1976 Mezunlar Toplantısı
Mezun olalı 48 sene oldu. Bu ay İzmit'te bir araya geldik. Yirmi beş yaşındayken, 70 yaşını tahayyül bile edemiyorduk. Şimdi geçtik gidiyoruz.
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
İstediğiniz Paylaş opsiyonu yoksa, doğrudan linki kopyalayıp dilediğiniz yere gönderin.
-+-+-+-+
Boncuk Oyunu1'nun baş kahramanı Joseph Knecht başlangıçta 34 yaşında idi. Game Masters onu "çok genç ama büyük yetenek sergileyen" biri olarak görmüşlerdi.
Kitabı okuduğumda yirmili yaşlarımın başındaydım ve 34 yaşındaki biri nasıl genç sayılır diye şaşırmıştım. O zamanlar benim için 34 orta yaş demekti. Ne de olsa Cahit Sıtkı okuyarak büyümüştük.
Bu önemsiz ayrıntı, geçen hafta sonu 1976 Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Makine Mühendisliği mezuniyet sınıfımızın toplantısında aklıma geldi. Bu toplantı sanırım ikinciydi. 2006'da bir tane daha vardı ama ben katılamamıştım.
Mezuniyetten bu yana neredeyse elli yıl geçti ve artık Hesse'nin Knecht'inin iki katı yaşındayız. Kimse bizi genç görmüyor artık. Öte yandan bir de şöyle düşünün. Yaklaşık yirmi yıl önce bu sevgili dostlarımdan biri bana, beden makinesi ne kadar eskiyip yaşlansa da, makinenin içindeki ruhun kendini hâlâ genç hissettiğini söylemişti. Bu konuyu böyle düşünmemiştim o ana kadar ama onu dinlediğimde benim de aynı şekilde hissettiğimi fark ettim. Zayıflayan kırılgan bir bedende kendini hala genç hissetmek bir lütuf mu yoksa bir lanet mi, emin değilim, .
Dylan Thomas, babasına, o güzel geceye nazik bir şekilde girme diyordu:
Do not go gentle into that good night,
Old age should burn and rave at close of day;
Rage, rage against the dying of the light.
(Dylan Thomas)
Usul usul gitme o güzel gecenin içine
Alev alev yanmalı ihtiyarlık, coşup saçmalamalı gün kapanırken;
Avaz avaz ışığın ölümüne bağır öfkeyle
(Tercüme : Halim Gürgenci )
Türk kültürü ve Doğu düşüncesinde insanlar kaderlerine nisbeten daha fazla rıza gösteriyor. Buna tevekkül (teslimiyet ve teslimiyet) diyoruz herhalde. Örneğin 20. yüzyılın ünlü Türk halk şairi Aşık Veysel, Dylan Thomas'ın "güzel gece" sini isyan edilecek bir şey değil hayatımız boyunca yürüdüğümüz bir hedef olarak görmüştü:
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
…
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece
(Aşık Veysel)
I am on a long and narrow road
I keep walking day and night
…
To reach the destination
I keep walking day and night
Yaşlandığınızda karşımıza çıkan iki temel seçim: (a) hedefe ulaşmak için uzun ve düz yolda yürümeye devam et; veya (b) usul usul gitme (bu ne demek oluyorsa?). İlk seçenek kolay ve daha fazla tanımlamaya ihtiyaç yok. İkinci seçenek soyut, belirsiz ve belki biraz korkutucu.
Konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum ama hayatınızın hangi aşamasında olursanız olun ara sıra bu konuyu düşünmenizi ve hangi kampta olduğunuza karar vermenizi öneririm; usul usul hedefe yürüyenlerden misiniz yoksa asi öfkeliler grubunda mısınız?
İstakoz- αστακός
MÖ 2. bin yılda, Doğu Akdeniz, güçlü ticari bağlantılara sahip, gelişen bir mikrokozmos idi. Bu dönemi, muhtemelen, küreselleşmenin ilk örneği olarak görmek mümkün (her ne kadar dünya üzerinde yalnızca bir bölge için geçerli olsa da). Bu muhteşem dönem ikinci bin yılın sonunda sona erdi. Ondan sonra, yirmi otuz sene içinde eski krallıklar domino taşları gibi yıkıldı ve ne Truvalılar, ne Hititler, ne Minoslular, ne Mikenliler ve ne Babilliler kaldı ortada (Cline, MÖ 1177, Medeniyetin Çöktüğü Yıl). Batı'da Yunanistan ve Doğu'da bugünkü İran'da, ortaya çıkan yeni güçler oluşan boşluğu doldurmaya çalıştı.
Sınıf toplantımızı yaptığımız sahile, Hititler tarih olduktan sonra, M.Ö. 8. yüzyılda Yunanistan'dan gelen Megaralılar sahip çıkmış ve kendi kolonilerini kurmuşlar. Kurdukları şehre, eski Yunanca'da büyük deniz böceği, yani ıstakoz anlamına gelen Astacus veya αστακός adını vermişler diye yazıyor tarih. O zamanlar burası ıstakozlarla dolup taşıyor olmalı, bugün hiç bir yerde ıstakoz bahsini görmedik.
Başiskele
Kentin şimdiki adı Başiskele. Sınıf buluşmamız Başiskele Wellborn Luxury Hotel'de gerçekleşti. İstanbul ve İzmit'e yakın olmasına rağmen bir sahil köyü hissi veren körfez boyunca uzanan güzel bir yer.
Seyahat
Türkiye'de arabamız yok. Normal yalın kiralık araç düşündük ama İstanbul trafiğinde araç kullanmak istemedik. Neyse ki uygun fiyatlı şoförlü kiralık arabalar var. Seçenek çok. Biraz araştırdıktan sonra +90 542 710 98 12 numaralı telefondan 'İstanbul Hava Limanı Transfer' adında WhatsApp hesabı olan bu firmayı seçtik. Hizmetten memnun kaldık ve bundan sonra da, mesela havaalanına giderken, onları çağıracağız. Türkiye dışındaki okurlar için bu gereksiz bir lüks gibi gelebilir ama İstanbul’da taksi bulmanın ne kadar zor olduğunu bilenler beni anlayacaktır. Bu seçtiğimiz servis, Meliz'le beni Beşiktaş'tan Wellborn Luxury Hotel, İzmit'e, götürmeye 6000 TL (300 A$) ücret aldı. Araç 2021 model bir Mercedes Maybach'tı. İşte o aracın içinde giderken:
Otel ve civarı
Odayı Brisbane'deyken ayırttım ve ödemeyi peşin yaptım. Meliz ve benim için kahvaltı (ki oldukça görkemliydi) dahil üç gecelik konaklamanın bedeli toplam 11.000 TL (550 A$) idi. Dünyanın her yanında otel odaları birbirine benziyor. Bu oda da öyle idi. Gerekli olan ve bekleyeceğiniz her şey var, fazlası yok. Biz memnun kaldık.
Bavulları açtıktan sonra, sahil boyunca yürüyüşe çıktık. Güzel bir yerdi, aşağıdaki videoda göründüğü gibi:
Ben de burada Başiskele yazısı önünde:
Bu aşağıdaki fotoğraf belki gereksiz yukarıdakilerden sonra ama yakışıklı çıkmışım diye (ya da öyle sandığım için) burada:
Araba yolculuğu ve sahil yürüyüşünden sonra acıktık. Klida Café diye sahile bakan güzel sevimli bir yerde yemek yedik. Yediklerimizi sevdik:
Döndüğümüzde, otelin bahçesinde Avustralya’dan gelmiş şu vatandaşımızı gördük. Şaşırdık ve hoşlandık:
Gece
Sınıf toplantısına katılım oldukça yüksekti ve otelin en üst katındaki restoranın tamamı bize aitti. Prensip olarak, başkalarının mahremiyeti dolayısıyla ve başka çeşitli nedenlerden dolayı bu blogda yalnızca kendi fotoğraflarımı yayınlıyorum. O yüzden toplantının neye benzediğini siz hayal edeceksiniz. Dört veya beş uzun masanın etrafında oturup şakalaşan konuşan ve kesinlikle yaşlarına uygun hareket etmeyip saçmalayan yaşları 70 üstü kadınlı erkekli bir gençler topluluğu düşleyin. Bu bizim yeniden birleşme toplantımızın görüntüsüydü.
Sınıf toplantısı doğum günüme denk geldi. İçimden dileğimi tuttum ve pastamın mumunu üfledim:
Canlı müzik vardı ve bol bol dans ettik. Tekrar olacak ama, başkalarının mahremiyeti konusunda paranoyak biriyim ve o yüzden resim ve video paylaşmıyorum. O yüzden resimden başkalarını sildim, sanki kendi kendime dans ediyorum:
Ertesi Gün
Ertesi gün (Pazar) arkadaşlarımız Seçkin ve Adalet'in konuğuyduk. Saat 10.00'da bizi otelimiz Wellborn Luxury Hotel'den iki otobüs aldı. Transit geçerken fark edilmiyor ama bu bölge aslında dağları ve ormanlarıyla oldukça engebeli bir yer. Otobüsler bizi önce Maşukiye’ye götürdü. En fazla ilgimi çeken yer, aşağıda çelik konstrüksiyon tedarikçisinden temin edilmiş görselini gördüğünüz Kartepe Cam Teras oldu:
Bu video da insanlar o cam balkonun üstündeyken:
Maşukiye'den sonra Sapanca Gölü'nü gezdik, göl kıyısında yürüyüş yaptık, çay içtik ve ardından tekrar otobüslere atlayıp Seçkin'in fabrikasına gittik. Seçkin, bir binanın yarısını geçici bir restorana çeviren bir catering şirketi tutmuş bizi ağırlamak için. Yayıldığımız yerin büyüklüğünü göstermek için işte boş yarıdayım:
Öteki etrafta döner kebap servisinin yanındayım:
Bol bol güzel şarap içtik, bol bol güzel yemek yedik, birçoğunu 1976'dan beri görmediğim arkadaşlarla bol bol keyifli vakit geçirdik. Yüksek tavanlı ve beton duvarlı fabrika binasında akustik çok güzeldi. O ekolu akustikte hepimiz kendimizi sarkıcı sandık, türküler şarkılar söyledik. Sonra bizi otele geri götürmek için otobüsler geldi.
Ertesi gün Meliz ve ben, bizi Başiskele'ye getiren arabayla Beşiktaş'a döndük.
Makine 1976 üniversite mezunları buluşma toplantım işte böyleydi.
Herman Hesse, The Glass Bead Game