonal Patel
8 Temmuz 2024'te Natrium reaktörü hakkında yazmıştım. Bill Gates'in desteklediği bir konsorsiyum tarafından geliştirilen umut verici bir konsept bu.
Son haberlere göre, 345 MWe'lik sodyum soğutmalı hızlı reaktör (SFR) projesinin lisanslama sürecinde beklenenden daha hızlı ilerlendiğini öğreniyoruz. Nihai onay 2026 sonlarında, nükleer inşaata başlangıç 2027 başlarında, ve ticari işletme 2031 yılında bekleniyor.
Bu konseptin bana göre ilginç yanlarından biri, reaktör ile türbin arasında erimiş tuz bazlı termal depolama sistemi olmasıdır. Aşağıda çizdiğim gibi, tuz diğer kaynaklardan gelen enerji kullanılarak ısıtılabilir:
Natrium reaktörünün diğer önemli özellikleri arasında şunlar var: düşük basınçlı sistem (sıvı sodyum soğutucu kaynamadığı için basınç yaratmaz), pasif soğutma, ve yer altı reaktör yerleşimi1. Proje, ABD Enerji Bakanlığı'nın Gelişmiş Reaktör Gösterim Programından 2 milyar dolara kadar destek almış. Bu çok büyük bir meblağ. 345MWlık reaktör için, kilowat başına 5797 dolar devlet desteği. Bir o kadar da müteşebbis sermaye iştirakini ekle. Kilowat başına 16 bin dolarlık yatırım maliyeti. Sıvı sodyumlu reaktör tecrübesi az, ileride ucuzlar diye umut ediyorum. Aksi takdirde çok pahalı.
-+-+-+-+
Trump gerçekçi siyaset uyguluyor ama ABD buna alışık değil
Trump, dünyanın yeni bir döneme (ben buna ROGUE dönemi demiştim) girdiğini idrak eden ilk ABD başkanı bence. Bu yeni dönemde ABD'nin müttefik olarak Avrupa'ya ihtiyacı yok. ABD'nin Avrupa'ya ihtiyacı yoksa, Avrupa'nın savaşlarına iştirak etme zorunluluğu da yok.
Ukrayna'ya yardım kisvesi altında, ABD'li vergi mükelleflerinden Amerikalı silah üreticilerine milyarlarca dolar aktarıldı. Bunun doğurduğu fakirleşme, Trump'ı iktidara getirdi.
20. yüzyılda ABD, kurallara bağlı bir dünya düzenini sürdürmeye çalışırken, Avrupalı müttefiklerinin desteğine ihtiyacı vardı. Ancak ABD'nin çıkarları değişti. Kural-bazlı dünya düzeninin artık ABD ye faydası yok. Hatta Trump ve yandaşları şimdi ABD için, zayıf ulusların güçlülere boyun eğdiği, zayıf ulusları koruyan hiçbir uluslararası yasal normun bulunmadığı 19. yüzyıla dönmenin daha iyi olduğuna inanıyor. O dönemde bir İngiltere Başbakanı Lord Palmerston “Ulusların kalıcı dostları ya da müttefikleri yoktur, yalnızca kalıcı çıkarları vardır” demişti. Trump da aynı fikirde.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, ABD kendi kuralları ile bir dünya düzeni tesis etmiş, bu düzenin idamesi için jandarma gücü olarak NATO’yu kurmuştu. O zaman Avrupa, ABD'nin kalıcı çıkarlarına hizmet eden kalıcı bir müttefikti. Bu dünya düzeni, Çin'in yükselişi ile alt üst oldu. Artık herkesin kendi başının çaresine bakacağı bir döneme giriyoruz ve bu yeni dönemde kalıcı müttefiklere yer yok.
Yeni çok kutuplu dünyada ABD ile Rusya'nın düşman olması anlamsız. Rusya, ABD'ye ticari açıdan herhangi bir tehdit oluşturmuyor. Aksine, Amerikan ürünleri için iyi bir pazar ve mükemmel bir hammadde kaynağı olabilir. Öte yandan, Avrupa ülkeleri dünya pazarları ve küresel kaynaklar için ABD ile rekabet halinde. Geçmişe bir çizgi çekebilirse Trump, ABD için Rusya, Avrupa'dan daha iyi bir stratejik müttefik haline gelebilir.
-+-+-+-+
Bu sırada Türkiye
Kürt partisi PKK, 1980'li yıllardan bu yana Türk hükümetine karşı isyan halindeydi. Geçtiğimiz hafta PKK lideri Öcalan silahlı mücadelenin sona erdiğini açıkladı ve parti militanlarından silahlarını bırakmalarını istedi.
Bazı Türk muhalif siyasetçiler, bunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Kürtler arasında, Erdoğan'a bir dönem daha verilmesi yönünde yapılan fırsatçı ve hilekar bir anlaşma olarak eleştiriyor. Asıl sebebin Suriye olduğunu düşünüyorum. Türkiye, Suriye'yi tamamen kontrol edemese de etkileyebilmek istiyor. Ama HTŞ güvenilir bir ortak değil. Bir yandan PKK’nın Suriye cenahı PYD ile savaşırken, HTŞ üzerinde ciddi bir etki kurulamaz. O yüzden, bir düşman (PYD) bir güvenilmez müttefik (HTŞ) olacağına, iki tane güvenilmez müttefik olsun onları birbirine karşı idare ederim deniyor herhalde. Yani, bana göre, Bahçeli'nin Kürtleri davet etmesiyle başlayan son gelişmeler, Türkiye'nin Suriye'deki elini güçlendirmeyi amaçlıyor.
Türkiye, ayrıca, Irak'ta da İran'ın aleyhine nüfuzunu artırmak ister sanıyorum. Bölgenin coğrafyası bunu gerektiriyor. Mantıksal bir devam olarak İsrail ile gelecekte bir ittifak öngörüyorum ama bu ancak İsrail'in Netanyahu hükümetinden ve Netanyahu zihniyetinden kurtulması durumunda gerçekleşebilir.
-+-+-+-+
Rogue dönemine erken başlayanlar
Geçen yüzyılın kurala dayalı dünya düzeni sırasında, bu düzeni bozan, son yetmiş yılda başka ülkeleri işgal edip bundan fazla bir zarar görmeyen sadece bir kaç ülke olduğunu farkettim: ABD, Rusya, Çin, Türkiye, Fas ve İsrail. Bu ülkelerin, Rogue Era ya da Haydut Çağı’na daha geçen yüzyıldan girdikleri söylenebilir. Yeni döneme avantajlı ve deneyimli başlıyorlar.
-+-+-+-+
Video
Uzun zamandır üniversitelerin geleceği hakkında yazmayı düşünüyordum ama Dr SH daha erken davrandı. Üniversitelerin eğitim ve diploma işlevlerine değil, yalnızca araştırma performansına değiniyor bu videoda. Üniversite araştırmaları konusunda onun kadar karamsar değilim ama üniversitelere yapılan yatırımın ülkeye getirisini ölçme yolları bulmamızın gereği konusunda aynı fikirdeyim.
-+-+-+-+
Günlük
Minik Bebeklere Minik Kitaplar
Küçük kızlar için “sürpriz” bir hediye türü keşfetti yakın aile. Aksesuarlarıyla birlikte minik bir bebek, 12 cm'lik plastik bir topun içinde paketlenmiş satılıyor. Paketi açmadan içinde ne aksesuar nasıl bir bebek olduğu belli değil. Bir sürpriz yani. İşte Eleanor'un son zamanlarda farklı kişilerden aldığı setler:
Ölçek amaçlı kullanılan kalemin sağında gördüğünüz şey, çok sayfalı minik bir kitap. Eleanor geçen hafta benden bunu minik karyolalarda yatan minik bebeklerine okumamı istedi. Harfler gözlerime çok küçük geldi. Yarısını uydurarak okudum. Bir dahaki sefer için, büyüteçle okuyup kopyalıyorum aşağıdaki videoda:
-+-+-+-+
Pazar Hikayeleri
Geçtiğimiz ay çok yağmur yağdı ve bu da pazar tezgahlarını etkiledi. Mesela artık kimse maydanoz satmıyor nedense. Muhtemelen tüm maydanoz tarlaları bozuldu selden. Neyse ki, süpermarketlerde hâlâ var. Onlar başka eyaletlerden ya da cam seralardan tedarik ediyor olabilir.
Kendi çiftliğinin yumurtalarını satan bir büyükanne var. Başka şeyler de satıyor ama fazla miktarlarda değil. Bir kutu limon, bir kutu portakal, bir kutu tatlı patates falan getiriyor pazara o kadar. Ondan iki düzine yumurta ve biraz limon alırım her seferinde. Onun da iki torunu var, bizimkilerle benzer yaşlarda. Torunlardan bahsederiz. Üç haftadır yoktu. Geçen hafta gelmiş. Nerdeydin diye sordum.
Kocası bahçenin etrafındaki uzayan otları düzeltmek için whipper snapper denilen bir alet kullanırken, dönen ip çürümüş bir kütüğe çarpmış ve tahta parçaları uçup bacağına saplanmış. Kendi kendine geçer demiş ama bir kaç gün sonra enfeksiyon kapınca hastaneye gitmek zorunda kalmışlar. Mater Hastanesinde beş gün yatmış. Şu anda iyiymiş ama bu biz yaştakilere bir ders olsun: vücut yaşlanınca, her küçük kaza bazen yaşamı tehdit eden bir arızaya dönüşebiliyor. Dikkat etmek lazım.
İşte geçen Pazar günkü pazardan bazı fotoğraflar:
-+-+-+-+
Pascal Hagi
Meliz, kuşlara taze ayçiçeği sapı uzattı. İlgilerini çekti ve yaprakları biraz kemirdiler ama o kadar da ilgilenmediler. Bildiğiniz gibi lorikeetler tohum yemiyor. Nektar emiyorlar.
-+-+-+-+
Okuduğum Kitaplar
Ursula K Le Guin, Karanlığın Sol Eli
Karanlığın Sol Eli'ni okudum sanıyordum ama geçen ay tekrar elimde aldığımda tamamen yepyeni bir deneyim oldu okumak. İlk olarak 1969'da yayımlanan Ursula K. Le Guin'in bu başyapıtı, elli yılı aşkın süredir okuyanları şaşırtmaya devam ediyor.
Hikâye, daha önce hakkında yazdığım Hainish evreninde geçiyor. Teknolojik olarak ileri ve kadim Hainish ırkının, bir zamanlar, farklı yıldız sistemlerindeki gezegenlere - ki bunlara Dünya (Terra) da dahil- hayat tohumları ekmesi sonunda, bütün bu sistemlerde insana benzeyen ama aralarında ufak tefek farklılıklar olan türlerin yaşadığı bir evren. Günümüzde, bu gezegenlerin bazıları Ekumen diye bir federasyon içinde birleşmişler. Yıldızlararası seyahat ışık hızıyla sınırlı. Ama yıldızlararası iletişim kolay, çünkü "ansible" diye anında iletişim sağlayan bir cihaz var.
Karanlığın Sol Eli'nde, yeni keşfedilen bir gezegen olan Gethen'e (Kış olarak da adlandırılıyor), Ekumen'e davet amacı ile bir elçi gönderilir. Hikaye de orda başlıyor.
Sabit Cinsiyet Olmayan Bir Dünya
Gethen ilginç bir gezegen. Gethen'lilerin sabit bir cinsiyeti yok. Hatta hayatlarının çoğunu cinsiyetsiz ve aseksüel olarak geçiriyorlar. Her ay sadece birkaç gün süren ve "kemmer" dedikleri bir dönemde cinselleşiyorlar. Birbirine yakınlık gösteren iki kişiden biri, o bir kaç gün içinde, erkek özellikleri, diğeri kadın özellikleri geliştiriyor. Bu dönüşüm, hormonal etkileşimle tetiklenen ve irade dışı bir süreç. Gezegeni ilk keşfeden Ekumen gözlemcileri, böyle bir yaşam biçimini çok garip bulup, Gethen’i Hainish ataların bir sosyal deneyi olarak görüyorlar. Cinsi kimliklerin sabit olmadığı, çoğu zaman cinsiyetin bile olmadığı cinsel güdülerden çoğunlukla azade bir toplumun nasıl gelişeceğini görmek istediler herhalde diye tahmin ediyorlar.
Ekumen elçisi Genly Ai, "normal" bir erkek olarak, Gethen toplumunda istikametini belirlemede zorlanıyor. Gethen'liler ise onun sürekli erkek cinsiyetinde olmasını bir tür sapkınlık olarak görüp, hatta zaman zaman ona "sapık" lakabıyla hitap ediyorlar.
Roman LGBTQ romanı olarak kategorize ediliyor. Amazon LGBTQ Bilim Kurgu kitapları listesinde 5. sırada. LGBTQ sınıflandırması bence doğru değil. Roman cinsiyet akışkanlığını keşfederken, asıl odak noktası LGBTQ kimliği değil, sabit cinsi kimliklerin olmadığı bir dünyadaki sosyal ve politik etkileşimler.
Üç çocuk annesi evli bir kadın olan Le Guin, içinde yaşadığı toplumdaki yaygın cinselliğe bir alternatif önermek için yazmadı bu kitabı. Amacı daha iddialıydı: toplumsal yapılarımızın ne kadarının cinsiyet tarafından etkilendiğini keşfetmek ve günlerimizin çoğunu hiçbir cinsel yönelimimiz olmadan geçiriyor olsaydık, kuracağımız medeniyetlerin ne kadar farklı olabileceğini hayal etmek.
Cinsiyetsiz Siyaset
Gethen'de çok sayıda egemen devlet var, ama sadece ikisini tanıyoruz kitapta: güçlü merkezi yönetimden yoksun mutlak bir monarşi olan Karhide (18. yüzyıl Osmanlıları gibi düşünün); ve bürokratik kolektivist bir devlet olan Orgoreyn (Orwell'in 1984 romanındaki Okyanusya'ya benzer).
Dünya gibi olsaydı Gethen, Karhide ve Orgoreyn gibi komşu devletler muhtemelen sürekli savaş halinde olur, biri diğeri üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışırdı. Fakat Gethen'de büyük ölçekli savaş yok - bu milletlerin birbirleri ile uyumlu olmasından değil, insanların kolay kolay kitlesel seferberlik dolduruşuna gelmemesinden kaynaklı. Bu, Gethen'in barışçıl olduğu anlamına gelmiyor. Kitapta yakından tanıdığımız her iki ulus da, iktidar mücadelelerinin genellikle ölümle sonuçlandığı acımasız politik sistemlerle yönetiliyor. Le Guin, sabit cinsiyetleri olmayan bir toplumun geleneksel savaşları besleyen agresif dürtülerden yoksun olabileceğini, ancak hâlâ muazzam zulüm kapasitesi içerdiğini öne sürüyor gibi.
Kendimize Bir Ayna
Genly Ai'nin uzay gemisi ilk olarak Karhide'ye iner, burada iyi karşılanır ve "Kralın Kulağı" (Osmanlılardaki Sadrazam benzeri bir pozisyon) tarafından misyonu desteklenir. Ama desteklemeyen de çoktur. Daha sonra teknolojik olarak daha ileri olduğu için daha açık olacağını düşündüğü Orgoreyn ile temas kurmayı dener.
Bu kitabı okurken, uzaydan bir elçi gelip Dünya'yı yıldızlararası bir konfederasyona katılmaya davet etse, Dünya hükümetlerinin nasıl tepki vereceğini düşündüm. Yöneticilerimiz muhtemelen, onu sahtekâr olarak yaftalayacak ve oluşturduğu tehdidi etkisizleştirmeye çalışacaktır - elçinin niyetinden kuşkulandıklarından değil, kontrol edemiyecekleri kadar büyük bir federasyona katılmanın kendi mahalli otoritelerini zayıflatmasından korktukları için.
Sonuç
Diğer kitap yazılarından uzun oldu, ancak Karanlığın Sol Eli gerçekten daha derin düşünmeyi gerektiren, kısa bir eleştiri yazısında yansıtılması zor olan bir roman. Cinsiyet, politika ve insan doğası üzerine keşfettikleri, ilk yayımlandığı zamanki kadar bugün de geçerli bence. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.
-+-+-+-+
İstanbul - Brisbane fiyat kıyaslaması - AT endeksi
Temmuz ayında, Avustralya (AU)-Brisbane Coles süpermarket ve Türkiye(TR)-Istanbul Migros süpermarket fiyatlarını karşılaştırmak için AT endeksi diye bir sepet yapmıştım. Bu sepet için 2 Mart fiyat kıyaslaması aşağıda Türk Lirası olarak resmediliyor. Avustralya fiyatlarını Türk lirasına çevirirken, döviz kuru olarak 1AUD=22.65TRY kullandım. Gördüğünüz gibi, İstanbul’da et ve hatta pirinç, Brisbane’dan daha pahalı.
Aşağıdaki grafikteki y-ekseni, İstanbul ve Brisbane fiyatları oranını gösteriyor.
Trend (kırmızı çizgi) yükseliyor, yani 5 Temmuz 2024'ten bu yana ortalama Türkiye fiyatları yavaş yavaş ortalama Avustralya fiyatlarına yaklaşıyor.
Kullandığım veri tabanı ve yazılımları github’dan indirebilirsiniz isterseniz.
Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi, kararsızım aslında.
Halim'cim eline sağlık. Özellikle kanser, Trump ve çocuklar için mini sürpriz hediye (hâlâ var mı bilmiyorum ama eskiden sürpriz çukulata yumurtalar vardı) konularında yazdıklarını ilgiyle okudum.
Selam ve sevgilerimle.