Erdoğan ile Amerikan PBS1 haber programı için yapılan mülakatı dün izledim. Tercümanın ses kaydı altında, Erdoğan’ın sesi duyulmuyordu. Konuşmanın tüm transcipt kaydı PBS web sayfasında bulunabilir. Bazı Türk kanallarında çıkan Erdoğan’ı yeren ya da öven yorumların aksine, verilen cevaplar bana makul geldi.
Judy Woodruff’un, Türkiye'de yaklaşan seçimler sorusuna Erdoğan’ın cevabı, bu okuduğunuz yazıyı yazmaya itti beni.
Recep Tayyip Erdoğan (tercüman aracılığıyla):
Seçimlerle ilgili bir endişemiz yok. Yerimize kimse geçemez, çünkü alternatif yok.2
Cumhurbaşkanı’nın yüzü bu soruya gelince gülümser gibi oldu. Bu yüz ifadesine bakarak, Erdoğan’ın gelecek seçimleri kazanacağına inandığı kanaatine vardım ben.
![](https://substackcdn.com/image/fetch/w_1456,c_limit,f_auto,q_auto:good,fl_progressive:steep/https%3A%2F%2Fbucketeer-e05bbc84-baa3-437e-9518-adb32be77984.s3.amazonaws.com%2Fpublic%2Fimages%2F67ab5edb-1491-4d87-94bb-a2643d8cb350_900x511.jpeg)
Resmi rakamlarla yüzde 80 i bulan bir enflasyon ve artan yoksulluk dünyanın bir çok ülkesinde iktidar değişimine yol açardı. Türkiye’de ise, çeşitli şirketlere ait anket sonuçlarını bir araya toplayan aşağıdaki grafikte, AKP oyları düşmekle birlikte kitlesel kopuş gözlenmiyor.
![](https://substackcdn.com/image/fetch/w_1456,c_limit,f_auto,q_auto:good,fl_progressive:steep/https%3A%2F%2Fbucketeer-e05bbc84-baa3-437e-9518-adb32be77984.s3.amazonaws.com%2Fpublic%2Fimages%2Fd4be0d8b-4c53-4fb4-b636-59f6562ffbe6_1280x542.png)
Ak Parti serüvenine başka ülkelerdeki popülist iktidar deneyimleri ışık tutabilir. Çoğu ülkede, tüm sıkıntılara rağmen, karizmatik lider başta olduğu sürece popülist partiler iktidarda kalabildi: Arjantin’de Peron, Filipinler’de Marcos, Yunanistan’da baba Papandreau, Venezuella’da Chavez gibi3. Karizmatik lider hayatta iken seçimle iktidarı kaybeden popülist partiler de olmuş ama; Peru’da Fujimori, İtalya’da Berlusconi gibi hareketleri gibi.
Bu yazıda, dava arkadaşlığı konusuna dikkat çekmek istiyorum. Popülizm, ülke elitlerine ve onların başarısız siyasetlerine karşı bir söylem yaratarak ortaya çıkıyor. Bu söylemi başarı ile dile getiren karizmatik lider etrafında bir araya gelenler, bir süre sonra bu beraberlikten bir aidiyet hissi duymaya, popülist hareketin bir parçası olmaktan huzur duymaya başlıyorlar. Bu aidiyet duygusu iktidarın imkanlarını eline geçiren popülist iktidarın yandaşlarını kayırıcı önlemleri ile daha da pekiştiriliyor.
Bu durum sadece popülizme has değil, belli bir dava etrafında icabında fedakarlık yapmayı göze alarak bir araya gelen her kes için geçerli. Avustralya’ya ilk geldiğim yıllarda Frank Hardy’nin But The Dead Are Many (Çok Öldüler Ama) romanını okumuştum. Avustralya Komünist Partisi üyesi Frank Hardy (1997-1994), sadık ve fedakar Parti kadrolarının, Kruşçef’in kongre konuşması ve müteakip Macaristan müdahalesi sonrası travmalarını, hayat pusulasını yitiren insanların nasıl boşlukta kaldığını, yıkılan evlilikleri, hatta intiharları anlatıyordu. Hayatınız boyunca inandığınız, uğrunda ağır bedeller ödemeye hazır olduğunuz düşünce sistemlerinden kolay vaz geçilmiyor. Bu romanı okuduğumda, Perestroika henüz başlamamıştı. Perestroika sonrası Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra, Sovyet aydınlarının psikolojisi üzerine çok yazılıp çizildi. Sovyet-sonrası dönemin Sovyet insanları üzerindeki etkisini en iyi anlatanlardan biri bence Svetlana Alexievich’in Secondhand Time - The Last of the Soviets (Türkçeye İkinci El Zaman - Kızıl İnsanın Sonu olarak çevrilmiş) kitabı. Svetlana’nın 1991-2001 arası yaptığı 10, 2002-2012 arası 10 mülakat bazlı ama daha bir çok eski ‘Sovyet İnsanı’ ile yaptığı sohbetlerden oluşan bu kitap 2015 Nobel Edebiyat ödülünü aldı. Yazar hem yaşlılarla hem gençlerle konuşmuş. Eski rejime sahip çıkan bir tek genç yoktu, hepsi yeni düzende zengin olma hayallerini anlatıyordu. Mülakatlerde beni en fazla etkileyen şey, yaşlı insanların ifade ettikleri hüzün oldu. Bir nine, o günleri ‘herkes gri giymeye başladı, bütün renkler soldu’ diye anlatıyor. Bütün yaşlılar aynı hüznü farklı cümlelerle ifade ediyorlardı.
Giysi renkleri ile ilgili söylenenler bana Orhan Pamuk’un İstanbul kitabında Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü içselleştirmiş İstanbul halkının nasıl renkli giysilerden vazgeçip gri ve bejin değişik tonlarını giymeye başlamaları üzerine yazdıklarını hatırlattı. Anti-parantez, genç Türkiye devletinin Cumhuriyetçi nesil yetiştirmede SSCB ye göre çok daha başarılı olduğunu sanıyorum. 1950 de CHP seçimleri kaybedince, hiç bir Parti üyesi demek ki biz boşuna uğraşmışız diye umutsuz bunalımlara düşmedi üstelik kendilerini daha da bilediler (bu da ayrı problemler yarattı ama konumuz o değil)4.
Bu konuda daha çok yazılabilir. Özellikle Vamık Volkan’ın ‘Büyük Gruplar ve Aidiyet Duygusu’ üstüne yaptığı çalışmalar çok aydınlatıcı ve bu konularla ilgilenenlerin okuması gereken şeyler.
Konuyu daha da uzatmadan, burada şuna dikkat çekmek istiyorum: hayat boyu bir insana inanılmış ve/veya bir partinin destekçisi olunmuşsa, bu inançtan vazgeçmek çoğu insan için çok zordur. Göz görmez, kulak duymaz, gönlünüzün görüp duymak istemediğini.
Muhalefet partileri de bunun farkında sanıyorum. Kılıçdaroğlu’nun helallaşma kampanyası, akıl yürüterek mantıki önermeler yaparak değil gönüllerde uzlaşarak AK Parti taraftarları ile yakınlaşmayı amaçlıyor herhalde. Ben kutuplaşmayı azaltan her hamlenin Türkiye yararı na olacağına inanıyorum. Helalleşme kampanyası muhatapları, AKP cenahının kanaat önderi seviyesine çıktıkça etkisi daha da artacaktır.
Naif düşünüyorum belki ama, her siyasi kanattan insanların beraber tartışacağı platformlara ihtiyaç var sanıyorum. Bazen değişik görüşler bir araya geliyor hasbel kader ama bu fırsatı, birbirlerini gerçekten anlamaya çalışmak yerine birbirini mat etmeye çalışarak heba ediyorlar. Kimse kimseyi mat edemiyor zaten. Tribünlere oynamakla kalıyorlar. Halbuki mesela, Cüppeli Ahmet Hoca ve Abdüllatif Şener bir televizyon programında, günümüz Türkiye’sinde Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kuruma niye ihtiyaç duyulduğu ya da gerek olup olmadığını tartışsalar izlenmeye değer bir program olmaz mıydı? Yine öyle, diyelim üniversiteler konusunda, Ziya Selçuk ve Mustafa Ergen merkeziyetçi YÖK sistemi ile müstakil mütevelli heyetlerine dayanan adem-i merkeziyetçi sistemlerin getiri götürüsünü tartışabilse ilgi ile seyredilmez miydi?
Daldan dala konan bir yazı oldu ama umarım okurken sıkılmamışsınızdır.
PBS, Public Broadcasting Services. Çok popüler bir kanal değil. ABD’de halktan ziyade entellektüellerin izlediği bir kanal.
PBS web sayfasında verilmiş İngilizce metinden Türkçe’ye çevirdim. Erdoğan tam böyle söylememiş olabilir.
Venezuella’da karizmatik liderin ölümünden sonra rejim karakter değiştirip bir diktatörlük haline geldi; diğerlerinde başka partiler seçimi kazandı.
Ben, genel olarak, Yirminci yüzyıl başından bugüne, Rusya ve Türkiye'deki sosyal ve ekonomik gelişmelerin karşılaştırmalı bir analizi yapılmasının çok ilginç olacağına, ve bu karşılaştırmanın kazananının Türkiye olacağına inanıyorum ama bu da ayrı bir araştırma konusu.
Eline sağlık.
Güzel ve gerçekçi, teşekkürler. Çılbır'ı hala denemedim, yapınca görüşümü paylaşacağım.