Bir çok nedenlerle, savaş ihtimali eskisi kadar fazla değil. Çin ekonomik güç olarak ABD'ye yaklaşırken iki ülke sosyal ve politik sistemleri de gün geçtikçe birbirine daha çok benziyor.
Siz ne düşünüyorsunuz?
Adresi kopyalayıp ( _↑_ Copy Link) WhatsApp grubunuza gönderebilirsiniz.
Daha beş yıl önce, Çin ve ABD'nin bir "Thucydides Tuzağı" içinde1 savaşa mecbur olmalarından endişeliydik. Bugün, durum farklı görünüyor.
Bu düzelmenin bir kaç nedeni var:
Putin'in talihsiz Ukrayna işgali.
Putin'in aptallığı, birkaç yıl önce hayal bile edilemeyecek soruları gündeme getirdi: “Rusya parçalanır mı? Sonra ne olur?" gibi. Rusya’ya odaklanan savaş çığırtkanları başka savaş peşinde koşacak imkan ve zaman bulamıyorlar.
Ukrayna'daki yıkım, Tayvan'ın daha temkinli davranmasına ve provokasyonlardan kaçınmak için daha çok çabalamasına neden oluyor.
Rusya'nın dağılacağını sanmam ama Ukrayna bozgunundan bölgesel ve küresel gücü azalarak çıkacak.
Pandemi, küresel ekonominin ne kadar entegre olduğunu gösterdi. Her ülke tedarik zincirlerini yedeklemeye çalışırken, küreselleşmenin tam iptalinin ne kadar zor olduğunu da anladılar.
Yerli imalat büyüdükçe, ‘Çin işleri çalıyor’ iddiasının tesiri azaldı.
ABD-Çin ticaretinin azalması bu ilişkinin tamamen çökmesini isteyenlerin sayısını düşürdü; çünkü geriye alan alış veriş kalemlerinin önemi ortaya çıktı.
Çin'in bazı kesimlerin iddia ettiği kadar güçlü ve saldırgan olmadığı anlaşıldı.
Savaş ihtimali düşüyor da olsa, ABD ile Çin arasındaki çatışma Dünya Gündemine hakim olmaya devam edecek.
Herhangi bir çatışmada karşıt tarafların, farkında olmadan yavaş yavaş birbirlerini taklit etmeye başladıklarına inanırım. Katır inatlı biriyle tartışmaya sürüklendiğimde benim de inadım artıyor. İki iyi takım yarışırken birbirinin en iyi oyun huylarını, iki kötü takım ise en kötü huylarını ortaya çıkarıyor. Ya da bir dişli kutusundaki iki dişlinin dişleri temas ede ede birbirine benziyor.
Savaş olmadığı takdirde, mevcut ABD-Çin çatışması aynı şekilde sistem yakınlaşmasına neden olacak sanıyorum2.
Mart ayında, Beiing Tsinghua Üniversitesi Doçenti Yan Yilong'un (鄢一龙) yaptığı bir sunumu okudum. Bu sunumun tam metni için tıklayın.
Profesör Yilong3 benim ile aynı fikirde değil ama onun ABD ile Çin’i karşılaştırırken kullandığı altı başlık, benim fikirlerimi daha iyi açıklayabilmeme yardımcı olacak.
Demokrasi nedir?
Yan Yilong, rekabetçi seçimlerin yalnızca prosedürde demokrasi olduğunu söylüyor. Ona göre, Çin’de rekabetçi genel seçim yokmuş ama halk iradesini Parti organları, Ulusal Halk Kongresi (parlamento) ve çeşitli hükümet seviyelerinde daha etkili olarak ifade edebiliyormuş.
Benim için demokrasinin kritik testi, insanların hükümet kararlarını nasıl etkilediğidir. Bir (Çin) yerine iki (ABD) aday elbet daha fazla seçenek demek ama çoğu Avrupa ülkesinde bir çok parti var. Üç veya daha fazla seçenek olması daha iyi demokrasi anlamına mı gelir?
Yaklaşık yirmi yıl önce, Çin'e yaptığım gezilerden birinde, ziyaret ettiğimiz kişi bizi komşu bir kasabaya götürdü. Orada kasabanın Belediye Başkanı tarafından karşılandık. Başkan bizi öğle yemeğine çıkardı. Restoran büyük ve görünüşe göre oldukça popülerdi. Bir yemek odasına yönlendirildik ama Belediye Başkanı bize katılmadan önce diğer müşterilerle konuşmak istedi. Merak edip onu yandan izledim. Bazen el sıkışıp bazen sırt sıvazlayarak bir masadan diğerine geçti. Rekabetçi seçimler olmasa bile politikacıların hala insanların desteğine ihtiyaç duyduğunu ve bunun için çalışmak zorunda olduğunu anladım.
ABD'de halk, liderini partilerinin gösterdiği iki aday arasından seçer. Çin'de lider Ulusal Halk Kongresi (UHK) tarafından seçilir. UHK, orijinal olarak Sovyetler üzerinde modellenmiş hiyerarşik bir yapıdır. Seçmen, UHK üyelerini Parti tarafından belirlenen adaylar listesinden seçer.
Her iki sistemdeki adaylar, mekanizmaları farklı olsa da, toplumun dar bir kesiminden gelen ve gençlikten itibaren siyasi iktidar için yetiştirilmiş kadrolardır. Tek parti sisteminde rekabet parti içi ile sınırlı iken, iki partili bir sistemde hem parti içi hem parti dışı rekabet vardır. Bence iki rakip partinin mevcudiyeti, rejimin tek adam diktatörlüğüne kaymasına karşı daha iyi koruma sağlıyor.
Demokrasi kime aittir?
Yilong’un bu sorusu bence cevaplanamaz. ABD ile Çin arasındaki gelir eşitliğinin nasıl kıyaslandığı veya liderlerin tüm toplumdan mı yoksa belli dar kesimlerden mi geldiği sorulmalıdır. Bu açılardan bakıldığında, ikinci dereceden kanıtlara dayanarak, ABD ve Çin'in sanıldığından daha benzer olduğunu düşünüyorum. Örneğin, gelir eşitsizliği açısından, Şekil 1, WID verilerini kullanarak nüfusun en üst %1'ine giden vergi öncesi milli gelirin payını göstermektedir.
![](https://substackcdn.com/image/fetch/w_1456,c_limit,f_auto,q_auto:good,fl_progressive:steep/https%3A%2F%2Fsubstack-post-media.s3.amazonaws.com%2Fpublic%2Fimages%2F214a0343-e27e-4224-9ce2-da9e7e401b2f_800x511.jpeg)
Şekil 1'de görüldüğü gibi, her iki ülkenin de nüfusunun yüzde biri, her yıl biraz daha zenginleşiyor. ABD'deki en zengin %1'lik dilim, milli gelirden henüz Çin'deki aynı gruba kıyasla daha yüksek bir pay alıyor ama Çin zenginleri onlara yetişiyor.
Eşitsizliğin başka bir ölçüsü olarak, hem Çin'de hem de ABD'de Gini katsayıları son 40 yılda önemli ölçüde arttı. Daha yüksek Gini, daha eşitsiz demektir. Şekil 2 ( Our World in Data'dan alınan verileri kullanarak), hem Çin'in hem de ABD'nin son 40 yılda daha eşitsiz hale geldiğini gösteriyor. 1982'den 2018'e kadar azıcık daha eşit hale gelmiş gibi görünen Türkiye'yi de bir kıstas olsun diye koydum aynı şeklin içine.
![](https://substackcdn.com/image/fetch/w_1456,c_limit,f_auto,q_auto:good,fl_progressive:steep/https%3A%2F%2Fsubstack-post-media.s3.amazonaws.com%2Fpublic%2Fimages%2Fe7fd3d86-f409-4c09-a357-a92c7f9e758b_640x480.png)
Yan Yilong, ABD ve Çin'de demokrasinin kime ait olduğunu soruyor. Bu görünüşe göreö bence, demokrasi her iki ülkede de zenginler ve güçlüler için çalışıyor.
Yetkin lider seçimi
Yan Yilong, ABD liderlerinin medya kampanyalarıyla seçildiğini ve hiç yönetim tecrübesi olmayanların seçilebildiğini savunuyor. Çin'de "hükümet yetkilileri oylamayla değil uygulamayla test ediliyor. Ülkemizin liderleri [olabilmeleri için] çok pratik, tecrübe ve seçim [geçirmeleri gerekir]“ diyor.
Liderin siyasal sistemin saflarından süzülerek gelmesi fikrinden pek hoşlanmıyorum. Sistem dışı taze kanın yeni fikirler getirme olasılığı bana göre her zaman daha yüksektir.
Üstelik ABD'deki hükümet, Yan Yilong'un iddia ettiği kadar değişken değil. Başkan dört yılda bir seçime giderken, hükümet bürokrasisi aynı kalıyor. Yeni bir Başkan, neredeyse tüm Daire Müdürlerini değiştirir ama Daire Müdür Yardımcıları değişmez. Yasama kolunda, Kongre ve Senato'daki Komite Başkanlarının çoğu da yerinde durur. Örneğin, son 20 yıldır ABD Senatosu Finans Komitesi Başkanları Baucus → Grassley → Baucus → Grassley → Baucus → Wyden → Hatch → Grassley → Wyden idi. Senato'daki çoğunluk iki parti arasında gidip geldiği için Komite Başkanları değişiyor ama dönüşümlü olarak aynı kişiler birbirini izliyor. Komite Başkanları önemlidir çünkü Cumhurbaşkanı her yeni yasa veya değişiklik için onlarla müzakere etmek zorundadır.
Girdiyi Çıktı ile Birleştirmek
Yan Yilong, Batı demokrasi teorisinin yalnızca oylama girdisini vurguladığını, ancak "hükümetin gerçekten sıradan insanlar için bir şeyler yapıp yapmadığının [Batı] demokrasi teorisinin kapsamı dışında olduğunu" savunuyor.
Gerçekte, hükümetin operasyonlarını etkilemek için dilekçe imzalamanın ötesinde halkın gücü her iki ülkede de sınırlı. ABD'de bir zamanlar beceriksiz ve/veya yozlaşmış hükümeti ifşa etmeye istekli ve yetenekli medya vardı. Ne yazık ki artık yok. Medyanın güvenilirliği, kutuplaşmanın ve kültür savaşlarının kayıplarından biri oldu. Muhalefet için her iki ülkede de ana akım medya yerine cesur sosyal medya kanallarına bel bağlanıyor olması, ABD ve Çin için bir başka yakınlaşma göstergesi değil midir?
Prosedürel ve Sahici Demokrasi
Yilong, ABD'de insanların demokrasi yapar gibi yaptıklarını, ancak özünde demokrasi olmadığını iddia ediyor. Eleştirilerinin bir kısmı yerinde: ”... halkın politika üzerinde neredeyse hiçbir etkisi yok ve bu rekabetçi seçimler, psikolojik bir plasebodan azıcık daha fazla. …Kısa vadeli meselelere odaklanan politikacılar, uzun vadeli, temel sorunları ele almakta başarı sağlayamıyorlar”.
ABD demokrasisinde oy vermek anlamsızsa ve halkın hükümet politikalarını etkileme imkanı yoksa, hükümetlerin neden kısa vadeli hedeflerin peşinden koştuğu sorusuna Yilong değinmiyor.
Çin sisteminin üstünlüğünün kanıtı olarak yüksek hızlı trene tekrar tekrar yapılan atıflar, geçmişteki tek çocuk politikası, Kültür Devrimi, ya da Büyük Sıçrama gibi korkunç derecede başarısız olan politikalarla dengelenmelidir. Bugünse, toprakta özel mülkiyet olmaması, Evergrande ve diğer gerçek trilyon dolarlık emlak şirket iflaslarının temel nedenidir. Toprak üzerinde özel mülkiyet olmayınca emlak vergisi olmuyor. Batı'da, emlak vergileri yerel yönetim faaliyetlerini finanse eder. Çin'de yerel yönetimlerin gelir sağlama yolu kamu arazilerini agresif bir şekilde müteahhitlere 99 sene için kiralamak oldu. Müteahhitler de apartmanları yapıp yapıp cebinde para arttığı halde yatırım fırsatlarından yoksun orta sınıfa sattılar. Çin'deyken, ben bile bunun bir saadet zinciri olduğunu, daha iyi bilmesi gereken insanların yüksek kazanç umudu ile iki veya üç daire satın aldığını görebildim. Daha da kötüsü, kiracılık kanunları sağlam olmadığı ve mülk sahipleri mülklerinin tahrip edilmesinden korktukları için alınan daireler boş tutuluyordu.
Son tahlilde, her iki ülkede de hükümetler, yönetici seçkinlerin çatışan çıkarlarını uzlaştırmaya çalışırken, ellerindeki araçları kullanarak halkı uysal tutmaya çalışıyor.
Ayrıştırma ve Fikir Birliği Oluşturma
Yan Yilong, ABD’de siyasetin kutuplaştırdığını, Çin’de ise, tam tersine, siyasetin fikir birliği yani konsensüs aradığını iddia ediyor. ABD’deki durum Yilong’un tasvir ettiği kadar kötü değil ama ben de teorik olarak, belli zümre çıkarları için mücadele veren birden fazla parti yerine, tek parti rejiminin konsensüs yaratmakta daha avantajlı olduğunu düşünüyorum.
Radyo müzik kanalları örneğini kullanarak bir benzetme yapacağım. Farz edelim ki, bir kentteki nüfusun %70'i caz, %20 rock ve %10 klasik müzikten hoşlanıyor. Reklam gelirini en üst düzeye çıkarmak için mümkün olan en yüksek izleyici payına erişmesi gereken tek bir ticari istasyon varsa, bu, nüfusun caz seven %70'ini yakalamak için her zaman caz çalacaktır. İkinci (hatta üçüncü) bir ticari istasyonun eklenmesi, müzik sunumlarının çeşitliliğini artırmaz çünkü her biri nüfusun %35'ine (veya üç istasyonla %23,3'üne) erişmek için hâlâ caz çalacaktır. Rock müzikseverler dördüncü reklam istasyonunu beklemek zorunda kalır. Klasik müzik dinleyicilerinin daha da uzun süre beklemesi gerekir. Öte yandan, ticari olmayan bir yayın rejiminde devlet radyosu, sırayla her üç dinleyici tipinin de zevklerine hitap edebilir. Tabii ki, ticari olmayan bir yayın rejiminin yönetiminin, örneğin tekno gibi, nüfusun herhangi bir kesimi tarafından paylaşılmayan bir müzik zevkine sahip olma tehlikesi her zaman vardır. O zaman tüm şehir arzusu hilafına tekno dinler o da ayrı mesele.
Sonuçlar
Bu yazıyı hazırladığım sırada, ABD Dışişleri Bakanı Blinken Çin'de sıcak bir şekilde karşılanıyordu. Ben bunu Çin'in ABD ve dünyanın geri kalanıyla ilişkilerini Xi'nin başkan olduğu zamanki haline döndürmeye çalışması olarak yorumluyorum. Böyle bir zaman geri sarmasının mümkün olduğunu düşünmüyorum çünkü şartlar değişti. On yıl önce Çin, Batı'nın katma değeri yüksek üretimi için yalnızca bir taşerondu. Günümüzde Çin, yüksek değerli ürünlerin satışında Batı ile rekabet halindedir.
Çin ve ABD'nin ekonomik gücü yakınlaşırken bu aynı zamanda sosyal ve politik sistemlerinin de yakınlaşmasına neden oluyor (sözde değilse de özde). Bu yakınlaşmayı yukarıda göstermeye çalıştım. Tabii ki, benzer sistemler de, kaynaklar ve pazara erişim için rekabet ederken birbirine karşı savaşa girebilir. Ancak böyle bir savaşın halk desteğini alabilmesi için yeni bir anlatıya ihtiyaç duyulacaktır ve en üstte saydığım sebeplerden dolayı mevcut koşulların böyle bir anlatıyı geliştirmek için uygun olduğuna inanmıyorum.
Bu iyimser görüşlerimi kaç okur paylaşıyor merak ettiğim için, sayfanın başındaki soruya cevap vermenizi rica ediyorum.
Kaynaklar
Sartori, Giovanni. "36. The Theory of Democracy Revisited". Democracy: A Reader, edited by Ricardo Blaug and John Schwarzmantel, New York Chichester, West Sussex: Columbia University Press, 2016, pp. 192-196. https://doi.org/10.7312/blau17412-044
Truex. (2016). Making autocracy work : representation and information in modern China. Cambridge University Press.
Kısa kısa
Kahkovka Barajı, Ukrayna
Kahkovka Barajı, Dnipro Nehri üzerindeki altı barajdan biriymiş. Diğerleri gibi, Ukrayna bir Sovyet Cumhuriyeti iken 1950'lerde inşa edilmiş. Baraj su kapasitesi 18 km3. Yani küçük bir baraj değil. Mesela Atatürk Barajı 48 km3; ABD Hoover Barajı 12 km3 imiş. Kahkovka Barajı 6 Haziran'da çöktü. Norveç'teki bir ajans tarafından yapılan sismik kayıtlar, olay anına denk gelen bir patlama (kısa ve yoğun bir sismik darbe) gösteriyor.
Ben bu satırları yazarken, patlamanın nedeni hala belli değildi. Tek kısa sismik darbe bana bunun bir füze yağmuru yerine yerleştirilmiş bir dizi patlayıcının patlaması olduğu intibaını veriyor. Öte yandan, Ruslar nehrin doğu yakasını ellerinde tutarken kasıtlı olarak ellerindeki barajı yıkmaları da pek muhtemel gözükmüyor.
Bombalar, gelecekteki olası bir Rus geri çekilmesi sırasında, kullanılmak üzere şimdi yerleştirilmiş ve kazara patlamış olabilir. Bu doğruysa, diğer beş baraj da risk altında olabilir. Bu tamamen spekülasyon tabii. Çatışma sona erdiğinde ve otopsi yapıldığında daha fazla kanıt elde edebiliriz.
Şimdi farkettim. Yukarıdaki kaydı aldığım web sayfası artık yok. Geçen hafta kopyalamıştım. Niçin silinmiş bilmiyorum.
Elizabeth Gilbert, Kar Ormanı
Elisabeth Gilbert en çok “Ye, Dua Et, Sev” adlı biografisiyle tanınır. 2010 yılında filme çekilmiş, kendisini Julia Roberts oynamış. Elizabeth Gilbert, son kitabı Snow Forest'ı (Kar Ormanı) tepkiler üzerine yayından kaldırdığı için geçen Pazartesi günü yeniden haber oldu. 1930'larda Sibirya'da geçen kitap, Goodreads adlı kitap sitesinde Putin Rusya'sını romantikleştirdiği iddiası ile bir düşman kampanyaya maruz kalmıştı.
Bu tartışma bence kitap için reklam oldu. Kitabı benim gibi muhtemelen hiç okumayacak olan kişilerin gündemine getirdi. Eğer ileride yayınlanırsa, daha çok kişi satın alır sanırım.
Öykü bizim onaylamadığımız bir ülkede geçiyor diye kitapları iptal etmek saçma. Bunun ardı arkası gelmez. Ruslar över olmayalım diye “Savaş ve Barış” ın sonunda savaşı Napolyon’a kazandırıp kitabı yeniden mi yazalım?
Günlük
Her Pazar sabahı meyve ve sebze almak için Mt Gravatt Çiftçi Pazarına giderim. Süpermarketlerden daha pahalı olsa da mevsimlik daha taze ürünler bulabilirsiniz.
Sabah 7 gibi pazar alanına varmama rağmen otopark dolmuş. Benden önce gelip işini bitirmiş bir müşterinin boşalttığı bir yeri bulmak için birkaç tur atmak zorunda kaldım. Altı ay kadar önce bitpazarı stantları için daha fazla park sırası kullanmaya başladıklarından beri araba park etmek daha da zorlaştı.
Biblo satan tezgâhların arasından geçerek çiftçi pazarı girişine varıyorum:
Evcil hayvanlar giremez uyarısının arkasında el dezenfektanını görebilirsiniz. Henüz o dezenfektan losyonu kullanan birini görmedim ama sanırım bu yüzden şişe hala orada. Bittiğinde değiştirmezler kalkar muhtemelen.
Ürünlerin fiyatlarını resimlerde Avustralya doları cinsinden göreceksiniz. Döviz kuru 1Avustralya doları = 68 ABD senti = 16 Türk Lirası.
Bir kaç haftadır güzel hurma alıyordum. Sanırım hurma için sezonun sonu geldi. Bunlar gelecek yıla kadar göreceğim son hurma olabilir. Sene içinde yine Persimmon diye satılıyor ama mevsim dışında satılanlar şekli aynı tadı farklı tatsız bir meyve.
Bu hafta hurma değil ama elma ve armut aldım.
Evde denedim, armutlar sert ama lezzetliydi. Ankara armuduna benzeyen tipik kışlık armutlardı.
Kıştan bahsetmişken kestaneler de güzel gözüküyor ama kendime hakim oldum almadım. Alırsam çoğunu ben yiyorum, kalorisi fazla bir yiyecek.
Yukarıdaki tezgahtan değil, her hafta aldığım satıcıdan salatalık aldım. Pazardan aldığım salatalıklara bayılıyorum. Dilimlediğinizde taptaze kokusu mutfağı sarıyor.
Çeri domates ve sivri biber de aldım.
Normal domates de alacaktım ama bu tezgahta sadece burada Roma domatesi dediğimiz yumurta şeklindeki domatesler var. Onların derisi kalın oluyor.
Sivri biber güzel ama.
Türk biberlerinin kabukları ince. Bu yüzden haşerata dayanıklı olmadıkları için Brisbane’da çok yetiştirilmiyor sanırım. Burada yaygın biber türleri hep kalın kabuklu. Yukarıdaki sivri biberler her kış birkaç aylığına pazara gelir. Acı oluyor ama salatalara biraz lezzet katmak için alıyorum. Tavada veya barbeküde hafifçe kızartıldığında biftek yanında da iyi oluyor.
Hemen her hafta mantar alırım:
Soldaki lifli mantarları (Enoki mantarları) sevmiyorum. Sağdaki tepsilerden birini aldım. Mantarlar et güveci ya da köri içinde iyi gidiyor ama kendi başına da yenilebilir.
Domateslerimi yaşlı bir kadından aldım (benden daha yaşlı).
Pazarın en iyi domatesleri değil belki ama artık başka yerlerde görmediğiniz çok havalı bir terazi kullanarak tartıyor.
Ederini kafadan hesapladı. Hesap makinesi yoktu. İki ürün olursa ne yapar diye kontrol etmek için biraz muz aldım. Kurşun kalemle bir sayfaya alt alta yazıp topladı. Eski toprak.
Sordum, terazi geçen yüzyılın başlarında Birmingham'da yapılmış ama kadın Brisbane'da satın almış 1970 lerde.
Avokadolarımı hep aynı adamdan alırım. Yaz aylarında başka eyaletlerden getiriyor yılın geri kalanında kendi ürünü satıyor. Onunla haftalık sohbette avokadolar hakkında çok şey öğreniyorum:
Yumurtayı da ondan aldım.
Daha önce organik yumurta satan biri vardı, yumurtamı ondan alıyordum. Fakat adam satabileceği fiyata göre çok zahmetli olduğunu söylediği için bıraktı tavukçuluğu; şimdi sadece organik tarım ürünleri satıyor. Ben razıydım daha fazla ödemeye (onun fiyatı 10.50$/düzine idi) ama çoğu insan ödemez diye düşündü demek ki.
Şimdi aldığım yumurtalar muhtemelen organik değil ama taze ve düzinesi 7 dolar.
En son Ömer'in tezgaha yürüyorum. Her hafta simit alırım ondan:
Ömer ve eşi evde hazırlayıp pazara büyük kaplarda getirdikleri mayalanmış hamurdan simitleri yoğurup susamlayıp elektrikli fırınla pişiriyorlar; ayrıca gazla ısınan bir saç üstünde gözleme de yapıyorlar:
Simitleri de aldıktan sonra Ömer’le eşine kolay gelsin diyip elimde iki dolu torbayla arabaya yürüyor ve eve dönüyorum.
Destined For War: Can America and China Escape Thucydides's Trap? Boston: Houghton Mifflin Harcourt (2017)
SSCB ile Soğuk Savaş farklıydı çünkü o iki rakip sistem tamamen farklıolup ortak zemin hiç yoktu. Tek sonuç birinin çökmesiydi. O zamanlar barış içinde bir arada yaşanabileceğine inandık ama bu mümkün olmadı. ABD-Çin çatışmasında, muhalifler tarafından paylaşılan önemli bir ortak zemin var.
Yilong, genel olarak “Batı Demokrasileri”ne atıfta bulunuyor ama tüm yorumları ve örnekleri yalnızca ABD sistemi için geçerli. Avustralya’da mesela demokrasi çok daha farklı işliyor.
Levent Bey gibi düşünüyorum. Bence de hiçbir şekilde iki ülke arasında bir sıcak savaş yaşanmayacak. Batı Dünyasının savaşa bakış açısının genel olarak Thomas Moore'un Utopya'sındaki gibi olduğunu düşünüyorum.
ABD "egemen güç" konumunu korumak için Çin'e mümkün olan her enstrüman ile saldıracaktır. Sincan, Tibet, Hong Kong, Tayvan vb. konularda Çin aleyhine pozisyon almak ayrıca Japonya, G. Kore, Hindistan, Avustralya gibi ülkelerin Çin ile arasındaki anlaşmazlıkları kaşıyıp Bölgede Çin'e karşı bir blok kurmak gibi politikaları zaten hali hazırda da yürütüyorlar.
Çin'in ise bu politikalara, yine çatışmadan kaçınarak, ABD'nin etkisinin daha zayıf olduğu bölgelerde (Afrika, Orta Asya, ?) kendi etkisini arttırmaya çalışarak cevap verdiğini biliyoruz.
Ben her iki ülkenin de kendi ellerini ve karşı tarafın ellerini (kağıtlarını) iyi okuduğunu ve oyunu kuralına göre oynadıklarını düşünüyorum. İki taraf da "rest" çekmeyecektir.
Başka bir husus; bence yakın gelecekte Çin-Rusya ilişkileri gerileyecektir. Hem Batı Bloğu hem de Çin, savaş yorgunu Rusya'dan muhakkak bir şeyler kopartmak isteyecektir. Rusya'da otoriter bir tek adam yönetimi de olduğu dikkate alınırsa, oyunun asıl süprizlere açık olan ve ilgi çekici kısmının o taraf olacağını düşünüyorum.
Ben Çin ile ABD arasında gerçek bir savaş çıkma olasılığını sıfır görüyorum. Ama tıpkı Ukrayna'da olduğu gibi, ABD'nin Tayvan'ı kışkırtıp aşırı şekilde destekleyerek Çin ile ''gizli'' bir çekişme yaratacağını ve Çin'i yormaya, huzursuz etmeye çalışacağını düşünüyorum. Ancak Tayvan ada olduğu için, Çin'in işi Rusya'ya göre çok daha kolay olacak kanısındayım.
Diğer taraftan, senin pazar yazılarını da zevkle okuyorum.
Yazmaya devam. :)