Dört sene sonra İstanbul - Bölüm 2
İstanbul'dayken, Halim'in Günlüğü haftalık deneyim ve gözlemlerimi kayda geçen bir Seyahat Günlüğü'ne dönüşüyor. Haziran ortasından sonra normal formata döneceğiz.
Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
İstediğiniz Paylaş opsiyonu yoksa, doğrudan linki kopyalayıp dilediğiniz yere gönderin.
-+-+-+-+
İstanbul 1 Mayıs
Türkiye'de 1 Mayıs’ların ayrı bir önemi var. Kanlı 1 Mayıs 1977, 40 yıl önceydi. Bugün, bilemediğim nedenlerden dolayı, Erdoğan hükümeti, 1 Mayıs'ta insanların Taksim'e gitmesini istemiyor. Muhalefet partileri ve bazı sendika üyeleri sabah saatlerinde Taksim'e yürümek için toplandı ancak polis tarafından durduruldu.
Her sabah yukarı Nişantaşı'na yürür, dönüşte Meliz'le evde kahvaltı için simit ve poğaça alırım. Bu sabah da aynısını yaptım. Her yerde polis vardı. Nişantaşı'na çıkan ana caddeler hem yukarı hem aşağı uçlarında taşıt trafiğine kapatılmıştı. Ben yaya olarak yaklaşınca, polis çantamı inceledikten sonra geçmeme izin verdi. Her sokağın köşesinde polisler kümelenmişti. Maçka'ya yaklaşırken, eli tüfekli bir kadın komutan önderliğinde iki otobüs dolusu kadın polis gördüm. Sürrealist bir manzara idi. Maçka ve Teşvikiye'de de durumu benzer buldum. Her büyük cadde polis bariyerleri ile trafiğe kapanmıştı. Ben günlük rotamı takip ederek Hüsrev Gerede caddesinden aşağı yönelip eve doğru yürüdüm.
Hüsrev Gerede çok dik bir cadde ve yürümesi genellikle yorucu oluyor çünkü normal günlerde trafikten dolayı yaya kaldırımlarından yürümek zorundasınız. O kaldırımlar da eğri büğrü düzensiz basamaklar ile iniyor. Bugün trafik olmadığı için yolun ortasından yürüyebildim. Daha rahat oldu. Mahallemize döndüğümde dükkânlar açıktı ve bazı esnafla konuştum. İçlerinden biri, yolların çoğunun kapalı olması, otobüs, tren ve vapurların çalışmaması nedeniyle sabah evden gelemem korkusu ile dün gece dükkânda uyuduğunu söyledi. Ona keşke evde kalsaydın dedim, çünkü müşterileri de muhtemelen evlerinde kapalı kalacaktı.
Muhalefet partileri ve sendikalar zorlamadı ve öğle saatlerinde geri çekildi. Polis barikatları ve trafik engellemeleri gece saatlerine kadar devam etti. Öğleden sonra, bazı polislerin bütün gün ayakta durmak zorunda kaldıklarından ve can sıkıntısını giderecek hiçbir şey olmadığından şikayet ettiklerine kulak misafiri oldum. Tazminat olarak ertesi gün izin verirler umudundaydılar.
İstanbul'da 2024 yılının 1 Mayıs'ı işte böyle geçti.
Yorum: Yıllardır Erdoğan hükümetleri sırasında işçilerin aleyhine sorunları toplasan uzun bir liste olur. Elit Konsensus (bunun ne anlama geldiğini bilmiyorsanız geçmiş yazılarımı okuyun) bu sorunlarla mücadelenin sembol savaşlarına indirgenmesini tercih ediyor. Hem iktidar hem de muhalefet partileri bu tercihi paylaşıyor gibi sanki.
Gazete okuyan azalmış
Beşiktaş'ta artık çok az yer gazete satıyor. Ihlamurdere Caddesi'nin girişindeki büfeden alıyorum gazetelerimi çoğu zaman. Büfe sahibine neden diğer dükkanlar artık gazete satmaz diye sordum. Artık kimse gazete almıyor dedi. O hâlâ gazete satıyordu çünkü büfe ruhsatını gazete bayii olarak almış ve gazete satmaya mecburmuş. Aksi halde uğraşmaya değmez, ben de satmazdım dedi. Ben her gün iki gazete alıyorum, 20 TL (A$1) tutuyor. Asgari ücret 17000, emekli maaşı 10000 iken, bu aya vurunca kayda değer bir yekun. Gazete alanların sayısının azalmasını anlayabiliyorum.
Bakkal
Kırk yıl önce Brisbane'e ilk geldiğimde, Taringa'da Dobson Caddesi'nde bir daire kiralamıştım ve günlük alışverişimi Fiveways kavşağında küçük bir corner store da yapıyordum. Orada corner store denilen şey, İstanbul’daki bakkal. Alışveriş merkezleri ve süpermarketler Avustralya'daki bakkalları öldürdü. İstanbul'da henüz problem yok. Beşiktaşta bakkalımız, Hattat Tahsin yolu üzerindeki Yıldırım Market. Evimize kısa bir yürüyüş mesafesinde. Üç kardeş ortak işletiyor ve dükkan sabahın erken saatlerinden geç saatlere kadar açık. Onların bu çabasına az da olsa destek olur diye süpermarkete gitmiyorum ve her şeyi bakkaldan alıyorum. Fedakarlık değil, benim de çıkarıma. Bakkal'dan alışveriş yapmayı tercih ediyorumçünkü (1) çoğu şeyi satın alabileceğiniz yakında bir dükkan olması büyük kolaylık; (2) iyi ürün seçiminde onların fikrini alıyorum. Ürün seçimi kousunda, şu ana kadar henüz hayal kırıklığına uğramadım. Bu mantıklı aslında. Bir süpermarketteki ürün çokluğunun aksine, bakkal raflarında her ürün için yalnızca bir veya iki farklı markaya yer var ve bu yüzden rafa konanların fiyat ve kalite açısından en iyisi olması gerekiyor.
İşte bakkalımızdan bir manzara, çuval çuval pirinç, fasulye, nohut ve mercimek:
Fine Dining
Geçtiğimiz hafta, İstanbul’un gözde Michelin yıldızlı restoranlarından olan Mürver'e gittik. Şef Mevlüt Özkaya’yı, Masterchef Türkiye programında ara sıra konuk Şef olarak izlemiştik. Yarışmacıları sınamak için kendi kreasyonlarını örnek olarak sunmuştu.
Rezervasyonu henüz Brisbane'deyken yaptım ama İstanbul'a vardıktan sonra iki arkadaşımı (Murat ve Nihal) ekledim.
Meliz ve ben sadece mezelerden oluşan bir yemek yemeye karar verdik. Niçin öyle yaptık? Çünkü hepsi çok lezzetli gözüküyordu ve aralarında seçim yapamadık. Şarap seçimini yemek arkadaşlarımıza bıraktım. Mardin'den bir Süryani şarabı seçtiler: Midin Karası. İlk başta biraz kararsızdım çünkü Süryani şaraplarıyla ilgili geçmişteki izlenimlerim pek iyi değildi. Yirmi yıl önce Meliz'le Türkiye'nin güneydoğusunu gezerken denemiştik ve hoşuma gitmemişti. Murat’ın seçtiği Midin Karası ise muhteşemdi. Murat bana Süryani şaraplarının ilginç üzüm ve yapılış biçimleri ile artık Türk şarap pazarında isim yaptıklarını söyledi.
Yemeklerden en çok beğendiğim Külde Ahtapot oldu:
Marine edip mangalda pişirmişler; çok yumuşak ve lezzetliydi. Bir diğer beğendiğim yemek ise Közde Kalamar oldu. Az pişmişti ama sert değil lokum gibiydi; sos da mükemmeldi:
Tabağın yanında kuşkonmaza benzeyen ızgara yeşillikler aslında yeşil fasulye. Onların da ayrı bir tadı vardı.
Bir de Ördek Topik (Ördek Topik) denilen bir ürün yedik. Topik, özünde nohut unundan yapılan, fındık ve otlarla doldurulmuş bir top olarak servis edilen geleneksel bir Ermeni yemeği. Mürver, topiğin içine ördek eti koymuş. Meliz geleneksel topik tabağını pek sevmezdi ama bu uyarlamayı çok beğendi.
Bunlar en dikkat çeken yemeklerdi ama başka şeyler de yedik. Mesela kavrulmuş ot. Mesela Düve Sucuk. Restoran kendi sucuğunu yapıyor. Aşağıdaki fotoğrafta, sucukların kurutulduğu soğutucu dolabın önünde keyifli bir yüz ifadesiyle poz vermişim:
Mürver Restaurant, Novotel Otel'in teras katının tamamını kaplıyor. İç mekan iyi tasarlanmış ve geniş mekanda, masa büyüklükleri ve aralıklar cömertçe belirlenmiş. Büyük partilere (8-12 kişilik) uygun geniş masaların bulunduğu alanlar da gördüm. Restoran neredeyse tamamen doluydu. Bunca ekonomik krize rağmen İstanbul’da hâlâ kaliteli yemek parasını ödeyebilecek yeterli sayıda insan var demek ki.
Dört kişilik yemeğin toplam faturası 9500 TL (475 A$) oldu. Yalnızca bir şişe şarap içmiştik. İki şişe içtiğimiz Efendy restoranla hemen hemen fiyatlar aynı yani.
Sokak Lezzetleri
1 Mayıs'ta çoğu restoran kapatıldı (sayfanın üst kısmına bakın). Meliz, Define Büfe'den döner yedi. Ben Beyran Restoran'da paçayı denedim.
Beyran Restoran'da bir kase paça istedim, bir tabak ezme (biberle ezilmiş domates), roka ve ekmek (pide) ile servis ettiler.
Bu restoran, Ihlamurdere Caddesi'nin sonunda, katlı otoparka (Cumartesi pazarı) doğru giden yolda. Dört yıl önce yoktu sanıyorum ve Google Harita’da da bulamadım yoksa referansı verecektim.
Paça, koyun ayağından yapılan geleneksel bir Türk çorbası. İnternette bulduğum aşağıdaki fotoğraf kasaplarda koyun ayağının nasıl satıldığını gösteriyor:
Bu sayfanın ingilizce versiyonunda paça tarifi verdim ama Türkçe tarife gerek görmüyorum. Bu sayfayı Türkçe okuyabilen herkes bilir paçanın ne olduğunu.
Beyran menüsünde ayakpaça olarak yazılmıştı. Muhtemelen, kellepaça'dan ayırmak için. Ayakpaça terimini daha önce hiç duymamıştım. Benim zamanımda paça her zaman koyunun paçasıyla yapılırdı, kellesiyle değil. O yüzden kellepaçayı sahte paça olarak görürüm.