New York Times gazetesinin pazartesi günkü nüshasında birinci sayfada Amerika Birleşik Devletleri ile Avustralya'nın COVID performansları karşılaştırıldı. New York Times'a göre Avustralya'nın COVID performansı Amerika Birleşik Devletleri'ne göre çok iyi. Ölüm oranı Avustralya'da ABD'nin onda biri. Hastane ve yoğun bakım istatistikleri de keza öyle. ABD'de olanları 2 yıldır basından takip ettiğim, Avustralya'da ne olup ne bittiğini ise içinde yaşadığım için çok iyi bildiğimden bu makale beni şaşırtmadı; yine de nedenleri konusunda düşünmeye sevk etti. Bu düşündüklerimi bugün yazmaya çalışacağım. Sonunda da Türkiye üzerine bir not düşeceğim. Ama önce New York Times'da yazanları bir özetleyeyim.
“Avustralya'da COVID ölüm oranı niçin ABD’dekinin onda biri”, manşetli yazıya göre, ortalama yaş ve şehirleşme oranları açısından ABD ile Avustralya birbirine benziyor. Aşağıdaki tablo, önemli rakamları gösteriyor.
Avustralya’nın dünyanın ücra bir köşesinde olması bir neden olamaz diyor gazete çünkü Avustralya, kişi başına seyahat olarak dünyanın en fazla seyahat edenlerin yaşadığı ve en fazla ziyaretçi kabul eden ülkesi. 2019 senesinde Avustralya'ya gelen turist sayısı 9.5 milyon imiş.
Peki, Avustralya'da doğru yapılan şeydi ve ABD de ne yanlış yapıldı? Kolay cevap şu: Avustralya, aşı tedariği yaygınlaşana kadar seyahat ve kişisel teması kısıtladı; ve ülkeyi kademeli olarak yeniden açmadan önce en savunmasız durumdaki insanlara öncelik vererek aşılanma oranını en üst düzeye çıkardı.
Cevap bu değil. Bunlar sebepten ziyade sonuç, yani Avustralya'da daha düşük ölüm oranı olmasının sebebi daha az insan ölmesi demek gibi bir şey. Bence iki ülke halkı arasında bu durumda belirleyici rolü oynayan en büyük fark Avustralya insanının devlete ve kurumlarına karşı güveninin daha fazla olması. Amerika'da insanlar ne birbirlerine ne de devlete güveniyorlar. Bu konuya makalede de bir miktar değinilmiş aslında. Pandemi başladığında sorulduklarında, Avustralyalıların yüzde 76'sı sağlık sistemine güvendiklerini söylemiş. Yine Avustralyalıların yüzde 93'ü bir kriz zamanında evlerinin dışında yaşayan insanlardan destek alabileceklerine inanıyorlarmış. Yani halkın 93%, benim başıma bir şey gelirse mahalledeki diğer insanlar gelip yardım eder diye inanıyormuş. Yakın zamanda The Lancet dergisinde yayınlanan ve 177 ülke üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçlarını ileten bir bilimsel makalede yazıldığına göre kişilerarası güven (yani başkalarının sadece birey için değil toplum için de doğru olanı yapacağına inanış), toplum sağlığı ve hayat kurtarma açısından sigara içme yaygınlığından, sağlık harcamalarından veya hükümet biçiminden daha önemli imiş.
Kırk senedir burada yaşıyorum ve benim gözlemlerime göre, tipik Avustralya'lı insan siyasetçilere pek fazla güvenmez ama devletin kurumlarına (yani polise, hastanelere, diğer kurumlara) güvenir. Siyasetçilere güvenmez çünkü siyasetçilerin çoğunu başka bir meslekte dikiş tutturamamış beceriksiz insanlar olarak görür. Devlet memurları öyle değil. Devlet kurumlarının çoğu halkın duyduğu güveni bence de hakkediyor. Memurlar iyi maaş alıyorlar ve belki biraz da bu yüzden yaptıkları işi genellikle seviyorlar.
Bitirmeden önce, Türkiye hakkında bir kaç söz etmek istiyorum. İtimatsızlık, ABD gibi Türkiye için de bir sorunmuş gibi geliyor bana. Bunda son senelerdeki siyasi ve kültürel kutuplaşmanın kamplaşmanın da bir etkisi var ama sanki durum sadece karşı kamptakilere güvenmemenin de ötesine geçmiş durumda. Benim izleyebildiğim kadarı ile, Türkiye'de insanlar, bırak karşı mahalledekilere kendi mahallesindeki insanlara bile güvenmez hale gelmiş gibi gözüküyor. Oy tercihlerinde en fazla güven duyulan değil en en a güvensizlik duyulana doğru tercihler yapılıyor.
Bu hep böyle miydi? Sanmıyorum. Bence son senelerde özellikle 2016'daki FETÖ darbe girişiminden sonraki gelişmeler bizi bu duruma getirdi. Belki de gelecek senelerde üstesinden en zor gelinecek mesele bu olacak. Ekonominin çaresi bulunur, asayişin çaresi bulunur ama bu alanlardaki kötü gidişin ana nedeni olan güvensizliğin çaresini bulmak, tekrar toplum ve bireyler olarak birbirimize güven duymaya başlamak zaman alacak.
NOT: Geçen yazımda kuraklıktan bahsetmiştim. Sevgili arkadaşım Celal Selamoğlu bana katılarak şöyle bir yorum yazmış : "Konya'da yeraltı sularının seviyesinin 50 metreden 80 metreye indiği söyleniyor. Boşalan rezervuarlar nedeniyle arazide boşalan bölgeler çöküyor, obruk denen doğa şekli oluşuyor . Tavanı çökmüş çukurlar. Tarlalarda aniden çöken yerlerin haberleri çıkıyor." İç Anadolu yer altı su kütlelerinin zaman içinde gelişimi ve kuyu derinliklerinin artışı üzerinde geçmişte yapılan araştırmalara ulaşmak istiyoruz beraberce. Malumat elde edebilirsem kuraklık konusuna tekrar döneceğim. Bu konu çok mühim çünkü.
***
Bu blog, can sıkıntısı ve işgüzarlık ürünü olarak verilen bilabedel bir kamu hizmeti olup abonelik ücretsizdir. Abone olun, direk posta olarak gelsin.