Hayalet şehirin hüznü
Ölüdeniz yakını Kayaköy diye bir harabe şehir var. Gezerken hüzünlendim. Antik harabe değil, yüz yıl önce terkedilmiş. Terk de değil kovulma aslında. Ne nasıl oldu da böyle oldu diye yazdım.
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
Abonelik bedava. Reklam falan da yok burada. Yani bana para getirmeyecek ama abone olarak şevkimi arttıracaksınız. Manevi desteğinizi esirgemeyin.
İstediğiniz Paylaş opsiyonu yoksa, doğrudan linki kopyalayıp dilediğiniz yere gönderin.
-+-+-+-+
Kayaköy-Ölüdeniz arası kuş uçuşu 4 km, arabayla 9.2 km.
1923 yılında buranın nüfusu 6 binin üstündeymiş. Şimdi bir harabe şehir:
Şimdi müze olan Kayaköy’ün, 2017 yılında, 31342 ziyaretçisi olmuş (Kutukız, 2019).
Yakın geçmişte aileler yaşardı bu evlerde
Aşağıdaki fotoğraftaki gibi, inşaat ve kullanım ayrıntılarını tesbit kolay çoğu binada.
Yukarıda baktığım ev, zamanında iki katlıymış. Alt kat ağıl, koyun, keçi, eşek falan evin hayvanları burada yatıyor. Ağılın üstüne tahta bir tavan çekmişler, ikinci kat onun üzerinde. Karşımdaki duvardaki deliklere oturan boydan boya kirişler destekliyor ikinci katı. Köşede yemek pişirilen ocak ve bacasını görüyorsunuz.
İlk gördüğümde, duvarlar bayağı sağlam kalmış diye düşündüm. Sonra aklıma geldi bu binaların öyle eski olmadığı. Bundan sadece yüz yıl önce o ocakta akşam yemeği pişiren bir kadın vardı mutlaka; çocuklar oynuyor, erkekler de belki aşağıdaki hayvanlarla ilgileniyordu. İstanbul'da Kayaköy harabelerinden daha eski olup hala aktif kullanımda birçok yapı var. Bizim İstanbul'daki evimiz bile, neredeyse Kayaköy tahliyesi kadar eski, 1932 yılında inşa edilmiş.
Kayaköylüler binlerce yıldır yaşamışlardı bu kentte. Hangi sosyal felaket onları atalarının evlerini terk etmeye zorladı? Bu soruyu cevaplamak için o zamanki tarihsel gündemden bahsetmem gerekiyor biraz.
Büyük Felaket
Kırım Tatarı atalarım, Ruslardan kaçıp Besarabya'ya taşınmışlar. Orada da uzun süre kalamıyorlar. 1912 sonrasında, Tatarlar için zor bir yer haline gelince Besarabya, büyük büyükbabam ön ayak olmuş, bir tekne tutup İstanbul’a geçip padişahtan Anadolu’da bir yer diliyorlar. Padişah da onları Eskişehir'e yerleştiriyor. 1955 yılında benim doğduğum yer.
Biz şanslıymışız. Her aile bu kadar şanslı değildi. 1910 ile 1922 yılları arasında on iki yıl süren aralıksız çatışmalar sırasında Balkanlar'da ve Anadolu'da milyonlarca insan öldü. Köyler külliyen yakıldı yıkıldı, tüm topluluklar katledildi ya da yerlerinden edildi. Yakın Doğu, Moğol istilasından beri bu düzeyde bir yıkım görmemişti diyor bir araştırmacı.
Bu çatışmalardan nispeten uzak kalan Kayaköy'ün Hıristiyan sakinleri ile çevre kasabalardaki Müslümanlar, eskisi gibi birlikte yaşamaya devam ediyorlar. Kayaköy'lüler M.Ö. 3000 yılından beri yaşadıkları kentlerine bağlılar. Bölge 1391 de Osmanlı yönetimine geçiyor ama, Osmanlılar Kayaköy ile çevre köyler arasındaki ilişkiyi bozmuyor. Osmanlı kayıtlarında Elviz olarak anılan Kayaköy, müslüman Mağri (bugünkü Fethiye) nüfusu içinde bir Hıristiyan zanaatkar köyü olarak devam ediyor beş yüzyıl.
Kendi başına bırakılırsa bu birliktelik muhtemelen 1923'ten sonra da devam ederdi sanıyorum. Elimde delil yok ama Kayaköylüler ayrılma ihtiyacı hissetselerdi muhtemelen bunu 1923 öncesi yaparlardı diye düşünüyorum. Lozan Antlaşması'nın Yunanistan ile Türkiye arasında azınlıkların zorunlu değişimi hükümleri zorlamıştı onları ayrılmaya.
Büyük Mübadele
Birinci Dünya Savaşı sonrası, mağlup uluslara çok sert anlaşmalar dayatıldı. Versailles Antlaşması Almanya'yı, Sevr Antlaşması ise Osmanlı İmparatorluğu'nu hedef alıyordu. Almanların Versailles şartlarına karşı ayaklanması 15 yıl sürdü. Bunun tersine, Türkler hemen silaha sarılarak Sevr Antlaşması'nın bazı bölümlerini tersine çevirmeyi başardılar ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları böyle belirlendi. Türkiye için Birinci Dünya Savaşı, Sevres ile değil, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile sona erdi.
Lozan, bir çok şeyin yanı sıra, Yunanistan ve Türkiye'deki azınlıklar sorununu da ele aldı. Bilgim çoğunlukla şu kitaba dayanıyor: Kemal Arı'nın Büyük Mübadele (Arı, 2021). 1910 ile 1922 yılları arasında yerlerinden yurtlarından edilen insan sürülerinin kaderleri konusunda hemen herkes endişeliydi o zamanlar. Milletler Cemiyeti 1921'de Norveçli bilim adamı ve kaşif Fridtjof Nansen'i, Mülteciler Yüksek Komiseri olarak atadı. Nansen, 1922'de Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. Görev alanının bir kısmı Yunanistan ve Türkiye'deki yerinden edilmiş insanları içeriyordu. Türk ve Yunan hükümetleriyle görüştükten sonra Yunanistan'daki Müslümanlar ile İstanbul hariç tüm Türkiye Ortodoks Hristiyanlarının gönüllü mübadelesini önerdi. Hem Yunan hem de Türk hükümetleri prensipte mutabıktı ancak Türkler, İstanbul Rumlarını anlaşmaya dahil etmek istedi ve ayrıca Batı Trakya'daki Müslümanların o bölgede azınlık olmadıkları için hariç tutulmasını savundular.
Nansen'in insanların taşınmaya zorlanmaması yönündeki tavsiyesinin Lozan'da nasıl ve neden göz ardı edildiğini bilmiyorum. (Arı, 2021), Lord Curzon’un zorunlu takas ısrarcısı olduğunu yazmış. Gecikme olmasın ve karşılıklı muhacirleri birbirlerinin mülklerine yerleştirerek maddi destek yaratalım diyor Curzon. Toplam 1,6 milyon insanın vatanını değiştirdi (1,2 milyon Anadolu Rum Ortodoks’u Yunanistan’a, 400 bin Batı Trakya Türkü ise Türkiye’ye göç etti). Ne kadarının silah zoruyla göç etmek zorunda kaldığını bilmiyorum.
Geçen yüzyıl paradigmalarına göre bile zorla takas kavramını rahatsız edici buluyorum. Bugünün hassasiyetleriyle bakınca tamamen iğrenç. Dünya tarihinde barışın koşulu olarak her iki taraftan sıradan vatandaşların zorla sınır dışı edildiği başka bir örnek bilmiyorum.
Eğer değişim Nansen'in önerdiği gibi gönüllü olsaydı Kayaköylüler kalmayı tercih edebilirdi. Boşalan binaların işgal edilmemesinin nedenlerinden birinin de çevre kasaba halkının beş yüz yıldır kendileriyle birlikte yaşayan komşularına üzülmesi olduğunu düşünmek isterim. Bu hazin hikayeyi, Yamak'tan (2023) bu pasajla sonlandırıyorum:
Çatılar göçer, duvarlar çökerken, badanalar boyalar her geçen kış biraz daha eridikçe, Kayaköy, acı hikâyesini anlatmaya devam ediyor. Kayaçukuru köylerinde yaşayanlar da bu hikayenin bir parçası. Bölgede göç nedeniyle topraklar ıssızlaşmış, üretim şekli değişmiş, insanlar eskiye oranla yoksullaşmışlar. Geçmişte önemli gelir kaynağı olan bağcılık ve tütüncülük yerini bahçeciliğe bırakmış.
…
Zorunlu göç, gelip gidenlerin hayatlarıyla birlikte mekanı ve kültürü de aşındırdı. Tüm bu olaylar nedeniyle işte, Kayaköy, dünya üzerinde aralıksız devam eden savaş yıllarının, öncesi ve sonrasının kültürel ve mekânsal hafızasıdır.
Kaynaklar
Arı, K. (2021). Büyük Mübadele. İş Bankası Kültür Yayınları.
Bardakçı, M. (2008). Talat Paşa'nın Evrak-ı Metrukesi. Everest Yayınları. ISBN 978-975-289-560-7
Kutukız, D., & Çaprak, A. U. D. (2019). Fethiye Destinasyonuna Gelen Turistlerin Kültürel Miras Destinasyonuna yönelik algılarının belirlenmesi: Kayaköy Örneği. The Journal of Academic Social Science, 60(60), 41-58.
McCharty, J. (2002) Population History of the Middle East and the Balkans, The ISIS Press, Istanbul.
Yamak, G. and Biçer, Ü. (2023). A “Solitary” Narrative in Context of Cultural and Spatial Identity: Kayaköy. Urban Academy, 16(1)ö 88-105.
Kısa Kısa
-+-+-+-+
Prostat Kanseri teşhisinde akıllı Nanoprobe
Medical Design Briefs, 14 Haziran 2024
Mevcut görüntüleme teknolojisini kullanarak prostat bezleri gibi normal dokuların derinliklerine gömülü kanser hücrelerini tespit etmek çok zor. Prostat spesifik antijenleri (PSA) ölçen kan testleri aracı ile bir miktar teşhis gücümüz oluyor ama bu tekniğin de belli zafiyetleri var.
Johns Hopkins Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, prostat tümörlerine sızma yapıp vücut dışından kaydedilebilecek bir sinyal gönderen akıllı nanoprob geliştirdi diyor haberde. Heyecanlandıran bir teknoloji. Prob (nanoSABER adı konmuş) aşağıdaki şekilde açıklandığı gibi çalışıyor:
Prostattaki agresif kanserli hücreler legumain denilen bir enzim salgılarmış. NanoSABER, girdiği hücrede bu enzimi görürse, otomatikman dönüşüp Raman spektroskopisi tarafından dışarıdan gözlenebilen bir sinyal üretiyor. Laboratuvar deneylerinde, bu sinyalin dozunun, kanser hücrelerinin ürettiği legumain miktarına karşılık geldiği gözlenmiş. İçinde legumain olmayan hücrelerde nanoprob aktive olmamış. Yani, en azından laboratuvar deneylerinde, nanoSABER sistemi tam tasarlandığı gibi bir performans sergiledi deniyor haberde.
Henüz erken ama bu teknik ucuz bir şekilde uygulamaya sokulabilirse, prostat kanseri teşhisinde her yıl kullanılabilecek standart bir test aracı haline gelebilir.
-+-+-+-+
Hidrojen Ekonomisi için Yüksek Sıcaklığa Dayanıklı Malzeme Gerekiyor
Power, 11 Haziran 2024, Haleigh Heil (NETL)
Hidrojen ekonomisi deyince, hem enerji taşıyıcısı hem de elektrik üretim yakıtı olarak hidrojen kullanılan bir düzeni kasdediyoruz. Dünya şu anda bu yeni enerji paradigmasının uygulanabilirliğini araştırıyor. Fosil yakıtlara dayanan mevcut enerji paradigması birbiri içine geçmiş bir çok parçadan oluşan çok karmaşık bir sistem. Paradigmayı değiştirmek için, bu parçaların her birinin yeni versiyonlarının bulunması gerekiyor. Yüksek sıcaklığa dayanıklı malzemeler bunlardan biri. Bu sıcaklık limiti, farklı yakıtlar için farklı olan adyabatik alev sıcaklığı olarak ifade edilir.
Hidrojenin adyabatik alev sıcaklığı, doğal gazınkinden yaklaşık 250 C daha yüksektir. Bu, hidrojen yakma cihazlarında, geleneksel süper alaşımlar kullanılırsa sıcak noktalar oluşup malzemenin eriyebileceği anlamına gelir. Bu tehlikeye karşı seramik matrisli kompozitler (CMC'ler) önerilmekte ama bunların da kendi sorunları var. Örneğin su buharı vurduğunda paslanıp çözülüyorlar. Yanınca su buharı üreten hidrojen için hiç uygun değil yani. Potansiyel bir çözüm olarak, bu kompozitleri silikon bazlı bariyer fimlerle (EBC) kaplama fikri var.
Ne yazık ki, teknoloji çok yavaş ilerliyor. Bunun bir sebebi, henüz pazar oluşmadığı için firmaların ArGe yatırımından kaçınması. NETL tarafından gönderilen bu makale durumu şöyle özetlemiş: “Mevcut CMC/EBC teknolojileri 2.400F'ye (1.316C) kadar sıcaklıklara dayanır; bir sonraki aşamada daha yüksek türbin verimliliği ve güç çıkışı sağlamak için 2.700F'ye (1.482C) kadar dayanabilen yeni nesil malzemeler hedefleniyor. Oraya varana kadar, mevcut malzeme ömürlerini uzatacak mevcut EBC sistemleri geliştirmeye yönelik çabalara da ihtiyaç var.”
You Tube
-+-+-+-+ Bu Dr Campbell videosu, Danimarka'da yeni yapılan bir araştırmanın sonuçlarına işaret ediyor. Geçen ay yayınlanan bu makale, Danimarka'da sperm donörü olmak için başvuran erkeklerde (sperm motilitesi ile ölçülen) sperm kalitesinin 2017'den 2022'ye %22 düştüğünü yazıyor.
Dr Campbell, bu sperm zafiyetinin nedenini Kovid-19 virüsünden ziyade aşıya bağlıyor. Haklı olabilir. Her halükarda benzer araştırmaların başka ülkelerde yapılmasının şart olduğunu düşünüyorum. Dr. Campbell'in video başında söylediği gibi, yavaş spermler yüzünden yumurtalar döllenmezse bunun sonuçlarının ne kadar vahim olacağını kavramak için Fizyoloji Profesörü olmanıza gerek yok. Durum henüz o kadar ciddi değil ancak acilen daha fazla araştırmaya ihtiyaç var.
Günlük
-+-+-+-+ Avustralya'ya geri döndük. Mevcut projemiz Oturma Odamızı oyun odasına dönüştürmek. Bir miktar tadilat söz konusu ama esas olarak iş yeni oyun odası eşyalarına yer açmak için eski şeylerden kurtulmak. Geçen hafta başladık kullanılmayan şeyleri atmaya ama çok büyük bir çöp kutusuna ihtiyacımız olduğunu fark ettik hemen. Bu yüzden bir mini skip kiraladık.
Kamyon getirdi bıraktı bu yukarıdaki çelik kutuyu bahçeye hafta başında. Biz doldurunca gelip götürecek. Kira bedeli 320 dolar. Ucuz değil ama derinden ev temizliğini başka türlü yapmak da zor.
Beşiktaş Haircut
-+-+-+-+ COVİD sürecinde Meliz benim berberim olmuştu. Basit başladı ama kendi tarzını geliştirdi. İtiraf etmeliyim ki onun bana yakıştırdığı tarz benim de hoşuma gitti. Tekrar berbere gitmeye başladığımda, Eddie'ye bu yeni tarzı tarif ettim. Her ne kadar Eddie traşını ben sevmiş de olsam Meliz’e göre tam değildi. Geçen ay Ihlamurdere Caddesi'ndeki A Cup of Love'da kahve içerken Beşiktaştaki berberim Mevlüt sokaktan geçti. Mevlüt'ü kahve içmeye davet ettik ve Meliz'e saç tarzı tercihini detaylı tarif fırsatı doğdu.
İstanbul'dan ayrılmadan bir gün önce Mevlüt’ün saç traşından hemen sonra ben:
Berber dükkanının hemen dışındaki masada oturmuş saç kesimi sırasında demlenen çaydan içiyoruz. Çay sohbeti sırasında henüz Mevlüt’ün müşteri ziyaret defterine giriş yapmadığım fark edildi. Yukarıdaki fotoğrafta, düşünce ve algılarımı yazıyorum Mevlüt’ün defterinde bana ayırdığı sayfaya. Fotoyu Mevlüt çekti. Aşağıdaki fotoğrafta ikimiz de varız. Komşu dükkanın sahibi tarafından çekildi:
Mevlüt Bolat, Beşiktaş Çarşı'nın eski müdavimlerinden. Aslında ilk tanıştığımızda dükkânı Çarşı'nın hemen içindeydi ama mülk sahibi, berber dükkanını daha yüksek kira getirecek küçük bir Kore lokantasıyla değiştirmek isteyince taşınmak zorunda kaldı. Birinci sınıf traş olurken aynı zamanda Beşiktaş'ta olup bitenler hakkında güzel bir sohbet cazip gelirse, yeni mağazasını Abbasağa Sokağı üzerinde, Barbaros caddesine çıkarken sokağın solunda bulabilirsiniz.
Mevlüt sadece iyi berber değil aynı zamanda iyi bir yazar. Kitaplarından birinin ilginç başlığı vardı: Bir Berberin Manifestosu. Müşterilerinden esinlenmiş bir hikayeler derlemesi. Mevlüt'ün nasıl yaşanması gerektiğine dair güçlü inançları var ve bu kitapta da bunlar açıkça seziliyor. Biraz daha çaba ve dikkatli bir düzenlemeyle, mesela 21. yüzyılın Türk Robert Pirsig'i olarak Zen ve Saç Kesme Sanatı diye bir kitap üretebilecek kapasite var. Kitapların henüz ticari olarak yayınlanmamış olması üzücü. Türk yayıncılık ortamına girmek çok zor. Okuyan az, yazar çok, hem de kağıt pahalı.
Türkiye seyahatinden geri kalan manzaralar
-+-+-+-+ Türkiye notlarımı aşağıdaki bir kaç fotoğrafla noktalıyorum..
Karadeniz Döner
Hadi İstanbul demeyeyim ama Beşiktaş'taki en iyi döner bence burası (hemen yakınındaki Define Büfe ikinci sırada). Karadeniz Döner sabahları işte böyle başlıyor:
İkindiye kadar bu etin hepsi bitiyor. Meliz ve ben en az haftada bir uğradık döner yemeye. Genellikle ekmek arası ya da dürüm alıyoruz ama bu sefer tabakta istemişiz:
BKM Mutfak
BKM Mutfak, Çarşı içinde, bir şeyler içerken, yeni çıkan stand-up komedyenleri izleyebileceğiniz kabare-tipi bir mekan. Meliz ve ben 15 yıldır oraya gideriz ve şu andaki bazı büyük isimlerin orada ilk sahnelerini hatırlıyorum. Aşağıdaki fotoğrafta biranın tadını çıkarırken gösterinin başlamasını bekliyorum:
Ve işte Meliz (gösterilmiyor) ve ben, yukarıdakinden daha soğuk bir gecede, performansını yeni bitiren Ayşe Melike Çerçi'yle poz vermişiz:
Mahmutpaşa
Burası İstanbul'un popüler alışveriş bölgelerinden biri. Her cadde tek bir ürün çeşidinde uzmanlaşmış adeta ve devamlı tıklım tıklım kaynayan bir yer. İşte Mahmutpaşa'dayım:
Sekiz katlı Havuzlu Handa yalnızca bebek elbiseleri ve müştemilatı satılıyor:
Deniz aşırı
İstanbul'da seyahat etmenin en keyifli yollarından biri de deniz yolu ile. Her pazartesi sınıf arkadaşlarımla Kadıköy meyhanesinde bira sohbetinde buluştuk. Beşiktaş'tan Kadıköy'e her saat başının 15 dakika öncesi ve 15 dakika sonrası vapur kalkıyor. İşte İstanbul'un kalbinin siluetine karşı o vapurun içindeyim. Yarımadanın sonunda Topkapı Sarayı, ortasında Sultanahmet ve sağda Ayasofya gözüküyor.
Beşiktaş'tan Üsküdar'a Boğaz'ı geçerken bir selfie. Geri plandaki köprü 1973 yılında inşa edilmiş olup, Boğaziçi üzerinden Avrupa ve Asya kıtalarını birbirine bağlayan üç asma köprüden ilki.
Yıldız Parkı
Yıldız Parkı bizim eve çok yakın. Sultan II. Abdülhamid döneminde sadece saray sakinlerinin girebildiği imparatorluk bahçesinin bir parçası imiş. Çırağan Sarayı'nın karşısındaki kapıdan parka giriyorum. Tepeye dik bir tırmanış var.
Kanguru temalı bir sürü çiçeklik var. Kesesini geniş tutup saksı yapmışlar bitkiler o saksılarda büyüyor.
Istanbul’da ev taşımak
İstanbul'da yüksek bina çok. Bazılarında asansör var ama onlar da küçük asansörler. Ev nakli sırasında mobilyaların o yüksek katlara nasıl taşındığını merak ederdim. İşte böyle:
Cup of Love ve Dozze
İşte her zamanki kahve mekanımız Cup of Love'dayım. Yapı Kredi Bankası'ndan sonra Ihlamur yönüne doğru Ihlamurdere Caddesi üzerinde burası:
Eminönü'nde alışveriş yaparken kahve içmek isterseniz. Dozze Eminönü'nü deneyin. Meliz Capuccino istedi, ben, Türkiye'de Amerikano denilen Long Black. Her ikisi de iyiydi. Paylaştığımız mozaik pasta (bisküvi parçaları ile harçlı sert çikolatalı kek) çok lezzetliydi:.
Elde Börek
Türkiye normal ev lezzetleri tatmak istiyorsanız Ihlamurdere Caddesi'ndeki Elde Börek'i deneyin. Ayağımızın alıştığı akşam yemeği mekanlarından biri. İşte bir gece bunları sipariş etmişiz:
Çorba, kekik garnitürlü yoğurt bazlıdır. Meliz için köfte, yanında bulgur patates ve bir kase de salata var. Bense, kasede biraz et yemeği, tabağa da kereviz ve semizotu koydurdum.
Pascal Hagi
Pascal ve Hagi masamın gözlerinden birini kazmaya çalışırlardı evvelden ama sonra bundan vazgeçtiler. Biz uzaktayken bu alışkanlığa geri dönmüşler. Gagalayabilecekleri bir şey olsun diye göz içine küçük bir tahta çiğneme oyuncağı koydum. Mutlu olurlar sanmıştım ama korktular. Aşağıdaki videoda gördüğünüz gibi hem girmek istiyorlar hem tırsıyorlar.
Geçmişte de buna benzer tecrübeler olmuştu. Sonunda korkularını yeniyorlar ama zaman alıyor..
Okuduklarım
Uzaktayken Ursula K. Le Guin (ULG)'in YerDeniz (EarthSea) kitaplarını bitirdim. Bir üçleme diye başlayıp altı kitapta anca biten bir dizi. Başta çıkan ilk üç kitap şunlardı:
Yerdeniz Büyücüsü (1968)
Atuan Mezarları (1970)
En Uzak Sahil (1972)
1990 yılında Tehanu çıktı. On yıl sonra Yerdeniz öykülerinden oluşan bir kitap ve son: Diğer Rüzgar (2001). Hikayeler hariç hepsini okudum.
Yerdeniz dizisini ULG'nin diğer kitapları kadar sevmedim, muhtemelen fantastik kurgu denilen şeyin hayranı olmadığım için. Yine de, fantazi kurgu için ilginç icatlar var. Örneğin,
Yerdeniz dünyası sihirle yaratılmış ve yaratılışın kendine ait bir dili var. Bu dil büyü yapmayı mümkün kılıyor ve hâlâ eski dili konuşabilen kişiler de büyücü oluyor. Gerçek fiziksel yaptırım sahibi bir dil olması ilginç bir fikir. İnsanlar o dilde yalan söyleyemiyorlar, çünkü o, Tek ve Sahici Dil. Okurken aklıma, bilgisayar simülasyonu oluşturmak için kullanılan bir programlama dili benzetmesi geldi. Eğer simülasyonun bir parçasıysanız ve ana yazılım dilini biliyorsanız, bu bilgi muhtemelen size simüle edilen ortamı değiştirme gücü verecektir.
Diğer fantastik dünyalarda ejderhalar ne yer ne içer diye hep merak etmişimdir. Yerdeniz'de ejderhaların yemek yemesine gerek yok çünkü onlar yaratılışın bir parçası olduklarından hep vardılar ve hep var olacaklar. İnsanlar da baştan onlarla berabermiş ama kendilerini ejderhalardan ayırıp bir şeylere sahip olmak istemişler ve ayrışmışlar. Bu onların hem düşüşü hem de yükselişi olmuş. Ejderhalar mülksüz ama ihtiyaçları olmadığı için sıkıntıları yok. İnsanlar mülk sahibi olduktan sonra başları dertten eksilmiyor.
Bütün sihirbazlar erkek olmasına rağmen Yerdeniz'de çok güçlü kadınlar da var. Ancak bu woke bir evren değil. Erkeklerle kadınların açıkça farklı işlevleri var ama biri diğerinden üstün değil.
Bu kitapları okumalı mısınız? Fantastik kurguyu seviyorsanız kesinlikle. Aksi halde, Le Guin dehasıyla tanışmak daha iyi kitaplar var.