Küresel karides
Küreselleşmenin en kötü kaybedenleri devlet tecrübesi kısıtlı milletlerin fakir halkları oldu
Türkiye’de iken karides ile tanışmamıştım. Amerika’da yedim ilk kez ‘shrimp’ adı ile. Avustralya’da aynı hayvana ‘prawn’ demeye başladık. Çok sonraları İstanbul’da karides güveç yedim ve Amerikanca’da ‘shrimp’, Avustralyaca’da ‘prawn’ denen şeye Türkçe’de karides dendiğini öğrendim. Karidesle geç tanışmamı, İç Anadolu’da doğup büyümeme yormuştum. Geçen hafta Benjamin Lorr’un ‘The Secret Life of Groceries’ (Bakkaliyenin Gizli Hayatları) kitabını okurken, o zamanlar sadece Eskişehir değil ABD’de de karidesin nadide bir yiyecek olduğunu öğrendim.
ABD’de karides, 1980’lerin başında çok pahalı imiş ve ancak zengin evlerinde ve elit kulüplerde yenirmiş. Ondan bu yana, aquaculture (su kültürü) yani çiftlik teknolojisi sayesinde yüzde 3000 artan üretim ile düşen fiyatlar sayesinde karides harcıalem hale gelmiş. İlk başlarda bu üretim artışı ABD ve Meksika’daki çiftliklerde olmuş. Ama çoğalan karides çiftliklerine yem için balık yakalanması (bir kilo karides için iki kilo balık), karidesler semirdikçe havuzdan havuzdan aktarılmaları, temizlenmeleri, kabuklarının soyup paketlenmeleri ve bütün bunları yaparken karidesin satış fiyatının uygun düzeyde tutulması, ABD iş gücü fiyatları, iş sağlığı ve çevre koruma kuralları çerçevesinde sürdürülebilir bir ekonomik faaliyet olarak mümkün olmamış.
İşte karides tarımı ile globalizm yani küresellik arasındaki bağlantı burada. Küresellik, ülkelerin en rekabetçi oldukları dallara odaklanıp rekabet gücüne sahip olmadıkları üretim dalları başkalarına bırakmaları olarak tanımlanıyor. Karides tarımında rekabet, balığı bol olan denizler, çevre temizliği konusunda pek duyarlı olmayan bir kamuoyu, ve ucuz iş gücü gerektiriyor. Bunların üçüne de sahip olan Thailand yirmi sene içinde, toplam küresel arzın yüzde 10'unu ABD pazarının yüzde 50'sini sağlayan bir karides çiftlikleri ülkesi haline geldi. Benjamin Lorr’un kitabında okuduklarıma göre bunun bedeli Thailand halkı (ve komşu ülke halkları) ve çevre için ağır oldu.
Çevre kirlenmesi
ABD gıda sanayii karides üretmelerini teklif edince, fakir Thailand pirinç üreticileri bir anda kırk haraminin define mağarasına sokulmuş Ali Baba gibi hissettiler kendilerini. ‘Ayaklarına kadar gelmiş nimet’ olarak gördükleri teklifi kaçırmamak için balıklama daldılar karides üreticiliğine. Pirinç tarlaları havuzlara çevrildi, mangrove denen sahil büyüyen bitki örtüsü yerle bir edildi, eski mümbit arazilere tuzlu suyun taşmasına izin vermek için kanallar açıldı. İlk başlarda, alan da memnundu, satan da. Thailand köylüsü için bu yeni karides, pirinç çiftçiliğinden dört kat daha kârlıydı.
Peri masalının kabusa dönüşmesi uzun zaman almadı. Hastalık başladı mesela. Kapalı havuzlarda tıkış tıkışa kendi dışkısı içinde yetişen karidesleri sıhhatli tutmak kolay değildi. Hastalık vuran bir gölette, birkaç yüz bin sağlıklı karides , ertesi gün bir kaç yüz bin karides leşine dönüştüğünde, tüm yatırım havaya uçuyor, geriye çevreye hastalık ve ölüm yayan bir bataklık kalıyordu.
Bunlar ve daha kötüleri oldu. Eski tarlalar, artık pirinç üretimine geri dönüşü mümkün olmayan zehir çukurlarına dönüştü. Devlet nizamının, kamuoyu baskısının güçlü olmadığı ülkelerde bu yıkımın bedelini kimse sormayacağı için, karides üreticileri, mekan değiştirerek üretime devam ettiler. Bedeli çevre ve toplumun diğer bireyleri ödedi. Uluslararası Balık Unu ve Balık Yağı Örgütü'nün eski başkanı Jonathan Shepherd, bu tahribatın toplam bedelini 20 milyar dolar olarak hesaplamış. Bu yüzden, diyor Shepherd, karides üreticiliği hiç bir sigorta şirketinin sigorta etmeye cesaret edemiyeceği kadar riskli bir sektöre dönüştü. Karides çiftçileri ise arkalarında yıkım bırakarak sürekli bakir bölge peşinde koşan, hastalık vurmadan ne kadar para kazanırız diye halkın sağlığı pahasına kumar oynayan gangsterler gibi yollarına devam ettiler. ABD’de ya da herhangi gelişmiş bir ülkede böyle bir faaliyette bulunmasına izin verilmeyeceği için tedarik zincirleri Thailand, Endonezya, Vietnam, Hindistan gibi ülkelere kaydı (Lorr, s.229).
İş gücünün köleleştirilmesi
Fakir ülke insanları için yeni iş kolları açıldı en azından diyerek çevreye verilen ziyanı mazur görelim mi? Maalesef.
Lorr, karides tarımında yoğun emek girdisi gerektiren iki aşamaya değiniyor:
Karideslere yem üretimi için balık avlanması
Karideslerin temizlenip paketlenmesi
Bir kilo karides için iki kilo balık tüketildiğini yazmıştım. Trollama sonucu kıyılarda balık kalmamış. Açıkta avlanan gemilerin yüklerini sahile getirip tekrar açılmaları zaman alacağı için, bu balıkçı gemileri avladıkları balıkları peyderpey daha küçük gemilerle sahile yem fabrikalarına gönderip kendileri haftalarca denizde kalıyor. Gemideki yaşam şartları o kadar kötü imiş ki Thailand vatandaşlarının en fakir olanları bile bu şartlarda çalışmaya yanaşmıyormuş. Bu yüzden, bu gemilerde tayfalık yapanların çoğu, köylerinden kaçırılıp köle olarak gemi kaptanlarına satılan Burmalı fakir köylüler. Hiç bir hak ve güvence olmadan ölüm tehdidi altında bu işi senelerce yapıyorlar. Hasta olurlarsa, tedavi görmek yerine öldürülüp denize atılıyorlar. Lorr, kitabında bu durumu deliller ve tanıklarlarla birlikte çok detaylı anlatmış. Aksi halde, 21. yüzyılda böyle bir şeyin olabileceğine inanmak zor. O kadar korkunç.
Balık yemi böyle imal edilirken, onları yiyip büyüyen karideslerin hasatı, temizlenip paketlenmesi lazım. Burada da işçiler zor şartlarda çalıştırılıyorlar ama en azından kendi rızaları ile. Lorr gezmiş görmüş imalathaneleri ve anlatıyor: ‘(Suşi için karides paketleyen bir üretim hattında) yüzlerce kadın arasından bir kadına odaklandım, onu izliyorum. Her iki veya üç saniyede bir karides temizleyip dilimliyor, yenisini alıyor. Karmaşık bir gıda imal zincirininin bir halkası tek bir dişlisi olarak durmadan usanmadan başı önde çalışmaya devam ediyor.’
Bu şartları ABD’de uygulamak mümkün olmadığı için karides tarımı güney doğu Asya’ya kaymış. Sadece karides değil. Kahve, çukulata gibi gıda maddeleri, tungsten gibi çatışma bölgelerinde çıkarılan bazı mineraller için de durum çok farklı değilmiş Lorr’a göre. Yapılan tahminlere göre köle gibi çalıştırılan insan sayısı 35 milyonmuş ve bu kölelerin omuzları üzerinde yükselen sektörlerdeki üretim 150 milyar doları buluyormuş her sene. 19. yüzyılda ABD’ye Afrika’dan bedava işçi taşıyan köle tüccarları bu kadar kar yapmıyordu.
Türkiye ve Avustralya’da
Yazının ana fikri o değil ama, karides demişken Türkiye ve Avustralya’daki durumu araştırayım dedim.
Türkiye
DPT 1976 yayını Deniz Ürünleri başlıklı bir rapor karides çiftlikleri kurulsa iyi olur demiş bunu daha fazla detaylandırmamış. Rapor hemen hemen tamamen balıkçılık üzerine.
Prof.Dr. Atilla Alpbaz, Türkiye ve dünyada karidesçilik üzerine ayrıntılı olarak yazmış.
Prof. Alpbaz, Colombo isimli biri tarafından İstanbul Boğazındaki karidesler üzerine yapılmış 1885 tarihli bir araştırmadan bahsetmiş.
Selda Başçınar imzalı 2004 yılında yayınlanan bir SUMAE bülteni rakamlarına göre, Türkiye toplam karides üretimi yaklaşık 4000 ton olup bunun yarısı ihraç edilerek 2004 yılında ülkeye 10 milyon dolar civarında döviz getirmiş. Kilosu yaklaşık 5 Amerikan doları oluyor ($10e6/4000000 kg=$5/kg).
Dünya gazetesinde geçen sene çıkan bir haber, Türkiye’de ilk kez üretilen jumbo karidese AB onayından bahsediyor. Bu haberden öğrendiğime göre, günümüzde Türkiye’nin yıllık dondurulmuş karides ithalatı 7 milyon dolar civarında imiş. Son yıllarda yerli üretime yönelik ilginin artmasının ana nedeni ithal ikamesi gibi gözüküyor.
Avustralya
25 yıl önce, CSIRO, karideslerin havuz içinde hareket hızlarını otomatik ölçme amaçlı bir proje başlatmıştı. Bir sonuç çıkmadı ama, demek istediğim, daha o zamanlar Avustralya’da karides çiftlikleri vardı.
Deniz karidesi de yaygın. 2017 yılı rakamlarına göre, Avustralyalı karides balıkçıları, her sene yaklaşık 300 milyon dolar değerinde 20 bin ton karides yakalıyormuş. Bunun aşağı yukarı üçte ikisi içeride tüketilmiş, gerisi ihraç. Verilen rakamlardan ortalama ürün değerini kilosu 15 Avustralya doları (10 Amerikan doları) olarak hesapladım. Çiftlik karidesi denizden gelenin dörtte biri kadar ama bu rakamın artması bekleniyormuş:
Biraz önce süpermarkete gitmiştim. Karides vitrininin resmini çektim, süpermarket fiyatlarını göstermek için:
Soldaki kasede, Vietnam kökenli soyulmuş temizlenmiş karidesler kilosu 28 dolara satılıyor, temizlenmemiş Avustralya çiftlik karidesi sağda kilosu 30 dolara. Kabuk firesi aşağı yukarı yarı yarıya olduğu için, Avustralya karidesi iki kat daha pahalı. Yine de, ben karides aldığımda, deniz ya da çiftlik ayırmam ama Avustralya karidesini tercih ediyorum. Hem çevre korunması hem de ürün kalitesi açısından daha güvendiğim için. Neyse yazının ana fikrine geçelim şimdi çünkü aksi halde bu yazı bitmeyecek.
Yazının Ana Fikri
Karides’ten yola çıkarak başka bir şeye dikkat çekmek istedim bu yazıda. ABD ve diğer zengin ülkelerde birbiri ile rekabet eden süpermarketler ve gıda sanayii şirketleri var. Bunlar sürekli müşterilerine en ucuz ürünü sunup karlarını arttırmaya çalışıyorlar. İmalat masraflarını düşürmenin en kolay yolu, çevre kirlenmesine aldırış etmemek ve ucuz işçi çalıştırmak. Bunları kendi ülkelerinde yapamadıkları için fakir ülkelere gidiyorlar. Kendi başına bu kötü bir şey değil. Fakir ülkelerin fakir kalmalarının nedenlerinden biri sermaye ve know-how eksikliği. Dış sermayeyi denetleyecek kamuoyu baskısı ve devlet nizamı varsa, bundan iki taraf da kazançlı çıkabiliyor. Mesela Çin, mesela 1970 lerin Güney Kore’si.
Bunun tersi olduğunda, azgın bir kapitalist saldırı karşısında kendi devletinin savunmasız bıraktığı fakir ülke halkları telef oluyorlar. Devlet nizamı, yani İngilizce’de governance denen şey çok mühim.
Türkiye’de son senelerde devlet nizamı çok yıprandı. Güney Doğu Asya Karides tarımını emsal vererek bunun ne kadar tehlikeli olabileceğine dikkat çekmek istedim.
Kısa kısa
Flutter maceramı kaydedeceğim ikinci bir sayfa başlattım.
İlgileniyorsanız, ayrıca abone olmanız gerekecek. Herkese otomatikman kopyalamayayım dedim - ama beceremedim.Günün şarkısı: Road to Nowhere, Talking Heads topluluğunun 1985 de çıkardığı Little Creatures albümünden. Türkiye’den haber bültenlerini dinlerken aklıma geldi.
Günün kitabı bu yazıya konu olan kitap: The Secret Life of Groceries,
Benjamin Lorr.
Çok ilginç bilgiler. Eline sağlık.