Lütfen abone olun; lütfen paylaşın.
İstediğiniz Paylaş opsiyonu yoksa, doğrudan linki kopyalayıp dilediğiniz yere gönderin.
-+-+-+-+
Coğrafya
Ölü Deniz, Dead Sea demek ama Filistin'deki Ölü Deniz ile karışmasın diye herhalde, İngilizce metinlerde Mavi Lagün olarak geçiyor. Ege ve Akdeniz denizleri Ölüdeniz lagününde birleşiyormuş diyorlar.
Aşağıdaki fotoğrafı Likya Yolu'ndan çektim (ne yolu derseniz aşağıda anlatıyorum).
Lagün'ü açık denizden dar bir kanal ayırıyor. Bu kanal denizden tecrit sağladığı için, lagün yüzeyi her zaman sakin. Ama suyu daima taze. Çevre dağlardan inen derelerden besleniyor. Yüzme sırasında deniz suyunun sıcaklığındaki değişikliklerden dağ akıntılarını hissedebiliyordum. Derinlik olarak, çoğu yerde, küçük çocukların rahatlıkla yüzüp eğlenebileceği kadar sığ.
Likya Yolu
Ölüdeniz'den Antalya'ya uzanan toplam 520 km uzunluğunda yürüyüş parkuru. Likyalılardan bu güne kalmış bir yol değil. 1990’larda düşünmüşler: antik Likya kentlerini birbirine bağlayan bir yürüyüş yolu yapalım, mümkün olduğu kadar Likyalıların 2500 yıl önce inşa ettiği yollardan geçsin, adına da Likya Yolu diyelim demişler.
Likya (veya Lykia), M.Ö. 11. yüzyıldan sonra Bronz Çağı uygarlıklarının çöküşü ile Yunan ve Pers medeniyetlerinin tebarüzü arasında kalan bin yıl içinde Anadolu'nun bu bölümünü yöneten kavimlere verilen bir isim. Böyle bir sürü kavim gelmiş geçmiş o bin yıl içinde. Bir başka örnek için son yazımı okuyun.
Ölüdeniz Otel'den Likya Yolu'nun başlangıç noktasına gidiş, otomobil ile beş dakika sürdü. İndik, bir saat yürüyüp geri döndük. Yukarıdaki fotoğraf yolda yürürken çekildi. Yolun çoğu kolaydı ancak arada kayalık dik yokuşlar da vardı. Can tehlikesi yoksa da bilek burkma tehlikesi vardı.
Hotel Ölüdeniz
Ölüdeniz'deki ilk otellerden biri burası. 1992 yılında inşa edilmiş. Aşağıda, otel inşaatından kısa bir süre sonra çekilmiş bir Ölüdeniz fotoğrafı görüyorsunuz.
Bunu 30 yıl sonra benim çektiğim yukarıdaki ilk fotoğrafla karşılaştırın. Köyün nasıl dolduğunu görebilirsiniz.
Kaldığımız otel Ölüdeniz Oteli yaşlı ama köhne değil; 1992 yılından bu yana bir kaç kez yenilenmiş, modern ve pırıl pırıl. Odalar kalın tuğla duvarlarla ayrılmış ve ayrıca pencereler üç camlı olduğundan iç mekan oldukça sessiz. Her odada balkon var, klima var ve bol dolap var. Bu sonuncusu sizin için o kadar önemli olmayabilir ama Meliz ve ben odadaki dolap ve çekmece sayısından çok etkilendik. Geçmiş seyahatlerimde gittiğim birçok beş yıldızlı otelde olandan daha fazla dolap vardı. Tüm eşyalarımızı karı koca ayrı çekmecelere açtık, kirli giysiler için ayrı bir raf ve hatta mayo ve plaj malzemelerini ayrı alanlara yaymamız mümkün oldu.
Açıklama: Otel sahibi Ethem üniversiteden sınıf arkadaşım. Selam söyleyin.
Ölüdeniz köyü, tarihi ve çevresel hassasiyetlerin yanı sıra bir deprem bölgesi olarak ayrı şartlara tabi. Kat sayısında (üç) ve bina alanı/açık alan oranında (her mülk için %15) sınırlamalar var. Kat sayısına neredeyse evrensel olarak uyulmuş gibi ama yatay ayak izi açısından %15 kuralına uyan tek otel sanki bir tek Otel Ölüdeniz'di bence. Ethem, açık alanın bir kısmını tavuk kulübesi, sebze bahçesi ve bazı meyve ağaçları için kullanmış. Kahvaltıda yediğimiz yeşillikler ve yumurtalar otelin kendi ürünüydü.
İşte Ölüdeniz Oteli'nin önünden bir selfi, arkada Baba Dağı var.
Ölüdeniz Oteli hakkında daha ayrıntılı yazdım şurada. Aşağıda, otel binalarının ve bahçenin bir resmini görüyorsunuz:
Mekanlar ve Meşgaleler
Her sabah saat 7 civarı yürürdüm sahile:
Kumsaldaki çapalara bağlanmış tur gemileri bu saatlerde henüz kimsesizdi.
Bu turlardan yapmıştık, 2006 yılında buraya ilk geldiğimizde.
Çarşıda, tabelalar İngilizce. Sahile bakan sıra sıra dükkanlar bana 1980'ler Avustralya'sındaki Gold Coast'u hatırlattı. İşte sahile bakan sırayı alan bir selfie:
Arka plandaki Baba Dağı, dünyanın en iyi yamaç paraşütü noktalarından biri olarak biliniyor. Onlarca kişi her gün bu dağın zirvesinden atlayıp havada süzülüyor (bazıları saatlerce havada kalıyor). İnişler üst fotoğraftaki toprak alana olduğu için, burada yürürken kafaya paraşütçü inmesine karşı dikkatli olmak gerekiyor:
Ölüdeniz teknik olarak kırsal alan olduğundan burada polis yok. Bütün polisiye işler jandarmalar tarafından görülüyor. Jandarma karakolu, deniz kenarında:
Şok fiyatlar
Önceki bir yazımda, Türkiye’de her şeyin dört yıl öncesine göre 10 kat daha pahalı olduğuna değinmiştim. Bu gözlem özellikle yemekler için geçerli. Türkiye’yi geçmiş tecrübeyle nisbeten ucuz bir ülke olarak tanımış olan ziyaretçiler, bu seneki fiyatları görünce şok oluyorlar. Mesela, sabah yürüyüşümden döndüğümde, bu aşağıdaki menü panosunu anlamaya çalışan bir kadın gördüm:
Liverpool'lu imiş ve Liverpool'da 15 onsluk (yaklaşık 420 gr) bir bifteğe yalnızca 12 sterlin (pound) öderlermiş. 500 gr'lık (18 ons) bir biftek için, 910 TL'nin (22 İngiliz Sterlini veya 45 Avustralya doları) çok pahalı olduğunu düşünüyordu.
Türkiye'de enflasyon son yıllarda dört nal yükseliyor. Muhalefete göre, Erdoğan, dini inançları nedeniyle tefeciliğe karşı olduğu için faiz oranlarını düşük tutmuş ve enflasyon bu nedenle çıkmış. Ben aynı görüşte değilim.
Faizler niye düşük
Bence faiz oranları, Nas öyle buyurduğu için değil, milletin bazı kesimlerine kıyak olsun diye düşük tutuldu bu yıla kadar. Milletin parasını legal yollardan bir azınlığa aktarmak için çeşitli mekanizmalar kullanılıdığına eminim. Birini tarif edeyim:
Dört yıl önce gayrimenkul fazlası vardı Türkiye’de. Bu fazlalığı azaltmak için hükümet faiz oranlarını düşürdü. İlk bakışta bu müteahhitler için atılmış bir adımdı. Ama sadece burada kalmadı. Düşük faiz herkes için değildi, yani herkes bu düşük oranlardan borç alamıyordu. Kamu bankaları, her isteyene değil, sadece kendi seçtikleri ya da önerilen kişilere açtılar düşük faizli kredi musluklarını. Bu sayede, sadece müteahhitler değil düşük faizli kamu banka kredisi kullanarak mülk alanlar da ihya oldular. Ceplerinden para çıkmadan mülk sahibi oldular ayrıca faizler enflasyonun o kadar gerisindeydi ki, bir kaç yıl içinde bankaya olan borçları nerdeyse sıfırlandı. Bazı kişilerin zenginleşmesi dışında, bu politikanın sonucu, ekonomiye çok fazla nakit girişi ve yüksek enflasyon oldu. Gayrimenkul almak için çok düşük faizli kredi kullanan seçilmiş insanlar bugün gülüyor, halkın ioğunluğu ağlıyor. Yani düşük faiz oranları, ulusun bütününden seçilmiş bir azınlığa servet transferinin bir yoluydu.
Desti Kebabı
Her neyse, yemekler pahalı ama lezzetli idi. Örneğin, desti kebap yedik otelin yanındaki lokantada:
Fethiye
Daha önceki gelişimizde, Fethiye’nin etrafından geçmiş içine girmemiştik. Bu sefer, özel olarak Fethiye’ye gittik. Çok güzel bir kasaba. Deprem bölgesi mevzuatı yüksek katlı yapılara izin vermiyor. Bu nedenle şehir geniş bir alana yayılmış. Şehrin merkezi bir Avrupa şehrine benziyor.
Etrafındaki tepelerden birinden baktık körfeze:
Fethiye'ye dair anlatacak çok şey var ama yazı uzamasın diye iki tanesiyle yetinelim:
Doğu ucundan Batı ucuna Körfez boyunca kilometreler uzunluğunda kesintisiz bir yürüyüş yolu, sıra sıra parklar, restoranlar, kafeler ve barlarla bezenmiş. Özellikle gece vakti çok güzel.
Sahile yakın balık pazarı var. Geniş, dairesel bir mekanın ortasına balık tezgahları kurulmuş. Çevresinde restoranlar var. Balığı tezgahlardan seçip satın alıp restoranlara götürüyorsunuz, onlar sizin için pişiriyor ve masanıza servis ediyorlar. İşte bazı resimler.
Türkçe ismini bir türlü yakalayamadığım büyük bir balık aldık, ingilizce adı ile Grouper familyasından bir balıktı sanırım. Şef, balığı parçalayıpkapalı bir tepside pişirdi ve sonuç lezzetli bir buğulama oldu:
Biraz dağınık gözüküyor ama tadı nefisti. Meliz de böyle pişirir büyük balıkları ve mevsiminde içine pırasa falan da koyar. Şef, yemeği Balıkçı Kebabı olarak adlandırdı.
Sadece balık yemedik tabii. Sıcak ot harika idi:
ve mezeler:
İşte balık yediğimiz alandan bir başka resim:
Ölüdeniz yakınlarındaki terkedilmiş şehir Kayaköy hakkında ayrıca yazacağım. Şimdilik bir fotoğraf sunayım. İşte 100 yıl önce varlıklı bir aileye ev olan bir binanın harap mutfağının bacasını incelerken ben:
Bir dahaki yazımda bahsedeceğim bu harabelerin ardındaki hikayeden.
Sağol. Bir dahaki sefere inşallah.
Çok güzel bir özet olmuş, bir kaç saat geç kaldığımız için otelde buluşup görüşme olanağımız olmadığına ailecek üzüldük.