Bir zamanlar, birinci Cumhuriyet ikinci Cumhuriyet zevzeklikleri olurdu, bazıları da bunlara numaralı Cumhuriyetçi diyerek aynı düzeyde eleştiri getirirdi. Numaralı rejimler Fransızlara has bir alışkanlık. Tedrisatı Fransızca olan bir lisenin Türkiye’nin siyaset ve kültür hayatı üzerindeki etkisi mezun sayısının çok fevkinde olduğu için belki, Fransız söylemlerinin Türkiye’de alıcısı bol oluyor.
İlle numaralamak gerekiyorsa, benim naçiz görüşümce şu an dördüncü Cumhuriyetin uzatmaları oynanıyor. Ne kasdettiğimi açıklayacağım ama önce bu yazıyı yazma fikrinin aklıma nasıl düştüğünü anlatayım.
Doğum yılım öncesi, ancient history1 gibi gelir nedense. Mesela, Demokrat Parti iktidarını başlatan 14 Mayıs 1950 seçimleri, tarihten bir sayfadır. Okuyup kitabi bilgi edindiğim, ama insiyaki bir ilişki kuramadığım, maziden bir yaprak. Halbuki, ODTÜ’ye girdiğim senenin yirmi sene evveliydi sadece.
Şimdi bakıyorum yirmi sene öncesine. Sanki dün gibi. Mesela, Boğaziçi Üniversitesinde misafir öğretmen olarak geçirdiğim altı aydan bu yana on altı sene geçmiş ama anısı taptaze. Sağ olsun Günay Hoca’nın çabaları ile Üniversitenin bize tahsis ettiği Bebek Kapısı girişindeki tarihi Kayıkhane binasının üst katında altı ay krallar gibi yaşamıştık hanımla. Sabahları çay içerken manzaram şuydu:
Rektör (University of Queensland rektörü, Boğaziçi değil), tüm Emeritus Profesörleri bir öğle yemeğine davet etti geçen Salı. Gidince öğrendim, bu mut’admış; her sene olurmuş ama geçen sene pandemi dolayısı ile yapılmamış. Bazılarını yıllardır görmediğim meslektaşlarla, hem eski günler hem güncel üstüne konuşurken geldi aklıma: ne kadar objektif olduğumuzu sanarsak sanalım, herkes kendi hayat penceresinden bakıyor geçmişe de güncele de. Yaş ilerledikçe, pencereler genişliyor; verilen misaller daha geniş zaman dilimlerinden seçiliyor diye ümit ediyorum.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yarıdan fazlasına birinci elden bilinçli tanık olmuş bir yaştayım. Ellinci yıl kutlamaları sırasında üniversitede öğrenciydim. 12 Mart muhtırasından sonraki ilk seçimlerle denk düşmüştü. Ondan iki yıl önce, muhtıra gününü de iyi hatırlıyorum. Ankara Atatürk Lisesi son sınıftaydım. Sınıf arkadaşlarından biri2, kara tahtaya ‘Yaşasın Türk Ordusu’ diye yazmıştı da, sınıfa giren Edebiyat Hocamız burası mektep burada siyaset olmaz diye silmişti.
Yıllar çoğaldıkça azalıyor ama çok yaşayan çok görüyor. . Yaşarken birbirine benzemez gibi günleri, bu yaştan bakınca, kabaca dört dönemde toplayacağım şimdi:
1923 - 1950 : Cumhuriyet kuruluş yılları
1950 - 1960 : Korkuluksuz demokrasi3
1960 - 2001 : Kollama ve koruma altındaki demokrasi4
2001 - bugün : İslamcı demokrasi5
Son dönem sona ermek üzere mi? Bazı kamuoyu araştırmaları ve muhalif kanattan yapılan siyasi yorumlar gelecek seçimlerde kazanmaya muhalefetin daha yakın olduğuna işaret ediyor. Seçim sonuçlarını tahmin edemem. Bu dönem artık bitiyor diyorum çünkü, mevcut iktidarın yeni vaatler yapacak vizyonu kalmadı. Ayrıca, popülist akımlar için son tahlilde her zaman belirleyici olan ciddi bir halef sorunu var.
Bu dönemin kapanmak üzere olduğu tesbitime katılıyorsanız eğer, ana muhalefet liderince 'geliyor gelmekte olan' diye ilan edilen beşinci çağ üzerinde konuşmak gerekiyor. Henüz başlamamış olan bu konuşmayı uzmanların başlatmasını dilerdim. Türkiye'de dünya çapında üne sahip uzmanlar var. Ne yazık ki çoğu ne olur olmaz diye hiç konuşmuyor. Biraz daha cesur olanlara da sanki gündelik polemikler daha cazip geliyor ki, kendi sahalarında bizi aydınlatmak yerine polemik yapma ve siyaset sanatının profesyonellerine siyaset aklı öğretme kolaylığını tercih ediyorlar6.
Ben de nihayetinde bir makina mühendisi, emekli bir üniversite hocasıyım. Uzatmadan daha iyi anladığım konulara girmek istiyorum ama, önce içinde olduğumuz senelerin niçin Türkiye için bir eşik noktası olduğunu düşündüğümü yazayım.
Türkiye Cumhuriyetinin gelecek dönemi bence birincisine, yani Cumhuriyetin kuruluş yıllarını andıracak. Böyle düşünmemin sebepleri dünya ve bölge konjonktürü ve üretim güçleri bazındaki şu benzerlikler:
Yine 1920 lerde olduğu gibi, çok kutuplu bir dünya düzeni var. Böyle durumlarda, Türkiye gibi kendi bölgesinde ağırlığı olan güçlerin7 hareket serbestisi artar derler uluslararası siyaset bilimcileri. ABD nin küresel jandarma rolünden çekilmekte olması ve yerini dolduracak bir başka istekli ve yetkin küresel güç bulunmaması, kendi mahallelerinde güçlü olanları daha da güçlendirecek.
Yine 1920 lerde olduğu gibi, ama farklı nedenlerle, bu bölgedeki geleneksel rakip Rusya kendi sorunlarıyla boğuşuyor; Türkiye ile Rusya arasında yüz yıllardır süren yarışın bu etabında şu an Türkiye daha önde gözüküyor.
Yine 1920 lerde olduğu gibi, dünya ekonomisinin dört nala küreselleştiği bir dönem bitiyor, merkantilist stratejilere geri dönülen bir dönem başlıyor.
Yine 1920 lerde olduğu gibi, bir bilim ve teknoloji devriminin ortasındayız. O zamanki teknolojik devrim, elektrifikasyon, buhar santralları ve içten patlamalı motorlardı. Bir merkezde üretilen gücü ülkenin dört bir yanına götüren kablolar ve ihtiyaç mahallinde tekrar kol gücüne dönüştüren motorlar sayesinde, sınai devrimin ölçek tanımaksızın tüm iş kollarına yayılması makinalaşması başladı. İçten patlamalı motorların sürdüğü kamyonlar bu makinaların ürettiği metaları en ücra köşelere bile ulaştırmasını bildi. Bu icatlar sayesinde, on yirmi senede toplumlar tanınamaz kadar değişti. Bu günkü teknolojik devrim bir kaç koldan yürüyor: 3d-Baskı, Yapay Zeka (Artificial İntelligence, AI), iklim değişikliği sonucu enerji sektörünün yeniden yapılanması, şoförsüz arabalar. Bunların hiç biri henüz son noktalarına ulaşmadı ama gelecek 10-20 sene içinde çok büyük gelişmeler göreceğiz ve müşterek olarak etkilerini şimdiden tasavvur etmesi bile zor.
Yine 1920 lerde olduğu gibi, dünya bir pandemi döneminden çıkıyor.
Nihayet Türkiye’nin kendisi, yine 1920 lerde olduğu gibi, denenebilecek herşeyin denenmiş olmasından sonra yeni bir ufuk özlemi içinde. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, bu yeni ufuğu belirleyen düsturlar ümmet değil millet, hanedan değil cumhuriyet, şeriat değil batı hukuku idi. Bence AKP iktidarlarının Türkiye için en büyük kazanımı bu düsturların ne kadar yerinde olduğunu sadece elit kadroların değil tüm halkın benimsemesi oldu. O yüzden, temel düsturlar 1920 ye göre temelinde değişmiş değil ama bu sefer farklı bir şekilde yol alacağımızı sanıyorum.
Yukarıdaki noktaların bazıları ya da tümünde benden farklı düşünenler olacağına eminim. Ama umarım yeni ve bambaşka bir döneme girmekte olduğumuz kanaatime katılıyorsunuz. Ben, muhalif partilerin, bu yeni dönemde, AKP sonrası nasıl bir ülke nasıl bir ülke düşlediklerini çok merak ediyorum8.
Bildiğim konularda muhalefet parti görüşlerini öğrenmeye çalışacağım. Hukuk konusunda, ziraat konusunda, devletin üniter bütünlüğü ile etnik kimlikler arasındaki çelişki konusunda, uluslararası ilişkiler konusunda söylediklerini de merak ediyorum ama o konularda benim ahkam kesmem doğru olmaz. Sen ne biliyorsun diye soracak olursanız, pek fazla bilmem ancak şu sıralayacağım konularda yazılanları anlayıp irdeleyebileceğimi düşünüyorum:
Enerji
Su
Üniversiteler
İmalat sanayii
Cumhuriyet Halk Partisi ve İyi Parti web sitelerine bir göz attım. CHP sitesinde parti programını bile bulamadım9. İyi Parti sitesinden parti programı indirdim ama henüz okumadım. Gerek CHP gerek İyi Partinin yukarıdaki başlıklar altında yayınlanmış raporları varsa, ya da bu konuda beni yönlendirebileceğiniz başka daha iyi kaynaklar varsa lütfen yazın. Mesela, Parti resmi raporu olmayabilir ama Parti yöneticilerinin kişisel olarak yayınladıkları raporlar olabilir ki bunların o Parti iktidara geldiğinde yapacaklarına bir ışık tutacağını kabul edebiliriz. Ancak böyle raporlar nerdedir bilemiyorum. Yardımınıza ihtiyacım var.
Google ‘Antik Tarih’ diye çeviriyor Türkçe’ye
İnsafsız bir hastalıktan dolayı yirmi beş yıl sonra genç yaşta kaybedeceğimizi o gün bilmediğim sevgili Mehmet arkadaşım
Yüksek platformlarda ayağı kayıp düşme ihtimaline karşı korkuluk misali düşünün, Bağımsız mahkemeler, tarafsız bürokrasi, yerleşmiş ve herkesçe özümsenmiş hukuk ilkeleri, anayasa mahkemesi gibi kurumlar demokrasinin olmazsa olmaz korkuluklarıdır. İktidarın kaza yapmasını önler.
TSK İç Hizmet Kanununun 35. maddesi
Teşbihte hata olmaz. AKP’nin ilk çıkışı belki islamcı değildi belki ama, ikinci on senesinde, yani ‘ustalık’ döneminde, islamcı eğilimlerin ağır bastığı bir popülizme dönüştü gibi geliyor bana.
Bunun bir nedeni Dunning-Kruger effect denen şey olabilir. Uzmanlar konularında ileri geri konuşmaktan çekinir çünkü söyledikleri her şeyin tez ve anti tezini irdeleyecek bilgileri vardır. Az bildiğimiz konularda kulaktan dolma bilgilerle kesin yargılamalarda bulunmak he zaman daha kolaydır.
Viyana’dan Horasan’a, Odesa’dan Umman krallığına uzanan bu bölgede hemen hemen bin yıldır en etkili siyasi ve askeri güç Türkler olmuştur.
Şu anda bu konudaki plan ve görüşlerini en üst perdelerden dile getirmemelerini siyasi nedenlere yoranlara olabilir. Mevcut iktidar o kadar tel tel dökülürken, iktidarın becerisizlikleri dışında bir konuda münakaşa yaratmak istemiyorlar diye düşünülebilir. Ben öyle düşünmüyorum çünkü bu konular polemik yaratmadan teknik olarak tartışılıp belki iktidarın da katılabileceği ortak görüşler oluşturulabilinir.
Perşembe günü (1 Eylül) bir daha baktım CHP sitesine ve her linki tıkladım. Bu sefer buldum. Bence bir parti programının manşette olması lazım ama bu bir web sayfası yasarım sorunu. Herkes benim gibi düşünmeyebilir. Her ne ise, program burda: https://chp.azureedge.net/1d48b01630ef43d9b2edf45d55842cae.pdf . 1.2 MB lik küçük bir dosya. Niçin kendi parti serverlerine koymamışlar merak ettim. Bildikleri vardır.
Bence AKP donemi (2001 - Bugune) uc ayri bolume ayrilmali
1- 2001 - 2013 Sivil demokrasiye gecis calismalari
2- 2013 - 2017 Yonetimsel ve burokratik kaos/bunalim donemi
3- 2017 - Bugune Sahte demokrasi ve Islamci+Milliyetci istibdad donemi