Ütopya dizisini izlerken aklıma gelen şeyler
Bir kaç sene aradan sonra, Ütopya 5. sezon gösterime girdi. Bir ABC komedi klasiği oldu bence bu dizi.
Seçimle iş başına gelen bir iktidar, yasal sınırlar içinde kaldığı sürece her istediğini yapabilmeli mi? Bürokratlar zorluk çıkarırsa, onları işten atabilmeli mi?
Adresi kopyalayıp ( _↑_ Copy Link) WhatsApp grubunuza gönderebilirsiniz.
Avustralya devlet televizyon kanalında yayınlanmakta Utopia dizisi ve düşündürdükleri üzerinde yazacağım. ABC iView app'ını ücretsiz olarak akıllı TV, bilgisayar ya da telefonunuza indirip siz de izleyebilirsiniz.
'Nation Building Authority' (NBA) isimli, Avustralya federal hükümetinin altyapı yatırımlarını yöneten bir kurumun faaliyetleri ile ilgili. Konuyu anlamak için daha önceki dört sezonu izlemenize gerek yok, doğrudan 5. sezonla başlayabilirsiniz.
NBA’nın başı, Tony, teknik donanımı bilgisi yerinde bir mühendis ama işi çok zor. Bir yandan iktidarın siyasi danışmanlarının vitrinleme çalışmaları ile uğraşıyor; öte yandan her iş yerinde olabilen normal kurum içi çekişmeleri halletmeye çalışıyor; son olarak da günümüz toplumundaki feminist, woke1, çevreci, vb söylemleri ile boğuşuyor. Mesela, son izlediğim bölümde, kara yolları için bir tünel yaptırmaya çalışıyorlar. En iyi teklif bir Çin firmasından gelmiş ama Bakanın danışmanı, eğer teklif Çin şirketine verilirse, hükümet Amerikan eleştirisine hedef olur kaygısı ile Çinli müteahhit firmayı devre dışına itmeye çalışıyor.
Avustralya'nın iyi komedyenlerinden Rob Sitch canlandırıyor Tony karakterini. Yardımcısı, Celia Pacquola da komedyen, bir kadın stand-up'çı. Bakanlıkla iletişimi sağlayan Jimmy‘nin derdi bir iş çıkması değil, iş yapar gibi gözükmek. Anthony Lehmann’ın oynadığı Jimmy’nin tek ilgi alanı algı yönetimi; kamu yararı, işin doğrusu yanlışı gibi şeyler onu ilgilendirmiyor.
1980 lerde, BBC'de 'Yes Minister' (Evet Bakanım) ve ‘Yes Prime Minister’ (Evet Başbakanım) vardı hatırlarsınız. Orada, masum iyi niyetli bir bakan (sonra Başbakan oluyor) değişik ve kendince doğru şeyler yapmaya çalışırken bürokratlarca yolu kesiliyordu. Zamanın başbakanı Thatcher idi ve dönemin siyasi ruhuna uygun bir diziydi.
İki şekilde de izlenebilirdi: ya tembel bürokratlar rahatları bozulmasın diye yeniliklere karşı çıkıyor derdiniz, ya da uzman bürokratlar şaşkın acemi bakanın kendisine ve ülkeye zarar vermesini nasıl engelliyor diye izlerdiniz. Ustaca yazılmış bir dizi idi ve bu yüzden her iki bakış açısını da haklı kılacak yönleri vardı.
![](https://substackcdn.com/image/fetch/w_1456,c_limit,f_auto,q_auto:good,fl_progressive:steep/https%3A%2F%2Fsubstack-post-media.s3.amazonaws.com%2Fpublic%2Fimages%2F397d14d3-0608-4ad2-b18c-c361bd4366cb_328x500.jpeg)
Bürokrat-siyasetçi ilişkisinin dengesini kurmak kolay değil. Çok güçlü bürokrasi de iyi değil, çok zayıf da. Bürokrasi güçlü ise, partiler başa gelir gider ama iktidar olamazlar; bürokratların dediği olur. Öte yandan, bürokrasi güçlü değilse, o zaman ufukları bir dahaki seçimi kazanmanın ötesine geçemeyen siyasi cambazların elinde devlet dejenere olur.
Türkiye’de 1961 Anayasası ile bürokrasi güçlendirilmişti. Mutlak egemen değildi bürokratlar ama seçimle iş başına gelen hükümet icraatlerini denetleyebilecek bazen keyfi müdahalelerde bulunabilecek kadar güçlü idiler. Bu durum ideal değildi ama AKP iktidarları boyunca tedrici olarak onun yerine yerleştirilen popülist otorite ülkeyi çok daha beter bir hale getirdi. ‘Seçimi kazanan her şeyi yapabilir; yasa, anayasa, polis, mahkeme ona tabi olmalıdır’ düsturunun uygulamaya girdiği 2018 yılından bu yana, Türkiye’nin tüm göstergeleri başaşağı seyretmeye başladı.
Avustralya’da da son yirmi senede siyasilerin gücü arttı. Ben geldiğim yıllarda, tüm memurların tabi olduğu bir barem uygulaması vardı ve hükümetler kolay kolay bir memuru işten atamaz ve maaşını değiştiremez, olsa olsa kızağa çekerdi. 1990’ların sonlarında, Genel Müdür ve Genel Müdür Yardımcı düzeyinde Sözleşmeli Eleman uygulaması geldi. Sözleşme ile gelen yüksek bürokrat maaşları çok yükseldi ama iş güvenliği kalmadı. Kariyerleri bakanın takdirine bağlı olan bürokratlar haliyle bakanın hoşlanmayacağı uygulamalardan kaçınmaya başladılar. Bazı hallerde Bakanın buyrukları kanunsuz da olsa, bir usulüne uydurup icra yolunu buldular. Son Robodebt skandalı bunun en önde gelen örneği ama benzerleri de oldu..
Bir televizyon dizisinden nerelere geldik. Özetleyecek olursak, Ütopya dizisini izlemenizi tavsiye ederim.
Kısa Kısa
4 Aug Power News Georgia Power elektrik üretim şirketi, Vogtle 3 ünitesinin 31 Temmuz 2023'te ticari olarak elektrik üretime başladığını ve Vogtle 4'ün altı ay içinde başlayacağını açıkladı. Bunlar, her biri 1.117 MW Westinghouse AP1000 basınçlı su reaktörleri. Mevcut iki ünite, Vogtle 1 ve 2, sırasıyla 1987 ve 1989'da inşa edilmiş. Vogtle Unit 3'ün maliyeti kesin bilinmiyor ama tahmin edilen bedel 30 milyarın üzeri. Doğruysa, bu 20+ $/W anlamına gelir. Neden Vogtle gibi daha fazla nükleer santral inşa edilmiyor sorusunun da cevabıdır.
You Tube
Bu haftanın video tavsiyesi, IQ üzerine. Bildiğimiz şey demeyin, bilmediğiniz ilginç şeyler var içinde.
Bu çocuk Avustralya’lı ama ne zamandır Amerika’da yaşıyor. Amerikan mutfağına alışmış biraz şişmanlamış gibi geldi bu videoda.
Pascal-Hagi
Bu haftanın fotoğrafında, Pascal, top hünerlerini gösteriyor.
Günlük
Çarşamba günü, West End’de Triton diye bir Rum dükkanından peynir aldım. Dükkanın girişi şöyle:
Sol duvar rafları peynir dolu. Dükkanın sonundan giriş kapısına doğru çektim bu fotoyu:
Benim alacağım peynir belli; Dodoni feta, kaşar peyniri ve Avustralya’da yapılan Peppato (belki İtalya’dan gelen kadar sert değil ama benim hoşuma gidiyor).
Dodoni feta burada tek yediğimiz beyaz peynir. İstanbul’da bile bu kalitede bir beyaz peynir bulabilmiş değilim. Gerçi Beşiktaş’ta mahalledeki peynircinin ötesinde fazla aramadım, belki vardır.
Avustralya’ya Türkiye’den peynir gelmiyor. Yıllar önce, Melburn’da bir bakkal, ülkelere verilen süt ürünleri kotalarının çok sınırlı olduğunu ve Türkiye için hiç peynir kotası olmadığını söylemişti. Underwood’da Country Fresh tabelalı Türk bakkalda satılan peynirler Almanya’dan geliyor: Süt diyarı, Yayla, falan. Tulum peyniri haricindekileri sevmiyorum. Bu yüzden, kaşar ve beyaz peynir için Triton’a gidiyorum. Diğer peynirleri süpermarketten alırım (mesela tavada kızartmak için hellum, piza ya da makarna için Parmesan, Mozzarella, Çedar falan).
Triton’da sadece peynir yok. Mesela gazoz:
Evde bir tek su içtiğimiz için böyle şeyler almıyorum. Ama Uludağ’ın ta Bursa’dan buraya gazoz ihraç edebilmesi, burada da alıcısı olması ilginç geldi. Eti bisküvileri de var:
Başka bir rafta reçeller var ama almıyorum. Pazardan aldığım bal yetiyor.
Bir Yunan bakkalında Yunanistan'dan ithal edilen pek fazla mal olmaması ilginç. Sanırım bu bana Yunan ekonomisi hakkında bir şeyler söylüyor ama nedir o emin değilim.
‘Woke’ bugünlerde çok moda bir kelime. Türkçe anlamı, ‘başta etnik, ırksal veya cinsel azınlıklara yönelik muameleler olmak üzere tüm adaletsizlik ve önyargılara muhalif olma durumu’ olarak ifade edilebilir.
Ancak bugün okuyabildim. Eline sağlık.
Dediğin gibi, ‘Seçimi kazanan her şeyi yapabilir; yasa, anayasa, polis, mahkeme ona tabi olmalıdır’ düşüncesiyle her şeyi kimseye sormadan yapabilmek, yapılanları açıklamamak ve denetime sokmamak gibi sakat bir düşünce her şeyi yerle bir etti.
Keşke anayasa çalışmalarında 61 anayasasını baz alacak bir yaklaşım sergileyebilecek bir irade oluşabilse.
Sandık demokrasisi ile, hele aydınlanma yaşamamış, aydınlanmaya karşı olanların sandığının demokrasisi ile işimiz çok zor.
Bu arada, Rum dükkanının zenginliği de şaşırtıcı. Neredeyse mini süpermarket.
Artık ben de pek içmiyorum ama nedense çocukluğumdan beri Uludağ gazozuna bayılırım ve adeta bir peynir canavarıyım. Her cins peyniri o kadar çok severim ki, kötü bile olsa, gözünün yaşına bakmam, yerim. :)