Komplo Teorileri - Bölüm 2
1960'lar Hippi akımının, savaş karşıtı hareketlerin yolunu şaşırtmak için kurgulanmış bir CIA projesi olduğunu iddia eden bir kitaptan başlayarak genel komplo teoriciliği hakkında ikinci ve son bölüm
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın
Bu bloga abonelik ücreti yok ve hiç olmayacak. Okuduğunuzu beğenirseniz, teşekkür babında lütfen bu sayfayı başkalarıyla paylaşın. WhatsApp, Twitter(X), Instagram, Facebook artık elinizden ne geliyorsa. Yanlış şeyler yazmamak için özen gösteriyorum ama ne kadar çok insan okursa yanlışın fark edilme ihtimali o kadar yüksek olur. Yanlışları lütfen yorum yaparak ya da doğrudan bana yazarak düzeltin. Uzun yazmaya vaktiniz varsa, o zaman ayrı bir post olarak yayınlarım sizin katkınız olarak.
Adresi kopyalayıp ( _↑_ Copy Link) WhatsApp grubunuza gönderebilirsiniz.
Bu konuya Joe Rogan'ın Marc Andreessen ile yaptığı röportajı dinlerken karar verdim. Geçen hafta genel olarak komplo teorilerine bakış açımı tanıtmıştım.
Kanyon İçinde Tuhaf Manzaralar: Laurel Canyon
David McGowan'ın kitabının başlığı, Weird Scenes in Laurel Canyon, The Doors müzik grubunun, Weird Scenes in the Gold Mine başlıklı 1972 tarihli Abum Derlemesi'nden esinlenmiş herhalde. Kitapta The Doors bahsi çok geçiyor ve hatta bir bölümün tamamı onlara ayrılmış. Ama oralara daha gitmeden en baştan başlayalım.
McGowan bu kitapta geniş kapsamlı bir komployu açığa çıkarmaya çalışıyor (geçen hafta stratejik komplo dediğim şey). Dolaylı ve ikinci dereceden de olsa mebzul miktarda kanıt sunuyor. Ona göre, bu komplo belirli bir yer ve belirli bir zaman diliminde tasarlanmış: Laurel Canyon ve altmışlı yılların ortaları.
Laurel Canyon, aşağıdaki haritada gösterildiği gibi Los Angeles şehir merkezinin 10 kilometre kuzey batısında ormanlık bir yer:
Laurel Canyon'la ilgili Wikipedia, "arazinin uzak, engebeli doğası ve yakındaki Hollywood'daki birçok film stüdyosuna yakınlığının, burayı birçok film yıldızı için ideal bir yer haline getirdiğini" yazmış.
Bu sakin koruluk mahalle, 1960'larda birkaç yıl içinde ve birden bire ABD’de karşı kültürün merkezi haline gelmiş. McGowan’in temel tezi, böyle bir olayın kendi kendine gerçekleşemeyeceği, CIA ve MK-ULTRA tarafından yürütülen sosyal mühendisliğin bir sonucu olduğu1. Sadece bunu söylemekle kalmıyor, bu tezini destekleyen bir sürü de kanıt veriyor. Kanıtların hiç biri tek başına yeterli değil. İngilizcede ‘smoking gun’ diye tabir edilen ve bir mahkemede bağımsız bir jüriyi ikna edecek güçte tek bir kanıt yok ama çok sayıdaki tuhaf tesadüfler ve bağlantılar tezi destekler gibi gözüküyor.
1960 lar
Mazi bazılarının dediği gibi ecnebi bir ülkeyse, 1960'lar bambaşka bir kıt’aydı.
1965'ten İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar sadece yirmi yıl olduğunu unutmayın. Bu yirmi yılda çok şey oldu. İki kutuplu bir dünya düzeni kuruldu ve savaş sırasında müttefik olan Sovyetler Birliği bir numaralı düşman haline geldi. Sovyet casusu olarak hüküm giyen Rosenbergler 1953'te idam edildi. ABD ve müttefikleri, İran'da seçilmiş Musaddık hükümetini aynı yıl devirdi. Bu arada, McCarthy’ci tasfiye makinası Amerikan entelektüellerinin üzerinden silindir gibi geçiyordu. Bütün bunlara paralel olarak, ABD'nin güç yapısında da ciddi bir dönüşüm yaşanıyordu. Askeri teknoloji üreten şirketler o kadar büyüdü ki ulusal söyleme ve hükümet davranışlarına aşırı hakim olmaya başladılar. Başkan Eisenhower, 1961'deki veda konuşmasında askeri-endüstriyel kompleksin tehlikeli etkisine karşı kendinden sonra gelecek olanları bizzat uyarmak zorunda hissetmişti kendisini.
Newton'cu dinamiğin üçüncü kanunu gibi, toplumsal dinamiklerde de etki, karşıt tepki doğurur. Altmışlı yılların başında ABD genelinde önemli bir savaş karşıtı anti-militarist karşı tepki şekillenmeye başladı.
İlk Vietnam Savaşı eylemi 1965 yılının Mart ayında Michigan Üniversitesi kampüsünde düzenlendi. Washington'da ilk organize yürüyüş hemen birkaç hafta sonra gerçekleşti. (McGowan, s. 32-33)
1960'lardaki Savaş Karşıtı Hareket, öğrenci hareketleriyle, özellikle Demokratik Toplum İçin Öğrenciler'in (SDS) Vietnam Savaşı'na karşı harekete geçmesiyle başladı. Basitçe söylemek gerekirse, bu Hareket, Amerikan hükümetinin dayattığı askeri müdahaleci politikalara karşı bir direniş ve bu politikaların reddi çağırısıydı.
Ülke genelinde savaş karşıtı gösteriler ortaya çıkarken, Laurel Canyon'da tuhaf bir alt kültür şekilleniyordu. Bu alt kültürün nereden geldiği belli değildi ama birkaç yıl içinde ülkeyi kapladı. Biz şimdi ona Hippi hareketi diyoruz.
Abbie Hoffman şunları söylemişti o zaman: “İlk eylemcileri biliyorsunuz, Berkeley radikalleri, Beyaz Panterler, falan… hepsi savaşı durdurmaya ve işleri daha iyiye doğru değiştirmeye çalışıyorlardı. Sonra uyuşturucuya ve sekse meraklı tüm bu 'çiçek çocuklarla' dolup taştı ortalık. Hippiler hangi cehennemden geldi bilmiyorum?!” (McGowan, s. 38). Abbie Hoffman, 1960'lardaki savaş karşıtı hareketin başını çeken kişiliklerden biriydi.
McGowan'ın ana iddiası, Hippilerin, savaş karşıtı direnişi karıştırmak için Laurel Canyon'da başlatılan bir hükümet projesi olduğu yönünde.
Laurel Canyon Projesi
McGowan'ın kitabının ana teması şu: Laurel Canyon bir CIA projesidir ve bu projenin amacı, 60'ların başındaki savaş karşıtı hareketi güya genişletir gözükürken, onları her şeye karşı olan amorf bir karşı kültür hareketine dönüştürmektir. Eğer amaç buysa proje başarılı oldu. Savaş karşıtı mücadele kısa zamanda esrar çeken acaip kıyafetler giyinen Hippilerle özdeşleşti ve sıradan Amerikalıların gözünden düştü.
Olağanüstü iddialar için olağanüstü kanıt gerekir. David McGowan kesin kanıt sunamıyor, böyle bir konuda devlet belgeleri falan gibi kesin kanıt olması da zor zaten. Bunun yerine bize Laurel Canyon sahnesindeki ana kişilikler hakkında tuhaf ve ilginç gerçeklerden oluşan devasa bir bilgi ambarı sunuyor. İnsanlar ve olaylar arasındaki olağanüstü ve sadece tesadüflerle açıklanamayacak kadar fazla bağlantılara işaret ediyor.
Aslında kitabın tamamı, Laurel Canyon'da o birkaç yıllık dönemde meydana gelen tuhaf gerçeklerin ve tuhaf tesadüflerin bir derlemesi. Tüm bunların tesadüfen meydana gelmesinin mümkün olmadığı, doğrudan bir kanıtımız olmasa da, düzenlemeleri yapan görünmez bir elin olması gerektiği iddia ediliyor.
Kitapta adı geçen kişiliklerin birçoğu benim kuşağıma biraz tanıdık gelebilir ama genç okuyucular için muhtemelen hiç bilinmiyor olacak. Bu nedenle kitapla ilgili anlatımımı yalnızca bir örnekle sınırlayacağım: The Doors ve Jim Morrison.
Fırtınayla gelen Süvariler: The Doors
Altmışlı yılların ikonik gruplarından Doors'u ve baş bestecisi ve solisti Jim Morrison'ı eminim tanıyorsunuz. Muhtemelen 1991 yapımı Oliver Stone filmini de izlemişsinizdir. David McGowan 24 bölümden oluşan kitabının bir bölümünü onlara ayırmış.
Jim Morrison'un babası ABD Donanması Amirali George Stephen Morrison’muş. Onun kumandası altında ABD savaş gemileri 1964 yılında Vietnam'ın Tonkin Körfezi'nde, Vietnamlıları kendilerine saldırmaya kışkırtmak hareketine girmişler. Bunlar McGowan’ın iddiası değil. Tarihsel gerçekler. Vietnamlılar saldırmamışlar, muhtemelen durumu anladıkları için. Ama bu gemilerden birinin kumandanının Washington'a bir telgraf gönderip bir saldırı olduğunu yazmasını engellememiş. Bu yalancı telgraf, ABD'nin Vietnam'a doğrudan askeri müdahalesini başlatan Tonkin Körfezi Kararının ABD Kongresinden ivedilikle geçmesini sağlamış. Jim Morrison'ın babası işte böyle çok hayırlı bir insandı diyor yazar (McGowan). Bu olayı ‘Gulf of Tonkin Incident’ diye gugullarsanız, bir çok kayda erişebilirsiniz.
Bu tek örnek üzerine bir tez inşa etmek mümkün değil ama McGowan'ın kitabı o kadar ilginç bağlantılarla dolu ki. Örneğin, Frank Zappa'nın babası, Baltimore, Maryland yakınlarındaki Edgewood Arsenal'de üst düzey güvenlik yetkisine sahip bir kimyasal savaş uzmanı imiş. McGowan, Edgewood'un o yıllarda CIA tarafından MK-ULTRA adı altında yürütülen uğursuz zihin kontrol deneylerinin yeri olduğunu belirtiyor. Daha başka, benim adlarını bildiğim Crosby, Still and Nash, Buffalo Springfield, Mammas and Papas üzerine iddialar da var.
Bir de bu müzik gruplarının çaldığı yerlere toplu olarak gelen Vito ve Garipler (Vito’s Freaks) diye bir serseri grup varmış. Bunlar daha sonra Hippi tarzı olarak adlandırılacak giysiler giyerek kafaları dumanlı geliyorlarmış ve milleti eğlendiriyorlarmış.
Konudan saptık, Jim Morrison ve Doors'a geri dönelim. Jim Morrison'ın bir zamanlar söylediği gibi, 'bilinen şeyler var, bilinmeyen şeyler var, ve bunların arasında Kapılar (The Doors) var'.2
McGowan'a göre sanki Morrison yoktan var olmuş. Grubu, sahne kişiliği ve Doors'un ilk albümlerini dolduracak şarkılardan oluşan repertuvarıyla aniden ortaya çıkmış. Bundan önce müziğe hiç ilgi göstermemiş, hiç çalışmamış, nota okuyup yazamazmış, hatta müzik dinlemekten bile zevk almıyormuş Hiçbir zaman konserlere gitmediğini, şarkı söylemediğini ve hatta şarkıcı olmanın aklından bile geçmediğini iddia edermiş. Bütün bunlara rağmen, bir tek enstrüman çalamazken, birden bire kendi kuşağının idolü olarak ortaya çıktı. Hikayeye göre Morrison, tüm önemli şarkılarını kısa bir süre içinde, Doors'u kurmadan hemen önce, Venedik'teki bir apartmanın çatısında LSD etkisi altında yazmış.
Grubun diğer üyelerinin de geçmişleri çok farklı değilmiş. Onlar da acemiymiş. Birer göktaşı gibi inmişler Laurel Canyon müzik piyasasına. Hatta McGowan, ilk plakların grup üyeleri tarafından değil, profesyonel müzisyenler tarafından kaydedildiğini iddia ediyor.
Gerçekten komplo mu?
Böyle uzatmak istiyorum. Gerisini okumak istiyorsanız McGowan'ın kitabını satın alın. Her söylediğine inandım mı bilmiyorum ama bir zırdeli olduğunu da düşünmüyorum. Aktardığı 'tuhaf olayların' bazılarını kontrol ettim ve doğru olduklarını gördüm. Tabii ki, bu, her şeyin karmaşık bir CIA komplosunun parçaları olduğunu kanıtlamaz ama o yönde düşündürtmek için yeterli. Ayrıca kitabın önsözünü yazanın tanıdığım biri, Avustralya gazetelerinde yazan eski BBC muhabiri Nick Bryant, olması da bana güven verdi.
Her halü karda, bu proje doğruysa, benim geçen hafta stratejik komplo dediğim şeye iyi bir örnek işte. Kanıtlamak veya çürütmek çok zor; zaman ve mekana göre kapsayıcı hedefler amaçlıyor; ve düşününce makul geliyor.
Makulluk değerlendirmesini, o dönem şartlarında yapmak lazım. ABD hükümetinin Sovyetler Birliği’nden gerçekten endişelendiği bir dönemden söz ediyoruz. Sputnik'in başarısı Apollo projesini başlattırdı Amerikalılara bildiğiniz gibi. Çin, Vietnam, Yugoslavya ve diğer ülkelerde oluşan sosyalist rejimler karşısında ABD yönetimi, sosyalizmin önüne geçilebilir mi diye sormaya, önleyemezsek ezelim demeye başlamıştı. Eisenhower'ın veda konuşmasında bahsettiği askeri-endüstriyel kompleks, komünist tehdidin dünyayı ele geçirmeden önce ortadan kaldırılması için yeni savaş kışkırtıcılığı yaparken, CIA, Avrupa'daki sol ve komünist partileri Komintern'in ajanları olarak görüyor ve benzer hareketlerin, mesela Student for Democratic Society (SDS), ABD'de ortaya çıkmasına tahammül edemiyordu.
Sonuç olarak, CIA'deki bazı insanlara, uyuşturucu kullanan, komik görünüşlü, gevşek ahlaklı gençleri içeren bir hareket icat etmek, onlara Hippiler (ya da başka bir uyduruk isim) takarak savaş karşıtı hareketi bulandırmak çekici gelmiş olabilir. Bu, sıradan vatandaş gözünde tüm barış aktivistlerini Hippilerle ilişkilendirecek ve dolayısıyla tüm savaş karşıtlarını itibarsızlaştıracaktır diye düşünülmüştür. Korktukları SSCB’nin yalnızca yirmi yıllık ömrü kaldığını bilmiyorlardı tabii. Bilselerdi bu kadar oyuna girerler miydi bilinmez.
O zaman ve Şimdi
O zaman olduysa şimdi de olabilir mi? Kim bilir? Belki başka bir McGowan 2070'te 2020'lerin tuhaf bir komplosu hakkında yazacaktır.
Kristal küreye bakar gibi havadan tahminde bulunmak imkansız ama yine de deneyeceğim:
Bugün ABD sisteminin istikrarından sorumlu olan hükümet yetkilileri olası tehditleri şu şekilde düşünüyor olabilir:
Eşitsizliğin artması ve/veya sınıflar arası hareketliliğin azalması toplumda ciddi gerilimlere yol açacaktır.
İklim Değişikliğinin önümüzdeki elli yıldaki etkileri bu gerilimleri daha da artıracaktır.
Sistemin Çin gibi dış tehditlere karşı kanıtlanmış savunma mekanizmaları mevcut. Aslında inandırıcı bir dış tehdit ulusal birliği harekete geçirerek ilk iki noktanın etkisini zayıflatacaktır.
İnandırıcı bir dış tehdidin yokluğunda, sisteme yönelik tek meydan okuma, iç çelişkilerin yönlendirdiği bir iç tehdit olacaktır.
Bu koşullar altında Lauren Canyon komplosunun eşdeğeri ne olabilir? Mesela, ciddi sınıfsal çelişkilerin maskelenmesi için kimlikçi politikaların desteklenmesi olabilir. Bugün Woke ve cancel-culture (iptal kültürü) hareketleri Amerikan toplumunu hallaç pamuğu gibi atıyor. Çıkardıkları bu kadar gürültüye rağmen bunlar rejimi tehdit eden hareketler değil. Rejime hiç zarar vermeyen ve verme olasılığı da olmayan böyle kampanyaların teşvik edilmesinin, gerçek iç toplumsal ve sınıfsal çatışmaların ve mücadelenin meşru saiklerinin örtbas edilmesine yardımcı olacağı düşünülmüş olabilir mi?
Ben sadece emekli bir mühendislik öğretmeniyim. Ben bilemem.
Kaynaklar
McGowan, David. Weird Scenes Inside The Canyon: Laurel Canyon, Covert Ops & The Dark Heart Of The Hippie Dream. Headpress. Kindle Edition.
Kısa kısa
Beyin dalgaları kullanarak sohbet
Nature Briefing, 24 Ağustos 2023
Geçen hafta, Pink Floyd dinleyen kişinin beyin dalgalarını okuyup kişinin dinlemekte olduğu müziğe çok yakın bir müziği salt beyin dalgalarından üretmeyi başaran bir teknolojiden bahsetmiştim. Bu haftaki haber de ona benzer.
Stanford Üniversitesinde, 67 yaşında bir kötürüm hastanın beynine takılan implantları bilgisayarda bir recurrent Neural Network (RNN) programına bağlayarak, hastanın kafasının içinde düşündüğü sözleri bilgisayardan konuşma olarak vermeyi başarmışlar. İlk başta, bir RNN eğitimi gerekiyor tabii. Bu eğitimle, bilgisayar programı kelimeleri öğreniyor. Mesela hasta kafasından ‘buzdolabı’ diyor. Bilgisayar ‘buzdolabı’ diye içinden konuşan hastanın bilgi dalgalarını kaydediyor ve bunları ‘buzdolabı’ olarak etiketliyor. Ne kadara az sayıda kelime kullanılırsa bu bilgisayar eğitimi sırasında , daha sonra düşünceleri bilgisayar konıuşmasına çevirme hatası da o kadar az oluyormuş. Elon Musk’ın Neuralink şirketi ile dalga geçiyordu herkes zamanının yüz yıl ilerisinde hayalleri var diye ama belki de yakın zamanda o hayaller gerçek olabilir, insanlar konuşmadan beyin dalgaları ile anlaşabilir.
You Tube
Noisy Miner (Yaygaraci Madenci !?) kuşları çok bölgeci ve saldırgan yaratıklar. Türkçesi nedir, hatta Türkiye’de bu kıuşlardan var mı bilmiyorum. Bir Noisy Miner gelip Hagi'yi ısırmıştı bir sene önce ve Hagi o zamandır onların sesinden çok korkar. Pascal'ın bahçemizde özgür olduğu günlerde (büyük kaçıştan önce), bir Noisy Miner dadandı gelip Pascal’ın yemini yemeye çalışan ama Pascal onu korkutup kaçırmayı beceriyordu.
Kampüste hep görüyorum kantinden nasıl şeker paketlerini çalıp kağıdı yırttıktan sonra şekeri yediklerini.
İşte ABC televizyonunda diğer kuşlara karşı birlik olup kendi bölgelerini nasıl koruduklarını gösteren bir video:
Günlük
Geçen hafta Türk Bakkalına gittim. Zeytin, şalgam suyu, sucuk, kahve, tulum peyniri gibi şeyler alıyorum her gittiğimde. Brisbane’a ilk geldiğimde Türk Bakkalı diye bir şey yoktu. Sonra bir kaç kere açmaya çalıştılar ama açan arkadaşların doğrudan Türkiye’den mal ithal güçleri yoktu, Melburn’daki toptancılardan alıp burada satınca da kar marjları dükkanı çevirmeye yetmiyordu. On beş sene kadar önce, hem toptan hem perakende satış yapan ve doğrudan Türkiye’den mal getiren dükkanlar açıldı. Onlar işi tutturdu ve hala da devam ediyorlar. Onların toptan getirdiği malları başka dükkanlarda, mesela Yunan bakkalında, hatta bazı süpermarketlerde bulmak mümkün ama ben perakende satışa destek amacı ile gidip bakkaldan almayı tercih ediyorum.
İşte bakkalın girişi:
Sınai türden iş yerlerinin olduğu bir mevkide tutmuşlar burayı. Bizim evden aşağı yukarı 15 dakika sürüyor gitmesi. Girince, şişelerden bir duvar çıkıyor önünüze:
Bir separatör olarak dizmişler. Gazoz ve şalgam suyu. Ben gazoz almam ama acılı şalgam suyu alıyorum.
Sol tarafta züccaciye rafları:
Onun yanında kolonyalar var. Covid çıktığında kolonya kalmamıştı, şimdi çok.
Diğer mallar böyle koridorun iki tarafına dizilmiş raflara:
Sağ taraftaki raflarda Eti, Ülker ve diğer bisküvi çeşitleri:
Sol tarafta Sidney ve Melburn’daki kasaplarda imal edilen sucuk salam:
Çekirdek çok ama hiç almam. Bir paketi açtım mı bitirmeden rahat edemiyorum. Vücuda zarar.
İthal baklavalar, Seyiroğlu markası. İstanbul’da hiç duymamıştım ama başka yerlerde belki biliniyordur. Baklava severim ama burada hiç almıyorum. Böyle şeyler için hevesimi Türkiye’ye saklıyorum.
Baklavaların karşısındaki rafta konserve yiyecekler,
Zeytin ve peynir rafları karşı karşıya:
Hesabı ödeyip çıkıyorum. Bakkal sahiplerini tanırım ama genellikle kasada genç çocuklar oluyor. Onların da kimi Türkçe biliyor kimi bilmiyor. Başta ikimiz de İngilizce başlıyoruz ama Türkçe bilenler belli ediyor, Türkçeye dönüyoruz.
MKUltra Projesi (veya MK-Ultra), ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından tasarlanıp üstlenilen yasa dışı bir insan deney programıymış ve insanları zayıflatmak ve beyin yıkama ve psikolojik baskı ile itirafları zorlamak için sorgulamalar sırasında kullanılabilecek ilaçları belirlemeyi amaçlıyormuş. (wikipedia)
Bu lafı aslındaa Aldous Huxley söylemiş ama Jim Morrison bir mülakatta kaynak belirtmeden kullandığı için yanlışlıkla Morrison’a atfedilir bazıları tarafından.
Aynen katılıyorum. Hatta uçuk kaçık komplo teorileri sanki gerçek komploları (senin dediklerin gibi, ki ben ilk yazımda dediğim gibi ben onları komplo değil vaka-i adiyeden olarak görüyorum) gizleme işine yarıyorum. Levent Gültekin beni de şaşırtmaya başladı. Belki o da keskin kelamlarla artuk her hafta yapacağını söylediği YouTube yayınlarına izleyici çekmeye çalışıyor.
Son olarak, bu gibi kapsamlı yorumlar için, Substack Notes sayfasını da kullanabilirsin. Notları edit yapmak daha kolay. Resim falan da eklenebiliyor.
Halim'cim bence, bazı insanlar komplo teorisi üretmeye bayılıyorlar ve bana pek inandırıcı gelmeyen savlar öne sürüyorlar (insanlar aya gitmedi gibi). Burada anlattığın da bana pek inandırıcı gelmedi doğrusu.
Bazı insanlar da her duyduğu, okuduğu komplo teorisini, üzerinde düşünmeden hemen yayma heveslisi. Özellikle siyasi komplo teorileri o kadar hızlı yayılıyor ki, insan, yoksa ben mi göremiyorum gibi bir düşünce içerisine giriyor. Daha önce çok ciddiye aldığım Levent Gültekin, son zamanlar da buna benzer şeyler anlatmaya başladı örneğin.
Diğer taraftan komplo teorisi gibi görünmekle birlikte gerçek oldukları aşikar olan şeyler de var. Batı'nın Irak'ta toplu imha silahları olduğu yalanı veya İşid ve Al-Kaide'nin kurulmasında Amerikan parmağı veya Türkiye'de uçak ve araba yapımının yabancı eller tarafından önüne geçilmesi gibi.
Dolayısıyla ben, duyduğum ve irdeleyebilecek bilgi birikimim olan konularda olan komplo teorilerini yanlış, az da olsa doğru olma olasılığı var veya büyük olasılıkla doğrudur diye sınıflandırabilecek değerlendirme düzeyindeyim diye kabul ediyorum kendimi. Ve çoğunlukla doğru karar verdiğimi düşünüyorum, belki de abartılı bir öz güvenle. :)
Sevgilerimle.