30 Aralık da sözünü ettiğim Pascal, o yazıdan on gün sonra kaçtı.
Meliz evde yoktu o sabah. Pascal’ı yan bahçede yıkanmaya çıkardım. Her gün yaptığımız şey.
O gün kapıdan çıkar çıkmaz Pascal omuzumdan havalandı uçmaya başladı. Bizim ev yüksektedir. Yokuş aşağı ardından baka kaldım.
Lorikeet hareket serbestisi isteyen bir kuştur. Kafese kaparsanız depresyona girer. O yüzden evde serbest bırakılır; kanatlarının ucu kesilir uçup kaçmasın diye. Biz de öyle yapardık ama her kanat kırpıştan sonra Pascal mahzunlaşırdı. Kesim araları giderek uzadı bu yüzden ve son kanat kesmeden beri bir sene olmuştu Pascal kaçmaya karar verdiği gün.
Pascal’ın peşinden ben de koştum yan bahçelerin arasından. ABD’de haneye tecavüzden biri vururdu. Kimi komşu çıktı hayrola diye, kuş kaçtı dedim.
Kayınpederlerin evi yakında, Pazarları Pascal’ı götürürdük Hagi ile oynasınlar diye. Belki, dedim Pascal Hagi’ye gitmiştir. Bir ihtimal.
Bu şekilde bütün aile haberdar oldu durumdan. Bacanak geldi, sağ olsun, Hagi’yi kafese koyup bizim eve getirdi. Hagi öter, Pascal duyar döner diye. Ben de Spotify’da Barış Manço çalan telefonumum sesi sonuna kadar açık, sokaklarda dolanıyordum:
Ali yazarVeli bozar Küp suyunu çeker azar azar Üzülmüşüm neye yarar Keskin sirke küpüne zarar.
Pascal bu şarkıya dayanamaz yanımıza gelirdi evde iken. Az umutla lorikeet tünemiş ağaç altlarında telefonla beraber ben de bağırıyordum ‘Ali yazar Veli bozar …’. Biraz dinledikten sonra uçup gidiyorlardı.
Bu arada Meliz geldi. Ben sokak şarkıcılığından vaz geçtim, beraber Pascal’ı arada bir yaprak çiçek yemeye götürdüğümüz parka gittik. Bir ağaç tepesinde Pascal’a benzer bir kuş gördük. Bağırdık ‘Pascal Pascal’ diye. Aldırış etmedi, ben ağaca tırmanırken uçtu gitti.
Teker teker komşularımıza telefon numarası bıraktık, bir lorikeet evinize girmek isterse bizi arayın diye. RSPCA1’ye bildirdik, bulan belki onlara götürür ümidi ile. Ödül koyduk. Otobüs duraklarını, ağaçları, parklarda piknik masalarını afişledik.
Bir ay böyle geçti. Bütün mahallenin haberi vardı. Bir kaç yaşlı kadın Pascal’ın videosunu ve Ali Yazar Veli Bozar şarkısının YouTube linkini aldılar Meliz’den. Çarşıda pazarda kuşların toplandığı ağaçların altında çalıyorlardı, daldaki kuşlardan biri Pascal ise belki duyar gelir diye.
Kayınvalidem Hagi’yi alın, ben artık bakmak istemiyorum dedi. Belki bize acıdı, belki Pascal’ın firarından sonra korktu bu da kaçıp gidecek diye.
Hagi, yavaş yavaş bize ve eve alışmaya başladı. Biz de ona alıştık.
Iki hafta önce Pazar sabahı telefonum çaldı. ‘Arkadaşım astığınız afişi getirdi. Bulduğumuz kuşu andırıyor. Altı haftadır sahibini arıyoruz’ dedi bir delikanlı. Gönderdiği resim Pascal’a çok benziyordu. Evleri beş kilometre mesafede imiş. Hemen Meliz’le arabaya atladık gittik. Görür görmez tanıdık, o da bizi tanıdı, Meliz’in omuzuna atladı ‘Where did you go? Where did you go?’ (Nereye gittin?) demeye başladı. Öyle derdik bir yere uçtuğunda, oradan biliyor, bana şimdi öyle sorun diyor.
Pascal evden 9 Ocak’ta yokuş aşağı kaçmıştı. Öyle sanıyorum ki yokuş yukarı uçup geri gelmek istemiş ama yolu bulamamış. Bizim evle aynı hizada bir spor tesisisi var. Orada gecelemiş, ertesi sabah antreman yapan atletlerin yanına yaklaşıp ‘Come come come’ (‘gel, gel, gel’) demeye başlamış. Yani, bana ‘gel’ deyin, ben de geleyim, beni eve götürün diye. Bereket merhametli ve bilgili bir çifte rast gelmiş. Çocuk Avustralya olimpik dekatlon kadrosunda, kız arkadaşı da yine öyle atlet. Pascal’ı bıraksalar orada ziyan olacağını anlayıp evlerine götürmüşler. ‘Jimmy’ adını takmışlar, çok sevmişler. Ama bir yandan da sahibini bulmaya çalışıyorlarmış. Biz bu kuşu bu kadar sevdik sahibi kim bilir nasıl üzülmüştür diyerek.
Mutlu Son
Pascal ve Hagi şimdi bizdeler. Kanatlarını kestirmedik. Evin içinde uçup konuyorlar. Yediklerimize ortak oluyorlar:
Ben bilgisayar başında iken yanımda oturup müzik dinlemeyi seviyorlar.
Eskisinden farklı olarak, artık bahçeye çıkarmıyoruz. Pascal sürekli ‘Garden, garden’ (Bahçe, bahçe) diye sayıklıyor. ‘No garden’ (Bahçe yok) diyorum, ondan sonra izah ediyorum: ‘Pascal bye bye. Baba sad, mummy sad. No garden’ (Pascal gitti. Baba üzgün, anne üzgün. Bahçe yok). Öyle dinliyor.
Yan bahçeye büyük bir kafes yaptırıyoruz şimdi. Evin bir odasından girilip çıkılan, ayrıca müstakil kapısı olan, 10m x 2m x 3m ebatlarında yekpare çelik ağla kaplı bir alan. O zamana kadar, ikisine de dışarı çıkmak yok.
Jonathan Livingstone Seagull
Üniversite öğrencisi iken, yazarı Richard Bach olan bu kitap popülerdi. Daha sonra sayıları artan az yazılı çok resimli hissiyat yüklü kitapların öncülerinden biri idi. Şöyle bir söz kalmış aklımda o kitaptan:
If you love someone set them free. If they come back, they’re yours; if they don’t, they never were (Birini seviyorsan, onu özgür bırak. Dönerse senindir; dönmezse hiç bir zaman senin değilmiş demek ki).
Sosyal medya çağımızda böyle memlere alıştık ama o zaman orijinaldı. İlk okuyuşta doğru geliyor ama çoğu zaman yanlış. Seviyorsan, onun mutluluğunu istiyor olman lazım. Özgür bırakmanın sonuçlarıysa, sevdiğin için mutsuzluk hatta ölüm olabilir. Pascal’ın hemen bir lorikeet arkadaş bulduğuna ve onunla birlikte mutlu olduklarına inandırmıştım kendimi. Alakası yok. Anladık ki, Pascal daha kaçtığı gün geri dönmeye çalışmış ama evin yolunu bulamamış. Eğer yukarıda bahsettiğim gençlere yolu rast gelmeseydi kim bilir ne olurdu. Şimdi Pascal’ı yine özgür bıraksam, büyük ihtimal yine uçar gider. Çünkü ona göre sorun yok, nasıl olsa biz onu buluyoruz. Bu sefer ‘Pascal mutludur’ diye de kendimizi kandıramayız, daha çok üzülürüz.
Hovarda
Son olarak, yazının başlığını niye ‘Hovarda Pascal’ koyduğumu açıklayayım. Bu yakıştırma evden kaçan bir genç için daha geçerli aslında ama ben de Pascal çok akıllı dediğim için ona uydurdum. İçinde yaşadığımız bu günün, bu gün içinde olduğumuz ilişkilerin kıymetini takdir edemezsek, güya daha parlak gelecekler için bu günü heba etmek kolay geliyor. Hovardadan kastım bu. Ne olduğu belirsiz gelecek muhtemel heyecanlar için esas servetimiz olan bu günkü ilişkilerimizi tahrip etmek, har vurup harman savurmak. En büyük hovardalık bu değil mi?
Pascal’ın sevdiği şarkılardan Spotify listesi yapmıştım zamanında. Ben çalışırken o da omuzumda oturur bu listeyi dinlerdik.
Pascal gittikten sonra bu şarkıların hiç birini dinleyemez olmuştum. Artık Pascal ve Hagi ile birlikte dinliyoruz.
Royal Society for the Prevention of Cruelty to Animals, yani Hayvanları Koruma Cemiyeti.
Hovarda sizi çok uğraştırmış, ancak mutlu son. Bu arada müstakil konut sahibi de oldu. Dersini aldıysa, bir daha yaramazlık yapmaz.
Biz de burada evden kaçan kuş beyinli siyasilerle uğraşıyoruz.
Çok hoş.